Hesapları Sadece Allah’a ve Ahirete Göre Yapmak
Mümin olmak, Allaha ve ahiret gününe iman etmek demek. Gerçek iman, Allah’ı tek ilah ve rab, dünyayı geçici imtihan yeri, ahireti gerçek ve daimi hayat yurdu olarak kabul etmek; İslam ise, bu imanın gereğince dünya hayatını imtihan bilinci ve gereğince yaşayarak hayatını salih amel kılmaktır.
Yani bir mü’min, iman ettiği andan itibaren, Allah merkezli bir hayata ve hüküm gününe odaklanacak; bu dünyayı bir bela (imtihan) yeri kabul ederek, bu imtihanın gereğini yerine getirmeye gayret edecektir. (67.Mülk Suresi 1 ve 2. ayetler).
İnsan her işinde, bilinçli veya bilinçsiz, mutlaka bir kazanç peşindedir ve bu kazancın hesabını yapar. 2.Bakara Suresi 286. ayette geçen, kişinin lehine olan hesaplar (ma kesebet) doğru kazanç hesaplarını, aleyhine olan hesaplarda (ma’ktesebet) yanlış kazanç hesaplarını ifade etmektedir. Kazanç hesabı olmayan hiçbir iradi eylem ve çaba söz konusu değildir. Bazı eylemlerin hesapsız yapılıyor görünmesi, çok sık yapılan işlerden olduğu için, hesapların bilinçaltında, kişinin farkına varmadan gerçekleşiyor oluşundan kaynaklanmaktadır.
Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar diyen şair, hesapsız hiç bir iradi eylemin olmadığını çok güzel ifade etmiştir. Bizler bir selamı, bir tebessümü bile belli hesaplarla yaparız. Nitekim peygamberimizden gelen bir rivayette, insanlara tebessüm etmek sadaka olarak nitelenmiştir. Tabiî ki bu tebessüm Allah rızası kazanma amacıyla (hesabıyla) yapılmışsa sadaka olmakta, aksi halde; Allah’ı hesaba katmadan, insanların rızasını kazanmak gibi, açık haram olmayan bir amaçla da yapılsa, Allah katında bir değeri bulunmamaktadır.
İnsanın hesapçılığı, aciz ve ihtiyaç sahibi bir yaratılmış olmasından dolayı, gayet normaldir ve eleştirilemez. Yüce Allah hesapsız yaşamamızı değil, tüm hesapları kendisi ve ahiret gününü dikkate alarak yapmamızı istemektedir bizden.
Her ne kadar dünyevi mal ve mevki sahipleri acziyetsiz ve ihtiyaçsız sanılsa da, aslında bu bir yanılsamadır. Bu nedenle sadece dünyevi acz ve ihtiyaç sahipleri değil, dünyevi olarak muktedir ve ihtiyaçsız sanılanlarda hesap yapar.
Mesela, vezir padişahı kolladığı gibi, padişahta veziri kollar. Çünkü, vezir padişaha ne kadar muhtaçsa, padişahta vezire ve hatta en sıradan toplum ferdine o kadar, hatta daha da muhtaçtır. Çünkü padişah olmadan fert ve toplum olurda, onlar olmadan padişahlık olmaz.
İşin esası ise, 35.Fatır Suresi 15. ayette açıklandığı üzere, istisnasız tüm insanlar (ve tüm varlıklar) aciz ve sadece Allaha muhtaç olup (el fugara), hiçbir şeye ihtiyacı olmayan kendi kendine yeterli (el ğaniyyu), eksiksiz ve övgüye layık (el hamidu) tek varlık sadece Allah’tır.
Bu nedenle, insanın hesapsız iradi eylem yapması mümkün olmadığı gibi; böyle bir iddiada bulunması da haddini aşması, bir nevi ilahlık ve rablik iddiasında bulunması anlamına gelir.
Yüce Allah insanların tüm ihtiyaçlarını (rızık) sadece kendisi karşılamakla beraber, bunu direk yapmayıp, imtihan hikmeti gereği tabi ve toplumsal birtakım vesileler perdesi altında gerçekleştirmektedir. Muvahhid bir mü’min, bu vesilelerin perde olduğunu görüp, her ne kadar vesileleri atlamasa da, sebep ve neticeyi sadece Allahtan bilir. Bu vesileleri sadece Allahın rızasını kazanmaya bir araç olarak görüp, Allahın emrettiği şekilde sarılır.
Bu durumda, dünyevi yada uhrevi her türlü hesabın sadece Allah’a göre, Allah’ın rızasını kazanma amaçlı yapılması gerektiği ortaya çıkar. Çünkü, tüm kudret elinde olan Allah’tan başka hiçbir varlık diğer bir varlığa bir fayda yada zarar veremez. Lakin, Yüce Allah dünyayı hesap görme ve karşılık yeri değil, çalışma ve ticaret yeri olarak yarattığından, hesapların sadece Allah’a göre değil, ahirete göre de yapılması, dünya odaklı olmaması gerekir.
Bu nedenle, en küçüğünden en büyüğüne tüm hesaplar, sadece Allah’tan beklenerek, beklenen karşılıkta peşin ve dünyada değil (ticaret), veresiye ve ahirette alınacak şekilde (bey’a) yapılmalıdır. Girişte söylediğimiz gibi, Allah’a ve ahirete tevhidi ve yakini bir imanın mutlak bir gereği ve sonucudur böyle yapılması. Bu nedenle, hesapları sadece Allah’a ve ahirete göre yapmak ifadesini bilinçli olarak kullanıyorum.
Çünkü hesapları sadece Allah’a göre yapmak nasıl tevhidin mutlak bir gereği ve neticesi ise, sadece ahirete göre yapmakta ahirete imanın mutlak bir gereği ve neticesidir. Hesapları Allah ile birlikte başka varlıklara göre yapmak açık yada gizli şirke (ihlas zafiyetine) sebep olduğu gibi, hesapları ahiret ile beraber dünyaya göre yapmakta, ahirete imanın zayıflığına - yakini olmayışına delalet eder. Nitekim, 2.Bakara Suresi 1 - 5 ayetlerde, hidayete tabi olan ve kurtuluşa erişen muttaki mü’minlerin temel vasıfları sayılırken, 4. ayette ahirete yakinen iman ettikleri (ve bil ahireti hum yuginune) ifade edilmiştir.
Hesapları sadece Allah’a göre yaptığı halde, sadece ahirete göre yapmamak, Yüce Allahtan hemen bu dünyada acilen karşılık beklemeyi de içeren bir durumdur. Tıpkı günümüzde bazı muhafazakar televizyon kanallarında yayınlanan sır kapısı ve benzeri filimler de olduğu gibi, hesaplar Allah’ın hemen bu dünyada karşılığını vereceği beklentisiyle yapılabilir.
Oysa Kur’anın ısrarla vurguladığı gibi, bu dünya çalışma ve imtihan alanıdır. Eksiksiz karşılık ancak ahirette alınacaktır. Bu dünyada da birtakım karşılıklar verilse bile, bu kişinin beklentisi ve talebi ile değil, genelde imtihanla ilgili birtakım hikmetlere binaen verilen karşılıklardır.
Hesapları sadece Allah’a ve ahirete göre yapmak teoride kolay gibi görünen bu durum, pratikte hiçte kolay değildir. Çünkü böyle bir duruma erişmek için, Allaha ve ahirete yakın bir iman ile Allah’a ve ahirete kavuşmayı reca (arzu ve ümitle, adeta dört gözle bekleme) edebilmek gerekiyor. Ancak bu iman seviyesinde her hesabın sadece Allah’a ve ahirete göre yapılması söz konusu olabiliyor. 10.Yunus Suresi 7’den 12’ye kadar olan ayetler okunup tefekkür edilirse, buraya kadar söylemek istediğimiz hususlar daha iyi anlaşılacaktır.
Bu imani seviyeden düşüldükçe de hesaplar karışmaya başlıyor. Sadece sözel bir imanda sözel manada hesapları sadece Allah’a ve ahirete göre yapmak söz konusu iken, düşünsel iman seviyesinde düşünsel manada, duygusal iman seviyesinde duygusal manada hesaplar sadece Allah’a ve ahirete göre yapılabilir.
Kur’anda, başta peygamberler olmak üzere, Allah’a yakınlaştırılmış (mugarrabun) olarak vasıflandırılan sabigunlar, (Allah yolunda cihatta önde olanlar), imanlarını bilinçaltlarına dek indirerek, tüm hesaplarını sadece Allah’a ve ahirete göre yapabilen muhlis ve muhles kullar olarak vasıflandırılıyorlar. (56.Vakıa Suresi 7’den 12’ye, 15.Hicr Suresi 39’dan 42’ye, 38.Sad Suresi 45’ten 48’e kadar olan ayetler).
Toplumun genelinde yukarıda açıklamaya çalıştığımız anlamda bir hesap anlayışı olmadığı için, bu şekilde hesap yapmalarını beklemek zaten doğru değil. Lakin böyle bir hesap anlayışını bilmek ve düşünsel bazda kabullenmekle de iş çözülmüyor.
Bu nedenle, hesaplarını sadece Allah’a ve ahirete göre yapması gerektiğini idrak eden ve bunu gerçekleştirmek isteyen bir müslüman, öncelikle imani seviyesini tespit edip, imanını bilinçaltına dek indirebilecek seviyede bir imani derinlik kazanmaya gayret etmelidir.
Bu süreçte de, devamlı murakabe ve muhasebe yaparak, hesaplarını nereye göre yaptığının tesbitini sık sık yapıp, tevbe ve istiğfar ile yanlışlarını eleştirmeli (levm) ve Yüce Allahtan yakıni bir iman için samimi talepte bulunmalıdır.
Hesapların sadece Allah’a ve ahirete göre yapılmasında iki boyut söz konusu olmaktadır. Gündelik işlerde (yemek, evlenmek, çocuklara bakmak vs) yapılan hesaplar ve direk Allahın rızasını kazanma amaçlı işlerde (namaz, zekat, hac, cihad, tebliğ vs) yapılan hesaplar.
Direk Allahın rızasını kazanmak amaçlı eylemlerde (namaz, hac, cihad vd.) hesapların sadece Allah’a ve ahirete göre yapılması gerektiği genelde bilinmekte ve kabul edilmekte, bu alandaki niyet karışıklıkları ise riya ve nifak olarak adlandırılmaktadır.
Gündelik işlerde hesapların sadece Allah’a ve ahirete göre yapılması gerektiği ise genelde halk tarafından bilinmediği gibi, bilenlerde bu hususlarda gerekli dikkati göstermedikleri ve muhasebe yapmadıkları için, bu alanda hesaplar ister istemez dünyevi olmakta, dünyaya bağlanmaktadır. Evlilik, çocukları okutup işe sokmak, bir işe girmek ve diğer hususlarda, genelde hesaplar Allah’tan başkalarına ve dünyaya göre yapılmaktadır.
Böyle bir durum tevhid ve ahiret imana zıt olup, adeta kulluğu ve dini bölmek manasına gelmektedir. En azından ihlas zafiyeti olan bu durum, ileri safhalarda hayatın bir kısmını kendisine, bir kısmını Allaha ayırmak anlamına gelen bir nevi yumuşatılmış laikliğe yol açacaktır ve açmaktadır.
YAZIYA YORUM KAT