Hiçbir Zorbalık Kendine Getiremiyorsa Seni
Merhum Akif İnan ne güzel anlatmış mücadele ve varoluş ilişkisini: “Her eylem yeniden diriltir beni/Nehirler düşlerim göl kenarında/Doğ ey güneş erit taştan adamı/Ve kurut taşları diken elleri.”
Kanaatimce bu mısralar aynı zamanda “iki günü birbirine müsavi olan zarardadır” Nebevi ilkesinin şiirsel bir anlatımıdır. Bu satırlara yansıyan bilinç statükoyu değişmez bir statü olarak algılama hastalığına meydan okumaktadır.
Müslüman toplumlar, sömürgecilik siyasetiyle inşa edilmiş ve her geçen gün daha bir derinleştirilmek istenen iktisadi, siyasi ve kültürel politikalara doğal olarak itiraz ediyorlar. Zulmü gidermek ve adaleti tesis etmek için Batı’ya ve işbirlikçilerine karşı başkaldırıyorlar.
Savaşımız Adalet Temelinde Olmalı
İslam’ın emir ve yasaklarına uygun bir hayatı inşa etmek üzere her birimize emredilen cihad bütünlüklü bir mücadelenin vazgeçilmezidir. Düşmana karşı mücadelenin, bu mücadelede uygulanacak şiddetin sınırlarının vs. hepsinin bir hukuku vardır İslam’da.
Maalesef iğrenç bir filmle beraber bu konuları bir kez daha konuşmak durumunda kalıyoruz. Üstelik İslam’a ve Müslümanlara yönelik giderek artan bu saldırılar azalma değil artma eğilimi gösteriyor. Peki, hangi tarz mücadele bu iğrenç saldırıların önünü alabilir acaba? Tepkilerin şekli ve şiddetin dozajı kadar muhatabı da iyi tayin edilmeli. ‘Münker’ olanı gidermek ve ‘maruf’ olanı ikame edebilmek ancak böyle mümkündür.
Aydınlanma, ilerleme ve kapitalist sömürgecilik siyasetiyle Batı sadece zalim bir devlet modeli üretmekle kalmadı. Batı aynı zamanda zalim birey ve toplum modeli de üreterek emperyal siyasetini ayakta tutmanın yolunu tuttu. İktisadi, siyasi alanlarda olduğu kadar sanatsal-kültürel alanlarda da Batı’dan İslam toplumlarına yönelen ahlaksız saldırıların oranı artıyor.
Batı kendi içinde krize girdikçe daha bir saldırganlaşıyor, İslam toplumlarının despotik iktidarlara karşı başkaldırışlarından tedirginlik duyuyor. Despotik iktidarları deviren Müslüman halkların taleplerini bütün dünyanın geleceği açısından endişe kaynağı olarak lanse ediyor.
Tahkir ve Tezyif Olmaya Hazır mıyız?
ABD ve Avrupa’nın film, karikatür, roman vs. gibi ‘sanatsal’ araçları tahrip gücü yüksek bombalara dönüştürmeyi başaran önemli bir deneyimi var. Sömürgecilik politikaları işgal, savaş, ambargo gibi ‘hard power’ unsurların yanına ifade özgürlüğü, sanatsal yaratıcılık, bilimsel gerçeklik gibi ‘soft power’ psikolojik savaş unsurlarını kuşanmış durumda.
Batı, İslam toplumlarının sinir uçlarıyla oynamayı, Müslümanları irade testine tabi tutmayı çok seviyor. İnançlara saygıdan, kutsal değerlerin dokunulmazlığından söz ediliyorsa da Batı için hemen her zaman belirleyici olan aydınlanmış aklın ürettiği faydacılıktır.
Tepkisiz kalmamak kadar adaletli ve sonuç alıcı tepkiler organize etme sorumluluğu da bize aittir. Mesela Libya, Mısır, Yemen başta olmak üzere ABD elçiliklerinin hedef alınması işgal ve sömürüye duyulan tepkinin bir göstergesi olsa da bu filmden doğrudan ABD’nin sorumlu tutulması ne kadar doğrudur?
ABD’ye eğer bir tepki gösterilecekse Afganistan ve Irak işgallerinden, Pakistan’da işlediği cinayetlerden, Ebu Gureyb, Guantanamo, Bagram vs. gibi işkence üslerinden dolayı tepki gösterilmelidir esasen. Siyonist İsrail’e verdiği destekten, despotik iktidarların bekasına yaptığı katkılardan ötürü tepki gösterilmelidir ki sadece söz konusu iğrenç filmlerin senaryosu değil sömürgeciliğin senaryosuna darbe vurulsun.
Sömürgecilik ve emperyalizm dönemlerinde Batı ideolojisi Tery Jones, Teo van Gogh, Salman Rusdi, Steven Kleın, Moris Sadek gibi insanlıktan çıkmış sapık tipleri adeta seri bir biçimde üretti. Fakat şunu unutmayalım: Kur’an yakma ayinleri tertipleyen Tery Jones isimli ‘çılgın bir rahip’tir. Ama Irak ve Afganistan’ı işgal edip yüz binleri katleden, tecavüz eden Amerikan Devleti’dir. Teo van Gogh çektiği filmle İslami değerlere savaş açan bir tek ‘sanatçı’dır. Fakat tesettürü bütün ülkede yasaklayan Fransa Devleti’dir. Karikatür krizi bağlamında yaşananları da ekleyebiliriz buraya.
Öfkenin haklı olması seçilen her hedefin de doğru ve isabetli olduğu anlamına gelmiyor. Meşru şiddeti reddeden, modern ya da post-modern pasifizm güzellemesi yapan bir çağrım yok kesinlikle.
Tekrar edelim: Allah ve Rasulüne sadakatin yolu onlara yapılan saldırılara karşı çıkmaktan geçer. Sınırsız, ölçüsüz, orantısız şiddete itirazımız var. Lakin kimse bizden zalimleri cesaretlendirip azdıracak, İslami değerleri itibarsızlaştıracak, Müslümanları kişiliksizleştirecek çirkinlikler karşısında üç maymun rolüne razı olmamızı beklemesin.
YAZIYA YORUM KAT