1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. “Her nefesin âhir bil. Her geceni Kadir bil...”
“Her nefesin âhir bil. Her geceni Kadir bil...”

“Her nefesin âhir bil. Her geceni Kadir bil...”

Yaşar Değirmenci, Ramazan ayını kardeşliğimizi ve kulluğumuzu pekiştirici bir fırsat olarak değerlendirip değerlendirmediğimizi soruyor.

07 Nisan 2024 Pazar 14:45A+A-

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

Bekleyen de beklenen de biziz biz!

Ramazan ayını uğurlamaya ve Bayramı karşılamaya hazırlanırken böyle mübarek gün ve geceleri en güzel şekilde değerlendirmemiz, Rabbimizin rızasını kazandıracak ameller işlememiz gerekirken seçim sonuçları tartışılıyor, değerlendirmeler yapılıyor. Öylesine meşgul ediliyoruz ki tam bir istilaya, dijital işgale uğramışız ama farkında değiliz. TV, internet, sosyal medya, Facebook, Twetter vs. tam bir esaret! Özgürlüğün “Allah’a kulluk” ile başladığını, Allah’a kul olamayanlar nefsinin, arzu ve isteklerinin kulu olduklarını düşünmezler. “Her nefesin âhir bil. Her geceni Kadir bil” sözünü hatırlamıyoruz bile. 

 Büyük bir dünya sevgisi kapladı benliğimizi. Daha çok kazanma hırsı, daha lüks yaşama arzusu, daha iyi evlerde oturma, daha iyi arabalara binme hayalleri işgal etti yüreklerimizi. ‘Masa-kasa-nisa’ üçgeninde kaybolduk. Geçici/fâni dünya; ebedî kalıp hiç ölmeyecekmişiz modunda. “Bu dünyada gurbetteki biri veya yolcu gibi ol!” hadisi hatırlanmıyor bile. “Her nefs, ölümü tadacaktır” hükmünü unutup her ölünün hesap gününe, mahşere gittiğini, kurtuluşu/kaçışı olmayan bir “Hesap Günü” olduğu imanımızın temeli. “Elhamdülillah Müslümanım” diyen herkesin canlı tutması gereken hakikatlerden bir demet. Bu demeti verene de teşekkür edilir, hazırlanılır yolculuğa. Derdimiz, dertsizlerin ortalığa hâkimiyeti. 

Biraz da direnme gücünü kaybeden, yapması gerekenleri yapmayanların kendilerini savunmaya ve sığınacakları makul bir gerekçeye ihtiyaçları var. Ayrıca içinde bulundukları durumu meşrulaştırmak, sorumluluklardan sıyrılmak veya ertelemek için habire mazeret uyduruluyor. Tarihin her döneminde insanlar, içinden çıkamadıkları, altından kalkamadıkları konularda bir kurtarıcı bekleme yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla “kurtarıcı bekleme” düşüncesi insanlık tarihi kadar eskidir. Sebep çoğunlukla acziyet, zafiyet ve zillet halleridir. Çünkü kendilerini çaresizlik içinde gören kitleler, kurtarıcı beklentisine girerler. Artık elleri kolları bağlı, gelecek kurtarıcı için gün saymaya, hesap yapmaya başlarlar. Kısacası bu “kurtarıcı bekleme” algısı, hayra alamet değil. Seçimler Ramazan’ı gölgede bıraktı. Araçlar amaç hâline getirildi. Mümin kimliğimizin yerini kişiliksiz, kimliksiz güruh aldı.

Toplumların kurtarıcı beklentisi biraz da insanüstü özelliklerle donanımlı olması şeklinde. Kurtarıcılar, kutsanan liderler zamanla ulaşılmaz oluyor, hayatın dışında kalıyor. Bu defa kurtarıcılardan nasıl kurtulunur arayışı başlıyor. Mehdi, Mesih, Hızır, müceddid, mürşid beklentisi ile miskinleşiyorsak buna müsaade etmemek lazım. Çünkü biz Mehdi’yi beklerken, deccallar ortalığı kasıp kavuruyor, silip sömürüyor. Kurtarıcı; gökten zembille inmeyeceğine göre, gökyüzünden inen Kurtarıcı Kur’an’a sımsıkı sarılmamız gerekiyor. İndiği geceyi “bin aydan (83 yıldan fazla) daha hayırlı” gece yapan Kur’an-ı Kerim değil mi? Kitabımıza ve uygulayıcısı, hayata taşıyıcısı Peygamberimizin rehberliği varken bu arayış neyin arayışı?

Bize düşen kurtarıcı beklemek değil, önce kendimizi kurtarmak. Artık kendi ayaklarımız üzerinde durmalıyız.Bekleyen değil, beklenen olmak. Sihirli eller, kestirme formüller, ithal çözümler, ütopik beklentiler ile oyalanacak halimiz yok. Bugüne kadar ortaya çıkmayan kurtarıcıların bundan sonra çıkacağı ne malum. Kendimizi ortaya koymamız gerekiyor. Biz de zorlukları aşacak güç, zulme direnecek potansiyel de var, kendimizi aşabilirsek. Belki de bize düşen ulvi görev, kurtarıcı beklemek değil, kurtarıcı olmaktır. Ailemizden başlayarak, çevreye açılarak özne ve öncü olmak varken, başka arayışlar içinde olmak biraz da sorumluluktan kaçış değil mi? Şimdi sorumluluk bilinciyle hareket zamanı. 

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden (maiyetinizdekilerden) sorumlusunuz” nebevi sorumluluğuna dönmek varken kendimizi nasıl oyalayabiliriz?

“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” gerçeğine ne diyeceğiz?

Büyük bir ekonomik kriz yaşandığı dönemde temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları hiç görülmemiş bir şekilde artar. Eşyalardaki pahalılık artık halkın dayanamayacağı bir duruma gelir. Halk büyük âlimlerden olan Muhammed Yusuf Kandehlevi’nin yanına gelip bu durumu şikâyet ederek pahalılıktan ve fiyat artışından yakınırlar. Ondan bu duruma karşı ne yapmaları gerektiğini sorarlar. Kandehlevi onlara şu önemli nasihati yapar ve der ki: “İnsanlar ve eşyalar Allah katında iki elin, iki terazinin kefesi gibidir. Eğer Allah katında insanın değeri artarsa eşyanın değeri düşer, fiyatlar ucuzlar. Ama eğer Allah katında insanın değeri düşerse eşyanın değeri artar, fiyatlar yükselip pahalılık olur. Siz Allah katındaki değerinizi yükseltmeye bakın ki, böylece insanın değeri yükselsin ve eşyanın değeri azalıp fiyatlar düşsün.” Sonra halka dönüp şu ayeti bu söylediğine delil olarak okur: 

“O ülkelerin, peygamberlerin gönderildiği ülkelerin halkı, ileri gelenleri, idarecileri iman edip Allah’a sığınarak, emirlerine yapışsalar, günahlardan arınıp, azaptan korunsalar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davransalar, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olsalar, takvâya dayalı düzeni benimseselerdi, elbette onların üzerlerine, gökten ve yerden bolluk ve bereket kapıları açardık. Fakat onlar, kutsal kitapları ve peygamberleri yalanladılar. Biz de onları işlemeye devam ettikleri günahları, isyanları ve küfürleri sebebiyle cezalandırdık.” (7 A’raf 96)

Allah katındaki değerimiz ancak İslam kardeşliğini koruduğumuz oranda artar. Çünkü Peygamberimiz buyuruyor ki: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da onu sıkıntıdan kurtarır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah da onun ayıbını örter.” Bir toplum her türlü farklılıklarına rağmen İslam kardeşliğini koruyup birbirleriyle yardımlaşırlarsa, birbirlerinin dertleriyle dertlenirlerse, birbirlerinin sıkıntılarını giderirlerse Allah da bu kardeşlik sebebiyle o toplumu sever ve yardımını gönderir. 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum