Herkes çok şaşırabilir
Yolsuzluk suçlamasının tümüyle uydurulmuş bir senaryoya dayandığını düşünen kimse yok. Sonuçta ya bireysel bir ahlaksızlığa ya da kurumsal bir usulsüzlüğe doğru ilerleyen bir yargı süreci ile karşılaşacağız ve hangisi olursa olsun hükümete darbe vuracak.
Ayrıca pratikte adli kolluk olarak çalışan emniyet görevlilerinin kendi üstlerine bilgi vermesine yönelik düzenleme de üstü örtülebilir nitelikte değil. AKP bu adımla bizzat kendi eliyle yaptığı bir reform düzenlemesini geri almış oldu. İptal sürecine girmiş olsa da, bu hamle hükümetin prestijini aşağı çekecek. Ne var ki böyle kıran kırana giden ve bel altından işleyen kavgalarda esas soru herhangi bir tarafın ne derece yara aldığı değil, telafi etme şansının ve gücünün olup olmamasıdır. Eğer hükümet bir yandan yolsuzluk soruşturmasından çıkacak sonucun gereğini yapmayı kabulleneceğini beyan eder, diğer yandan da kollukla ilgili düzenlemenin nedenini anlatıp toplumu bu değişikliğin geçiciliğine ikna ederse süreçten sanılanın ve umulanın aksine hasar almadan çıkabilir.
Unutmamak gerek ki, önümüzdeki seçimler dönemi toplumun çoğunluğu açısından yolsuzluğun gerçek olup olmadığından veya yargıya müdahale suçlamasından çok daha önemli. Yolsuzluk da, kararname de ‘geçici' olgular. Bundan üç yıl sonrasını bile etkileme özellikleri yok. Oysa seçimler Türkiye'nin dönüşüm yönünde nihai bir dönemece girip girmeyeceğini belirleyecek. Diğer bir deyişle art arda yaşanacak bu üç seçim, ülkenin kaderi üzerinde en az 10 yıla uzanan epeyce kalıcı bir etki bırakmaya aday.
Dolayısıyla hükümetin yanlışları ve zaafları her ne kadar önemli gözükse de, toplumun geniş kesimleri için anlamlı olan soru, nasıl bir geleceğe yöneleceğimiz ve bu geleceği kimin taşıyacağıdır. Bu bağlamda yerel seçimlerde AKP'nin alacağı oy, diğer seçimlerin atmosferini ve AKP karşıtı cephenin özgüvenini de etkileyecek, söz konusu koalisyonun çeşitli yurtiçi ve dışı odaklarca desteklenmesine yol açabilecek… Bu tablo, seçmenin önünde yerel seçimi aşan bir tercih anı olduğunu ortaya koyuyor. Yaşadığımız çatışma süreci yerel seçimi asli niteliğinden uzaklaştırmış durumda ve çok muhtemelen Başbakan, bu anlam değişimini daha da vurgulayacak bir strateji izleyecek. Çünkü sorunun ebatlarını ne denli genişletir ve arka planı ne denli derinleştirirseniz, yolsuzluk ihtimalinin ağırlığını da göreceli olarak o kadar azaltır ve toplumun perspektifini AKP'nin lehine olan bir bakışa yöneltebilirsiniz.
Nitekim Erdoğan, Gezi sürecinde öğrendiğini şimdi yeniden hayata geçiriyor. Yaşananların anlamını daha geniş bir bağlama oturtmakla kalmıyor, kendisine yönelik tehdidin aslında Türkiye'nin, yani doğrudan toplumun ve sıradan insanların çıkarına zarar verdiğini anlatıyor. Bu tehdidin yurtdışından da desteklenen bir projenin uzantısı olduğunu iddia edebildiği ölçüde, kendi konumunu ‘milli' olarak tanımlayabiliyor ve AKP'nin düşürülmesini hedefleyen karşıtlarını da ‘gayri milli' bir konuma düşürüyor. Halk Bankası soruşturmasının diğer dosyalarla birleştirilerek kullanılması ve bu bankanın bir tür merkez bankası işlevi görüyor olması, Başbakan'ın inandırıcılığını artıran unsurlar. Türkiye'nin zenginleşmek, dünyaya entegre olmak ve bu süreçte özgüvenli bir kimliğe kavuşmak isteyen yaygın seçmen profili açısından bu stratejinin epeyce işlevsel olacağını öngörmek gerek. Eğer buna karşı sadece ‘yolsuzluk' teranesi ile çıkılırsa, çok şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşılabilir. Erdoğan'ın asıl avantajı ise muhakkak ki AKP karşıtı cephenin bizzat muhafazakâr ve melezleşmiş kitlelerin gözündeki olumsuz niteliğidir. Toplumun yüzde elliyi aşan bir kesiminin her halükârda son on yılın kazanımlarını kaybetmek istemediğini, bu korkuyu derinden duyduğunu ve böyle bir tehdit altında kategorik olarak AKP'ye oy vereceğini varsaymak gerçekçi gözüküyor. Yolsuzluk soruşturmalarının zamanlaması, birleştirilerek kullanılması ve araya Fatih Belediyesi'ne ilişkin gerçekte içi boş olma ihtimali çok kuvvetli bir ‘tampon' dosya konulması, Başbakan'ın ‘asıl amaç ne?' sorusunun seçmen nezdinde de siyasallaşmasına neden oluyor. Eğer yaşanan çatışmanın özü ‘siyasi' ise seçmenin tercihinin de ‘siyasi' olacağı açık… Üstelik böyle bir değerlendirme içinde, yolsuzluk konusunda ısrar edip işin siyasi yönüne değinmeyenler daha da ‘siyasi' olarak algılanıyorlar.
Mesele neyin Türkiye'nin lehine ve kimin geleceğin taşıyıcısı olduğu noktasına geldiğinde AKP hâlâ rakipsiz ve sonucun da ikinci bir Gezi'ye dönüşme ihtimali çok kuvvetli… Yani önce bir tür ‘devrim' hayali, ardından AKP'nin konsolide olan gücü karşısında sukut-u hayal…
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT