Herkes askerlik anılarını yazsın
Bir dönem sona eriyor. Geçmiş dönemin nasıl olduğunu unutmamak için herkes askerlik anılarını yazsın.. Yazsın ki bunlar unutulmasın ve bir daha o günlere geri dönmeyelim. Çocuklarına anlatsınlar yaşadıklarını ve dostları ile paylaşsınlar. Bir “mıntıka temizliği” yapalım ve buna önce biz başlayalım.
Kısa devre erdim.. Yıl 1980 Burdur 58. Er Eğitim Tugayı telli muhabere. İlk gittiğim günden başladı terslik. Ayağıma ayakkabı, üstüme elbise bulamadılar. Boyuma göre olan bol, bedenime göre olanı kısa.. Tutturamadılar.. Yemin töreninde de ayakkabı krizi yaşandı. Neyse eğitime çıkacağız, ayakta normal ayakkabı olmaz dediler. Ayakkabı bulunana kadar görev yerimiz belli oldu. Tuvalet bekçiliği.. Kim çıkarsa arkasından bir kova su dökme görevi.. Yerde leke olmayacak.. Başbakanlık muhabirliği, TBMM muhabirliği, yazarlık yapmış bir gazeteciden daha iyi kim anlar bu işi.
Zaten dışarıda eğitim diye yürüme öğretiliyor.. Millet yürümeyi bilmiyor çünkü. “Ali Mektebi”
Kısa sürede koğuş bekçiliğine terfi ettim.. Boyum uzun ya, ayağım ranzadan dışarı çıkıyor. Ben erken kalkıp herkesi uyandırıyorum. Yatakları bozuk olanların yataklarını düzeltiyorum..
Dışarıdan “Baldız türküsü” söyleyerek koşan askerin sesi geliyor..
Bu arada komutan gelecekmiş, bütün taşlar boyandı. 1980 sonrası ilk kısa devre ya, bir sürü üniversite mezunu insan var. Akademik kariyer sahipleri, bürokraside görev yapanlar.. Ee, bir kütüphane lazım.. Hemen bir oda hazırlandı ve kütüphane kurmakla görevlendirildim.. Hemen işe koyulduk, Kültür Bakanlığı’ndan başlayıp, belediyelere, odalara yazılar yazdım, telefon ettik, telgraflar çekildi.. Koli koli kitap geldi. Komutan geldi gitti, bir teftiş, kapısına kilit vuruldu. Sonra o oda başka bir işe tahsis edildi. Kitapların ise yerinde yeller esiyordu.. Subaylar, kime ne lazımsa almış gitmiş.
Arkadaşlara soruyorum, Atatürk ilke ve inkılablarını öğreniyorlarmış eğitimde. Milli Güvenlik, İnkılab tarihi yetmemiş, burada da laiklik, irtica filan işte o bildik şeyler bir daha anlatılıyormuş..
Ayrıca biz telli muhaberedeyiz ya, sınıfta “eğitim” varmış gittik. Telefonun mikrofonu neresi, ahize neresi, manyetoyu, arama kadranı ve kabloların nasıl bağlanacağını öğrettiler..
Soruyor, tekmil veriyorsun, ayağa kalkıp bağıra bağıra burası mikrofon, burası ahize diye cevap veriyorsun. Topçu birliğiyiz, herkes bağırarak konuşmak zorunda..
Askerde ne öğrendin derseniz patates ve soğan soymayı, bir de telefon cihazının nasıl kullanılacağını.
Yemekler midemi bozdu, ilk günlerde temizlik hak getire. Şimdi daha iyidir. Doktora gideyim de “kalbim sıkışıyor” diyeyim, belki bir izin koparabilirsem, birkaç gün kendime geleyim, evci çıkarırlar belki diye hayal ediyorum.. Sabahın köründe revire gittik, arkalardayım, benden sonra 5-6 kişi var.. Doktor bir kalbimi dinledi, bir başka doktoru çağırdı, sonra bir ambulans geldi, “seni Isparta askeri mevki hastanesine yetiştireceğiz” dediler.. Isparta’ya gittik, “GATA’ya, Ankara’ya” dediler.. 1 ay hastanede kaldım. Meğer Marfan Sendromu varmış, kalbin aort girişinde genişleme ve incelme var. El ve ayaklarım zaten bundan dolayı büyükmüş. Neyse, onu da öğrendik, döndük geldik Burdur’a. Hayatımı yakından ilgilendiren bir sağlık sorununu da bu vesile ile öğrenmiş oldum.
Hâlâ ayakkabı yok. Aşçılığa terfi ettim. Yine patates, soğan soyuyordum. Mercimek-pirinç ayıkladık. Dışarıda ne olup bittiğini arkadaşlardan öğreniyordum. Mavzerle uçak avlıyorlarmış.. Şaka değil, bana da öğrettiler, verin elime mavzeri uçak avlayayım size kuş avlar gibi!
Bir de kalp hastalığı çıktı ya, ağır işler vermiyorlar.. Mutfakta soğan-patates soyma işi de uzun sürmedi, bahçıvanlığa terfi ettim.. Bağ-bahçe, budama işleri. Sevdim bu işi. Çimenleri filan suluyorum.. Maksat vatan kurulsun. Her şey vatan için! Askerlerden askerlik hatıralarını dinliyorum. Sille tokat, ana avrat, Allah-kitap gidiyormuş işler.. Bir kafaya takmayagörsünler.. Ama artık olmayacak bu işler inşallah.. Bu arada aç-aç geceleri, hamam rezaletleri, neyse 4 aydı da fazla sürmedi.. Komutan veda konuşmasında bana teşekkür etti. Rapor almam mümkün olduğu halde askerliği tercih ettiğim için..
Hayatımın ergenlik zamanından sonra boşa geçen zamanı idi o dönem..
Bir Ermeni ve bir de Yahudi vardı. Millet onlarla dalga geçiyordu. Onları korumaya çalıştım. Bir de Hristiyanlık ve Yahudilik, İncil ve Tevrat konusunda sorusu olanların sorularını cevaplandırıyordum.. Yani fahri kışla imamı!
12 Eylül’de aranırken ben GATA’da yatıyordum. Bilgisayar yok, bulamadılar. Bir de müstear isimle yazıyordum o zaman, Abdurrahman Dilipak’ı değil, Tarık Behlül’ü biliyor insanlar.. Dilipak 80 sonrası çıktı ortaya. Dilerim gelecek günler daha güzel olur.. Bizim katlanmak zorunda olduğumuz zorluklar çocuklarımız için baht kaynağı olsun diye, herkes başından geçeni bir yazsın da, zihinler tazelensin.. Gençlere zorla sigara içirmesinler, subaylar içki içmeye, dans etmeye zorlanmasın. İnsanların inançlarına saygı gösterilsin. İnsan onuruna yakışmayan muameleler olmasın. Selam ve dua ile.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT