1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Her günümüz dinimizin yaşandığı yaşatıldığı günler olmalı...
Her günümüz dinimizin yaşandığı yaşatıldığı günler olmalı...

Her günümüz dinimizin yaşandığı yaşatıldığı günler olmalı...

Yaşar Değirmenci, kandil vb. günlerin temsil ettikleri şeyin ötesinde Müslümanlar için birer kapı olduğunu belirtiyor.

27 Eylül 2023 Çarşamba 10:30A+A-

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

Kandil sonrası duygular, düşünceler 

Kandil sonrası öncelikle yapmamız gereken şey, nefis muhasebesidir. Yani kendimizi hesaba çekmektir. Her şeyin para ile ölçüldüğü, insanlar ve toplumlar arası ilişkilerin bozulduğu, huzurun yerine kargaşanın hâkim olduğu bir dünyada; insanın ruhunu derin acılardan koruyabilmek için, nefis muhasebesine her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Dinimizin ısrarla bize tavsiye ettiği bu nefis muhasebesi ihmal edilirse, insanın varlığı anlamını kaybeder. Bunun toplumdaki yansıması da arsızlık, hayâsızlık, ahlaksızlık, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, kin ve intikam duygularının yaygınlaşması, merhametsizlik ve sevgisizlik biçiminde ortaya çıkar. Nefsiyle muhasebesini hakkıyla yapanlarda ve iç dünyasına yönelenlerde görülen ilk değişim ise; bütün kötülükleri terk edip insanlığın sıkıntı ve ıstıraplarını yüreklerinde hissetmeleridir. Dinimizin hayat tarzımız olduğunu gösterelim. 

İbadetleri belli günlere tahsis etmeyelim. Her günümüz dinimizin yaşandığı yaşatıldığı günler olsun. Sadece bir ayet veya bir hadisle amel edilse toplumun huzur bulacağını unutmayalım. Bazı hadis-i şeriflerin ışığında düşünelim. 

 “Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur.” Sistematik bir dejenerasyonla karşı karşıya olunca Peygamberimizin yaşadığı şu olayı günümüzle irtibat kurarak düşünelim. Medine yılları… 

Şiddetli kıtlık ve pahalılığın Müslümanları etkilediği günler. Sıkıntıların insanları sarstığı o süreçte günler geçmesine rağmen ticaret kervanlarının da hâlâ Medine’ye gelmediği bir dönem. İşte bu zor günlerden bir gün Peygamber Efendimiz, Mescidi Nebevi’de Cuma namazı için ashabı ile birlikte ayakta hutbe okumak ile meşgul. Tam o sırada bir ticaret kervanı Medine’ye ulaşıyor. Kervanın Medine’ye girişi develerin boynundaki çıngırak sesinden ve karşılayanların def ve çalgı sesinden anlaşılıyor. Günlerdir yoklukla sarsılan bu insanlar kervana doğru harekete geçiyorlar. Öyle ki, Cuma namazı için mescidde bulunanlar da kervanın geldiği tarafa yönelip, sıkıntılarını sonlandırmak istiyorlar. Hutbe okumakta olan Rasulullah’ın yanında sadece 12 kişiden başka kimse kalmıyor. Ve şu ayet nazil oluyor: “Onlar bir ticaret ve eğlenti gördükleri zaman, seni ayakta terk ederek oraya yöneldiler. De ki: Allah’ın katında olan, eğlentiden ve ticaretten daha hayırlıdır ve Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (62 Cuma,11) Bunun üzerine Resulullah buyurdu: 

“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, sizden bir kişi kalmayacak derecede hepiniz terk edip gitmiş olsaydınız, vadide üzerinize ateş akardı.” 

İşte insanoğlunun dünya sıkıntıları ile sınavı. Resulullah’ın dizinin dibindeki ashabı nasıl etkilemiş? Peygamberimizi ayakta bırakıp kervana doğru gidenler, geçim kaygısı ile çözülenler. Allah’ın kitabına konu olan bu durum acaba bugün bize nasıl bir mesaj veriyor? Uhud savaşında da okçular tepesine yerleştirilen askerlerini Peygamberimiz tembihlememiş miydi? “Yırtıcı kuşların cesetlerimizi parçaladığını görseniz bile benden ikinci bir emir gelmeden bu tepeyi terk etmeyeceksiniz.” Bu nebevi uyarıya rağmen savaşın başında gelen galibiyet ve ganimet görüntüsü nöbetteki okçuların ayaklarını kaydırdı. Mevziiyi terk edip ganimete meylettiler. Savaşın seyri değiştiği için fatura ağır oldu. Ganimeti göreve tercih edenler, sorumluluk alanını terk edenleri düşünerek bugüne bakalım.  

Bu terk edişler sadece son ümmetin sınavı değil, insanlık tarihine baktığımızda bütün sınavların en çetin sınavı. Bugün de benzer imtihanlarla baş başa değil miyiz?  

Her kandil günleri bize bunları hatırlatıp kendimize çekidüzen verdirtmeli, İmtihan Dünyası’nda olduğumuzu unutturmamalıydı. Şimdi bu yaşanan örnekler üzerinden kendi terklerimizi ve tembelliklerimizi sorgulamak gerekmiyor mu? ‘Terki de terk’ etmeliyiz. Hayat boşluk kabul etmiyor. Fetret günlerinde miyiz yoksa gaflet mi üstümüze çöktü? Bize sirayet eden ataleti, nefsimizin arzu ve isteklerine kulluktan ne zaman, nasıl kurtulacağız? Özgürlüğün “Allah’a kulluk” ile başladığını hiç unutmayacağız. Dünya metaına, hayatın hız ve hazlarına meylettikçe zihnen, ruhen, kalben birbirimizden koptuk, değerlerimize uzak düştük. Yalnızlaşıp yabancılaştık. İyiliği gereğince emredip kötülüğü yeterince engelleyemeyip (emir bil maruf nehyi anil münker) yapmayınca dualarımız da kabul olmaz hale geldi. Egoizm, nemelazımcılık hayatımıza hâkim oldu. Fedakârlık, cömertlik, digergâmlık sözlükten bakılan kelimeler oldu. Kur’an’la temasımızı gözden geçirmek mecburiyetindeyiz. Resulullah vahyin iniş sürecinde yaşadığı fetret döneminden dolayı tedirgindi. Yoksa Rabbim beni terk mi etti? Rabbimiz Peygamberini şu ayetle teselli ediyordu. “Rabbin seni bırakmadı, terk etmedi, sana darılmadı da.” (Duha,3)

Yeter ki Allah bizi terk etmesin, gerisi ne gam! Biz Allah’ı terk etmezsek, Allah bizi terk etmez. Haram-helal hassasiyetimizi kaybediyoruz. Uğrunda eylem yapılan, bedeller ödenen tesettür anlayışımız neredeyse yerle bir oldu. Sınırlarını Kur’an ve sünnetin çizdiği değil, moda defilelerinin, markalarının, sosyal medyanın belirlediği bir tesettür anlayışına geçiş yaptık. Maalesef dünyevileşme çarkı en çok bizim mahalleyi öğütüyor, Hiç tahmin edemeyeceğimiz kardeşlerimizin, faize, harama, kul hakkına, yetim hakkına bulaştığına şahit oluyoruz. Yıllarca omuz omuza mücadele ettiğimiz kardeşlerimizin bürokrasinin çarkları, siyasetin kulisleri, ticaretin acımasızlığı, hayatın akışı içinde eriyip gittiğini görüyoruz. Şu salgın döneminin sıkıntılı, zor günlerini sevaplı, salih ameller işlediğimiz Allah’ın razı günlere çevirelim. Ayetleri, hadisleri bilmek okumakla yetinmeyip amel edelim. Hayatımızın içine girsin. Dinimizin bir “haya tarzı” olduğunu unutmayalım.  

HABERE YORUM KAT

2 Yorum