Her yol Suriye’ye mi çıkıyor
Sadece bir dış haberci için değil, sıradan bir gündem takipçisinin bile başını döndürebilecek bir hızla düştü ajanslara haberler. Diyarbakır’da gerçekleşen Newroz kutlamasında Abdullah Öcalan’ın yaptığı tarihî çağrıyı çevirirken dünya medyası, bir yandan İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi ile sarsıldı.
Tüm bunlar olurken, Amerikan Başkanı Barack Obama, Ürdün Kralı Abdullah ile basın açıklaması düzenliyor, Lübnan Başkanı Necib Mikati istifa ediyor, Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry Bağdat’ta Irak Başbakanı Maliki’nin çok da hoşuna gitmeyecek beyanlar veriyor. Suriye’deki Kürt hareketinin önemli bir temsilcisi olan ve PKK ile organik bağları bulunan PYD, Türkiye’deki barış sürecine tam destek verdiklerini ilan ediyor. Bir yandan Suriyeli rejime muhalif Aleviler, Kahire’de toplanıyor ve Esed sonrası bir Suriye için yol haritası belirliyor.
Bütün bu gelişmelerin kendine özgü iç dinamikleri var elbette. Ancak bu ortak bölgesel sonuçları olmadığı anlamına da gelmiyor. Abdullah Öcalan’ın “Yeni bir Türkiye için, yeni bir Ortadoğu için, yeni bir gelecek için uyanıyoruz” ifadesinde özetlenen ve yeni ittifaklar ile şekillenecek bir süreç işliyor. Arap devrimleri ile Soğuk Savaş dönemi yükünü atan bir bölgede yeni bir siyaset üretiliyor.
Dün dünde kalırken, bölgeye dair yeni şeyler söylemek lazım
Bu süreci artık miadını doldurmuş, hiçbir dinamiği açıklayamayan, klişe ve ezberci analizler ile ifade etmek sadece fikirsel bir geriliği göstermiyor; Türkiye’nin bölge Kürtleri ve Arapları ile sürdürülebilir siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmesini “emperyalist” vizyon ile açıklamak aynı zamanda fikirsel bir kötücüllüğe de tekabül ediyor. Bir tür beyaz adam kibri ile Türk, Kürt, Arap çocukları tuzu kuru analistlerin slogan desteği dışında bir fedakârlık yapmadıkları bir “anti-emperyalist” savaşın zayiatı olarak görülüyor. Bu halkların zenginleşmesi, dünya ile entegre olması, kendi geleceklerini tayin eden aktörler hâline gelmesi ise bu hastalıklı zihniyete göre emperyalist bir komplo oluyor.
Neyse ki artık Türk, Kürt, Arap sokağının sesi bu ideolojik bagajlar ile zehirlenmiş komplo teoricilerinin sesini bastırıyor. Bölge halkları demokrasi ve onurlu bir yaşam iradelerini ortaya koyarken, bu halkların iradelerini rehin alabileceğini düşünen her akım da tarihin çöplüğünde yerini buluyor. Başlıktaki soruya dönecek olursak, evet bir anlamda her yol Suriye’ye çıkıyor. Ancak Suriye’de düğümlenen mesele bir mezhep savaşından ziyade bölgeye dair çatışan vizyonların mücadelesi oluyor.
Tüm bu süreçte ise her şey Suriye’ye ve Esed rejiminin akıbetine kitlenmiş görünüyor. Birçok politikanın imkânları Esed rejiminin blokajına takılmış durumda. Özellikle Türkiye’nin bölgede dış politika esnekliğini ve derinliğini mevcut statüko önemli ölçüde sınırlandırmakta. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değil. Arap devrimleri ivmesini Suriye’de yitirdi ve isyan uzadıkça uluslararası desteği zayıfladı ve şüphecilerin sesi daha duyulur oldu. İşte bölgede iki üç gün içinde yaşanan bu hareketliliği bu tıkanıklığı aşmak için bu zamana kadar devrimin arkasına bir irade koymaktan ısrarla kaçınan ABD’nin de inisiyatifiyle, kolektif bir irade beyanına bağlamak mümkün olabilir. Bu irade aslında şartların zorlamasından kaynaklanmaktadır. ABD’nin düşük profilli Suriye politikası sadece kendi açısından daha fazla sorun üretmiştir zira.
Abdullah Öcalan’ın mesajlarının da sadece Türkiye gündemine değil bölge gündemine de yönelik olması bu sebepten. Türkiye’nin, kendine ayak bağı olan ve uluslararası ortamda imkânlarını sınırlandıran bu meseleyi bertaraf edebildikten sonra eli Suriye meselesinde de rahatlamış olacaktır. Aynı şekilde Türkiye-İsrail geriliminin aşılması, sadece her iki ülke açısından değil, ABD ve diğer üçüncü ülkeler açısından da, bölgede yeni bir dış politika genişlemesini getirecektir. Ve bu “dış politika genişlemesi” öncelikle ve kaçınılmaz olarak Suriye ve Esed rejimini hedef alacaktır hiç kuşkusuz.
Esed yanlıları için köprüden önceki son çıkış
Kılavuzu İran olan Esed rejiminin hâli ortadayken, bu rejimin üzerinde inşa olduğu değerler ve vizyonun bayraktarlığını yapmanın sonu, en iyimser tahminle marjinalize olmaktır. Yurtta ideolojik hegemonyasını kaybeden üçüncü dünyacı bir Kemalizm’in, bölge siyasetine dair söyleyecek sözünün kalmamış olması da sürpriz değildir.
Yeni bir bölge kuruluyor ve Türkiye de orada yerini alıyor.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT