Herkes için ADALET mümkün mü?
Türkiye’de yaşanan garipliklerden biri de kendiniz gibi düşünmeyen, size göre farklı mahalleden olan biri için adalet istediğinizde başınıza gelenlerdir. Sizin gibi inanan biri için adalet istediğinizde sizi baş üstünde tutanlar, sırf haksızlığa uğradığını düşündüğünüz farklı görüşten biri için adalet istediğinizde linç girişimine başlarlar. Hatta iş hain ilan edilmeye kadar bile varabilir. Çünkü büyük bir hata yapıp(!) farklı görüşten birinin hak ve adaletini savunmuşsunuzdur. Bu konuda bir takım kesimlerin tavırları bizim için anlaşılabilir belki. Çünkü onların sahip oldukları düşünce zemini, ideolojik bagajları buna izin vermeyebilir. Fakat bazı istisnalar hariç hem yaşadığımız coğrafyanın hem de yeryüzünün vicdanı olması gereken Müslümanların hak ve adalet konusunda genel olarak kimlikçi ve mahalleci bir tavır içinde olmaları gerçekten anlaşılır gibi değil.
Konuyu biraz daha açmak için şu soruları sormak istiyorum: “Bir kişinin hak ve adaletini savunmak için illa o kişinin bizim gibi düşünüp inanması mı gerekir? Veya bir insan en büyük düşmanımız bile olsa sırf insan olduğu için onun hak ve hukukunu savunamaz mıyız? Peki bu konuya kaynaklarımız nasıl yaklaşıyor, İslam’ın hak ve adalet konusundaki tavrı nedir?”
“Allah Rasulü daha 20 yaşındadır. Bir tüccar malını satmak için Yemen’den Mekke’ye gelir. Mekkeli As Bin Vail adamın elinden malını almış, Yemenli tüccara parasını vermemiştir. Adam artık çaresiz kalınca Safa Tepesi’ne çıkıp haykırmaya başlar: ‘Ey Mekkeliler! Ey Kureyş ahalisi! Hiç mi içinizde adil bir insan yok? Hiç mi hak, hukuk bilen kimse yok?’ Bu haykırışa ilk icabet eden Zübeyr Bir Abdulmuttalip olur. Zübeyr Bin Abdulmuttalib’in Yemenli tüccara sahip çıkmaya yeltenmesiyle Mekke’nin faziletli insanları, hak ve adalet savunucuları bir araya gelir. Abdullah Bin Cüdan’ın evinde bir sözleşme hazırlanır. Bu sözleşmenin dört temel maddesi vardır ve bu maddeler şunlardır:
-Kim olursa olsun, ister iyi ister kötü olsun eğer mazlumsa, hakkı gasp edilmişse o mazlumun yanında yer alacağız.
-Kim olursa olsun zalimin karşısında duracağız.
-Hira ve Sebir Dağları yerinde durduğu sürece, denizler yalnızca bir süngeri ıslatabilecek kadar kalana dek verdiğimiz söze sadık kalacağız.
-Bir mazlumun hakkı alınıncaya kadar birbirimizle yardımlaşacağız.
Dört temel maddeyle kurulan Hilful Füdul Anlaşması yürürlüğe girmiş ve ilk olarak As Bin Vail’e gidilip Yemenli tüccarın mallarının bedeli alınıp sahibine verilmiştir. Hilful Füdul Oluşumu bu olayla kalmamış insanların kimliklerine bakmadan kim olursa olsun zulme uğrayanlara sahip çıkmıştır. Peygamberimiz de yıllar sonra bu anlaşmayla ilgili: ‘Ben Cahiliye döneminde bir sözleşmeye davet edilmiştim. O sözleşme benim için kızıl tüylü develerden daha hayırlıydı. Bugün çağrılsam yine giderim.’ diye buyurarak vahiy sonrası bu anlaşmayı övmüştür.”
Siyer kaynaklarının tamamına yakınında geçen Hilful Füdul Antlaşması ve vahiy sonrası Peygamberimizin Hilful Füdul Anlaşması’nı övmesi açık şekilde bir Müslüman’ın sahip olması gereken adalet anlayışını da ortaya koymaktadır. İslam’ın adalet anlayışında sadece bizim gibi inanan, bizim gibi düşünen veya bizim grubumuzdan veya partimizden olanların haklarını savunmak değil; kim olursa olsun hatta bizim tam karşıtımız bile olsa haksızlığa uğrayanların hak ve adaletini savunmak vardır. Siz görüşüne bakmadan birinin hak ve adaletini savunurken o kişiyi değil; aslında sadece hak ve adaleti savunmuş olursunuz. Yine kitabımız Kur’an da inananları hukuk önünde yakınlarını koruma tehlikesine karşı uyarmış ve ortaya müthiş bir adalet perspektifi koymuştur. Maide Suresi’nin 8. ayetinde “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutunuz; kendiniz, anne babanız ve akrabanız aleyhine de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara sizden daha yakındır. İğreti arzularınıza uyup adaletten sapmayınız. Eğer şahitlik ederken dilinizi eğip bükerseniz ya da doğruyu söylemezseniz muhakkak ki Allah yaptıklarınızı bilir.”
Fıkıh kaynaklarımızda da adalet konusunda konuşulup gündemleştirilmesi gereken örnekler vardır. Mesela Hanefilere göre ademiyyet yani insan olmak hak ve sorumlulukların kaynağıdır. Hanefiler bunu “İsmet Ademiyetledir” şeklinde formülleştirmişlerdir. Yani insanın doğuştan sadece insan olduğu için dokunulmaz, tartışılmaz hakları vardır. Ayrıca Hanefi fıkhında devletin eman verdiği bir kâfir bir Müslüman tarafından haksız bir şekilde öldürülür ve Müslüman suçlu bulunursa karşı taraf kısas hakkı elde eder. Öldürülen kişinin dinine bakılmaz, burada önemli olan sırf insan olduğu için öldürülen kişinin hakkını ve İslam devletinden eman aldığı için vatandaşlık hukukunu korumaktır.
Herkes için adalet mümkün müdür? Evet mümkündür. Hak ve adalet konusunda bugün yaşadığımız sorunların birçoğu da ancak bütün insanlar için adalet istemek ve bu anlayışı hayata geçirmekle aşılabilir. İslam yeryüzünün tüm haksızlık ve adaletsizliklerini çözecek ilkelere sahipken bizler Müslümanlar olarak ne yazık ki bu ilkelerden fersah fersah uzağız. Eğer öyle olmasaydı içinden geçtiğimiz dönemde sırf İslami ve vicdani duyguları nedeniyle herkes için adalet isteyen Müslümanlar bu kadar az olmaz, bir avuç insan bu denli yalnız bırakılmazdı.
YAZIYA YORUM KAT