Heratlı Herire'ye varan dil
Özgür-der Diyarbakır şubesinin 24-25 Temmuz 2010 tarihinde Diyarbakır'da gerçekleştirdiği Kürt Sorunu Forumu'nda bazıları Kuzey Irak'tan gelen Kürt milletvekilleri olmak üzere 28 konuşmacı söz aldı.
Forumdaki konuşmamın dile yoğunlaşan kısmını özetlemek istiyorum.
Rum Suresi farklılıklarımızın mahiyeti hakkında bize kaynaklık eden ayetler içerir.
"Ölüden diriyi, diriden de ölüyü o çıkarıyor, yeryüzünü ölümünün ardından o canlandırıyor. Sizi topraktan yaratması, O'nun varlığının delillerindendir. Sonra siz her tarafa yayılan insanlar oluverdiniz. Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de onun varlığının delillerindendir. O'nun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için alınacak dersler vardır." 19. ayetten başlayarak 22. ayete kadar peşpeşe zikretmemin sebebi dilden hangi bağlamda söz edildiğini daha net görmek içindir. Kâinattaki ahengin ve uyumun bir parçası olarak muazzam bir varoluşun parçasıdır dilimiz. Birçok yazar dilin bir yurtlanma yeri olduğunu, varlığın idrak edildiği, inşa edildiği bir ev olduğunu farklı biçimlerde ifade eder. Dil, toprağın, sevginin, merhametin yerlerin ve göklerin hikmetinin bir devamıdır. Ayetlerde de lisanların ve renklerin (farklı etnik, kültürel ve coğrafi aidiyetler) sözünün edildiği şiirsel söylem tam da kim olduğumuzun temellendirildiği o en ürpertici açıklamanın tam ortasında yer almakta. Her birimizin kendimizi ifade etmek, varolanı anlamak ve anlatmak, iletişim kurmak için kullandığımız diller birer ayettir ve kimse bu dilleri konuşma, geliştirme, şarkısını şiirini yaratma, paylaşma, ana dilde eğitim görme hakkını elimizden alma hakkına sahip olamaz.
1925'te Şark İslah Planı çerçevesinde Kürt halkının çarşıda pazarda, hatta kişisel diyaloglarında bile kendi dillerini konuşmalarının yasaklanması nasıl olabildi öyleyse? Nasıl on yıllarca sürdürülebildi ve hepimiz yaşarken ve hayattayken nasıl oldu da bu ağır hak ihlali bir tepki görmedi? Buna dağılan imparatorluktan tek parça yekpare bir millet çıkarma, ulus inşa etme sürecinde hoyratça ve cehaletle vahşice yollara sapma, medya yoluyla yaşanan hakikate karartma uygulama, baskılar, sindirmeler, mahrum bırakmalar yüzünden elimizin kolumuzun bağlı olması gibi birçok açıklama getirilecektir.
Hiçbir açıklama hiç değilse son on yılda artık ayan beyan yaşananlara neden gereken duyarlılığın gösterilemediğini anlamamız için yeterli değil. Kürt ya da Türk bu konuda statükocu, sağcı, devletçi tutumları benimseyen dindar insanların, içinde varoldukları kurumları, cemaatleri, partileri elbette analiz etmek gerekli. Buradan hareketle İslam kardeşliğini işlevsiz görecek noktaya gelmek hataları bir başka hatayla karşılamak bizi biraz daha birbirimizden uzaklaştırır ve yaprak gibi savurur. Bu yüzden bütün bu hastalıklardan arınmak için düzenlenen forumu takdirle karşılıyorum ve çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Fakat hiç kimse onulmaz acılar çektirilen ve açıkçası haline seyirci kaldığımız Kürt halkına beyaz Müslüman üsttenciliğiyle, vesayet dilini yeniden hatırlatan, ders veren bir üslupla konuşmamalı. Tam ve eksiksiz bir arınma olmalı zihnimizde ve dilimizde.
Statükoyu aşamamış kimi dindar insanların büyük bir bölümü ulusalcı bakış açılarını tekrarlayarak "ne istiyor Kürtler, başbakan, bakan, hatta cumhurbaşkanı bile olabiliyorlar" demekten kendilerini alamıyorlar, bunların dillendirilmesi, unutulmaması gerekir ki önümüzü iyi görelim. Evet bakan oldu mesela Şerafettin Elçi, daralan Türkiye'de toprakları Suriye içinde kalan, bir anda sıfıra vuran, sorgulanan, yargılanan bir ailenin çocuğu olarak Mardin milletvekili de oldu, Bayındırlık Bakanı da. Ne zaman ki "bu ülkede Kürtler vardır ve ben de Kürt'üm" dedi, bunun için otuz ay cezaevinde yattı. Leyla Zana'nın Kürtçe bir cümle için ödediği bedeli biliyoruz. Ahmet Kaya'nın sadece Kürtçe şarkı yapacağını söylediğinde başına gelenleri artık bilmeyen kalmadı. Altan Tan'ın kitabından öğrendiğimize göre Musa Anter de sadece bir ezgiyi ıslıkla çalarken Kürtçe şarkı söyleme gerekçesiyle tutuklanmış. Diyarbakır'da konuştuğum bazı kadınlar özellikle de ilçelerde düğünlerin basıldığını, Kürtçe şarkıları susturmak için yıllarca taciz edildiklerini, en güzel günlerinin zehir edildiğini, gönüllerince ve korkusuzca ağıtlarını, şarkılarını, manilerini söyleyemediklerini anlattılar.
Doktora, mahkemeye giden kadınlar hatta çoğu zaman erkekler de Türkçe konuşamadıkları için aşağılandılar ve konuşmayı bilmeyen, dili olmayan insan muamelesi gördüler. Oysa olması gereken, bir yandan halkın rıza ve gönüllülük esası içinde Türkçe öğrenmesini sağlamaya çalışırken, istemeyenin öğrenmeme hakkına saygı duyarken, öte yandan bölgeye giden insanların ikinci bir lisan olarak Kürtçe öğrenmelerinin, bir doktorun mesela hastasının derdini anlamak için bu yönde çaba sarf etmesinin yolunun açılmasıydı.
Ağabeyim İsviçre'de uzun yıllar doktorluk yaparken gelen hastaların konuştuğu Fransızca, İtalyanca ve Almancayı öğrenmekle kalmamış, çocuk doktoru olması yüzünden Bern şehrinin bir bölgesinden gelen ve ana akım Almancayı bilmeyen çocukların derdini birinci elden anlamak için Bern Deutsch denilen bir diyalekti de öğrenmişti hastalarına saygısından.
Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, Yedikule gibi konser alanları dünyanın her yerinden gelip envai çeşit dilde şarkı söyleyen sanatçılara sonuna dek açıkken, Kürtçe şarkılarını söylemelerine izin verilmemesi sadece Kürtlerin değil hepimizin hakkını gasp etmektir. Aynur, Nilüfer Akbal, Şiwan Perver dinlemek için Avrupa'ya mı gitmesi gerekiyor insanların? Müslümanlar Kürtçe şarkılar, konserler için kampanya yapsa keşke, ne kadar yakışır.
Aslında bir entelektüele düşen, ülkesinde konuşulan dillere orta düzeyde bile olsa aşina olmak, birlikte yaşadığı insanların hissiyatına, kültürüne, edebiyat ve sanatına derinlemesine nüfuz etmeye çalışmak. Bu manada ülkemizde hakiki bir entelektüele rastlamak istisnalar dışında imkânsızdır. Sadece Batı dillerini konuşan, Batı'yı izleyen insanlar bu ükenin entelektüeli nasıl olabilir ki?
İnsanlar ana dilini konuşamasın diye 40 bin genç insanı kaybettik. 500 milyar doları kendi halkımızı katletmeye harcadık. Bu bizim kendi içimizde yaşadığımız bir daralma ve elbette kendimizden yola çıkarak, yeni bir zihinsel paradigma inşa ederek yol almak zorundayız. Fakat hiç kimse dışarıdan müdahaleleri de görmezden gelemez.
Bugünlerde Nilüfer Akbal'ın Herire adlı yeni bir şarkısı var ki heyecan verici. Heratlı bir Afgan kadınından söz eden şarkı. Savaşın acılarına, onulmaz üzüntü ve sıkıntılara rağmen hüzünle de olsa başı dik, onurla karşıdan gelen güzel bir kadını anlatıyor. Türkçe, Kürtçenin içinden geçerek hatta Farsçayla da kimi cümlelerde buluşarak Herat'a ulaşmış. İşte bu içimizin en saklı yerlerinden yol bulup akan kardeşlik nehrinin yolunu kesmek, incelmiş duyarlılığı parçalamak, muhayyilenin sınırları aşmasını engellemek isteyen dünya hegemonlarına inat, Herire'ye uzanan dili kurmak, yara almış güven duygumuzu onarmak zorundayız. Bu da kuru ifadelerle olmaz. Dağdaki gençlerimiz de dahil hiç kimseyi dışarıda bırakmayan bir barış söylemi geliştirmekle, kendimiz için istediğimiz her şeyi, ama her şeyi Kürt kardeşlerimiz için de istemekle olur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT