Herkesin eşit olduğunu kabullendiği şehir: Ümmülkurâ
Ersin Çelik, hacda yaşadığı hisleri aktarmaya devam ederken Mekke'de olmanın ne demek olduğunu da inceliyor.
Ersin Çelik / Yeni Şafak
Ümmülkurâ: Şehirlerin Annesi şu üç günde neler yaşadı
Kurban Bayramı sabahı ve sonrasındaki üç gün boyunca Mekke’yi görmeliydiniz. Görüntüler ekranlardan kısmen yansımıştır ama burada olmak başkaydı. Önceki yıllarda gelenler bilirler, kaos görünümlü o tarifsiz heyecanı, koşuşturmayı ve insanüstü gayreti. ‘Kaos’ diyorum, çünkü şehrin var olan düzeni, tertibi bayramın dördüncü gününe kadar askıya alınmıştı.
Şöyle…
Arefe günü akşamı Arafat’tan Müzdelife’ye inen ve gece yarısından sonra buradan da Mina’ya geçip ilk günün şeytan taşlamasını yapan hacıların çok büyük bir kısmı hiç ara vermeden ziyaret tavafı için buldukları bütün yollardan Kabe’ye doğru yürümeye başladılar. Aynı anda yüzbinlerce ihramlı hacının sokaklarına, caddelerine ve bulvarlarına dağıldığı Mekke’de geçerli olan tek kural, herkesin eşit olduğunu kabullenerek birbirine müsamaha göstermesiydi.
Müzdelife’den Mina’ya kimileri 6, kimleri 8 kilometre mesafe yürüyen hacılar, hiç ara vermeden 10 kilometre uzaklıktaki Harem-i Şerif’e ulaşmak istiyordu. Araçların ilerlemesinin mümkün olmadığı Mekke’nin yolları insan seline teslim olmuştu. O kalabalık ve sıkışıklıkta adım adım ilerlerken sabah saatlerinden itibaren sıcaklık 45 dereceye yükseldi. Yorgun, güneşin alnında kalan hacılar buldukları gölgeliklerde soluklanıyorlardı. Otellerin lobileri, kaldırımlar ve süper marketlerin reyon araları dahi yoldan geçen hacıların sığınakları olmuştu. İşletmelerin sergiledikleri anlayış, takdire şayandı. Sokaklarda su dağıtan, yemek ikram eden hayırseverler de vardı. Bazı polisler insanları yönlendirme vazifelerinin yanı sıra ellerindeki fısfıslardan su sıkarak hacıları serinletiyorlardı.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ümmü’l-Kurâ”, yani ‘Şehirlerin Annesi’ ismiyle de zikredilen Mekke, kendisine ibadet için gelen, sığınan herkesi bağrına basmıştı adeta.
“Taşına, toprağına peygamber kokusu sinmiş bu güzel şehirde, “habibim” dediğin Peygamber Efendimizin (s.a.s.) İslam’ı tebliğ etmek için çektiği çileler düşüyor hatırımıza. O’nun, ‘Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere maruz kaldım.’ deyişini hatırladıkça gözlerimiz doluyor, içimiz yanıyor, çektiği eza ve cefalar yüreklerimizi dağlıyor. Şimdi yine zamanın çileli yıllarına düştü yolumuz. Dermansız kaldı dizlerimiz, zayıf düştü yüreklerimiz. Habib-i Zişan Efendimizin (s.a.s.) dualarıyla Sana yalvarıyoruz. Bizi sahipsiz bırakma Allah’ım.” (Prof. Ali Erbaş, Vakfe duası)
Kolay değildi ve tecrübe etmeyen asla anlayamaz. Vazifeleri tamamlama koşuşturmasına eklenen fiziki zorluklar ise ancak imanla ve ibadet aşkıyla aşılıyordu. Üç gün boyunca baştan başa hareket halinde olan Mekke’nin bir ucundan şeytan taşlamaya gidenler, diğer ucundan tavaf yapmak için Kabe yollarına düşenler, gece ve gündüz hep yollardaydı. İslâm kapısının bütün insanlığa açılan şehri, kutlu davete koşup gelen ve Allah’a kulluk vazifelerini yerine getirme telaşında olan her milletten, her renkten ve her statüden Müslümanla bir kez daha hemhal oluyordu.
Güneş yakıyor, nefes aldırmıyordu. Öyle ki bayramın ikinci günü sıcaklıklar 50 dereceyi geçince Cemarat kapatıldı, Mina’ya gidişler durduruldu. Lakin çok değil iki saat sonra bir anda başlayan sağanak yağmur hacılara “durmayın, ibadetlerinizi yetiştirin” müjdesini veriyordu sanki.
Her adımı büyük bir ders, her adımı insanı şekillendiren, çeki düzen verip kendine getiren Mekke… Az önce belki bir zorluktan veya eksiklikten dem vuranlar, şehrin sokaklarında şahit oldukları türlü imkansızlıklar karşısında kendine geliyor, her hallerine şükrediyorlar. Durmaksızın süren milyonların seğirtmesi başka şehirlerde yaşansa tüm sistem çökerdi belki de. Böylesine insan yükünü ancak ve ancak gücünü, kudretini Allah’tan alan Mekke şehri taşıyabilirdi.
Tam da Ali İmran suresinde zikredildiği gibi; “Bütün insanlık için bir bereket kaynağı, bir hidâyet rehberi ve bir yönelme merkezi olan Mekke…”
Ve Mekke, canları ve mallarıyla kendisine emanet edilen misafirlerini yolculuyor şimdi. Şeytan taşlamanın üçüncü günü durağanlaşan şehir bir anda kendine has sakinliğine kavuştu.
Allah’ın üzerine yemin edip güvenli kıldığı Mekke; yorduk seni ve şimdi bizler de ayrılıyoruz senden. Hüzünle, buğulu gözlerle ve yeniden kavuşma dualarıyla yapıyoruz veda tavaflarımızı. Allah, verdiğimiz sözleri, ahitlerimizi yerine getirmeyi nasip etsin.
Şimdi yeniden yollara düşüyoruz çünkü münevver şehir Medine’ye gidiyoruz. Peygamber Efendimiz’e kucak açan güzel beldeye varacak olmanın heyecanı var üzerimizde.
Nasip olursa Medine notlarımı da aktarmaya gayret edeceğim.
HABERE YORUM KAT