Hicri yeni yılda muhacirliği yeniden düşünmek
Hicri 1445 yılını idrak ediyoruz. Bu aynı zamanda Rasulullah ve ashabının Mekke’den Medine’ye hicretinin yıl dönümünü ifade ediyor. Peygamberimizin 1445 yıl önce ashabıyla birlikte yaşadığı yeri terk edip başka bir diyara hicret etmesi bugünün Müslümanları için birçok mana ihtiva ediyor.
Rabbinden aldığı emirle insanları tek olan Allah’a inanmaya ve yalnızca ona ibadet etmeye çağıran Allah’ın elçisi, atalar dinine körü körüne bağlı müşrikler tarafından baskı, zulüm ve işkenceye maruz kaldı. Müşrikler, “Allemler rahmet olarak gönderilen” Peygamberimiz ve ashabına karşı o kadar ileriye gittiler ki onlara hicret etmekten başka çare bırakmadılar.
Hz. Muhammed ve onun yolunu takip edenler, kafileler halinde 622 yılının Muharrem ayında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Her şeylerini Mekke’de bırakarak giden Müslümanlar büyük oranda müşriklerin zulmünden kurtuldu. O dönem Yesrib olarak bilinen Medine’nin Mekkeli muhacirleri nasıl karşıladığına bakmakta fayda var.
Mal ve mülklerini geride bırakan muhacirler, ellerinde geçimlerini sağlayacak herhangi bir şeye sahip değildi. Ancak, Medineli Müslümanlar, Mekkeli muhacirleri bağrına basarak İslam’ın tam manasıyla tesis etmeye çalıştığı kardeşlik bilinciyle onlara sahip çıktı. Ensar, tabiri caizse mallarının yarısını muhacire verdi, aleyhte yapılan kışkırtmalara rağmen onları öteki olarak görmedi. Muhacirlere evinin kapısını açan, arazisini veren, onlarla ekmeğini bölüşen ensar, o kadar güzel bir örneklik sergiledi ki Mekke fethedildikten sonra bile Rasulullah ve ashabının önde gelenleri doğdukları ve çok sevdikleri Mekke’ye tekrar dönmedi. Muhacirler, ensarla birlikte yaşadılar, onlarla birlikte Allah yolunda savaştılar ve onlarla birlikte şehit oldular.
Peki ensar-muhacir kardeşliği bugünkü konjonktürde bizim için bir şey ifade etmiyor mu?
Bilindiği gibi Mart 2011’de katil Esed rejimi ve destekçilerinin Suriyeli mazlumlara yönelik başlattığı savaş, katliam ve yıkım nedeniyle binlerce muhacir Türkiye’ye sığındı. Türkiyeli Müslümanların kahiri ekseriyeti ensar-muhacir hassasiyetiyle Suriyeli sığınmacılara sahip çıkarken Müslüman ve Arap kimliğine düşmanlığıyla matuf Türkçü/Kemalist çevreler ise ilk günden bu yana sığınmacı karşıtlığını yapmaktan geri durmadı. Zira bu kirli kampanya malum çevrelerce bugüne kadar sürdürüldü, halihazırda sürdürülüyor maalesef.
Özellikle Suriyeli sığınmacılara karşı rutin olarak dolaşıma sokulan yalanlar hız kesmiyor. Sosyal medya platformlarında süregelen mülteci karşıttı kampanya can sıkıcı bir boyutu da aştı artık. Savaş, zulüm ve yıkımdan kaçan muhacirlerin daha iyi bir yaşam bulma umuduyla geldiği Türkiye’de keyfi şekilde kalıyorlarmış gibi gösteren ırkçı güruh, hayasız saldırılarına ara vermeden devam ediyor.
Mezhepçi ve paralı ajanların “Suriye’de savaş bitti” tiyatrolarına inanmak isteyen kesimler, ırkçı siyasetçi ve gazetecilerin telkinleriyle muhacirleri azılı düşmanları olarak görüyorlar. Muhacirlerin ülkede keyfi kaldıkları, her türlü yardıma mazhar oldukları ve dolayısıyla ülkedeki vatandaşların haklarını gasp ettikleri gibi safsatalarla hedef tahtasına oturtuldukları bir vasatta, ensar olma vasfımızı görünür kılmalıyız. Muhacirlerin psikolojik harba tabi tutuldukları bu dönemde hem insani hem de İslami sorumluluklarımızı her zamandan daha fazla hatırlamalı, kardeşlik bilinciyle zorda olanlara maddi ve manevi destek sağlamalıyız.
Başta Suriyeli muhacirler başta olmak üzere baskı, zulüm ve muhtelif menfi durumlar nedeniyle Türkiye’ye sığınanları yük olarak değil, Allah’ın bize emanetleri olarak telaki etmeliyiz. Kardeşlerimizi kimliklerinden dolayı hor gören, onlara birer nesne muamelesi yapan Türkçü, Kemalist, ırkçı herkese karşı net tavır almalı, onları her zamandan fazla sahiplenmeliyiz. Sosyal medya platformlarından yapılan ırkçılık ve dezenformasyona karşın bulunduğumuz her ortamda hakkı ve adaleti hâkim kılmamız önem arz ediyor.
Hayatımızın her alanında bize örnek olması gereken ve “yürüyen Kur’an” olarak tasvir edilen Rasulullah da Mekke’den Medine’ye hicret eden bir muhacirdi. Peygamberimiz, ashabıyla birlikte gittiği Medine’yi medeniyetin başkenti yaptı ve orayı ihya etti. Bu bağlamda Muhacirlerin yeri geldiğinde Allah’ın rahmeti olabileceğini de göz önünde bulundurarak hareket etmek İslami kimliğimizin gereği olmalıdır.
YAZIYA YORUM KAT