'Hepimiz, onun paltosunun altından çıktık'
O'nu ilk Balıkesir'de gördüm. Ben henüz on üç on dört yaşlarında bir çocuktum. 'Görür görmez çarpıldım' diyemeyeceğim. Erbakan hayranı bir genç olarak gitmemiştim Ali Hikmet Paşa Meydanı'na. Demirel'i dinlemeye nasıl gittiysem, onu dinlemeye de öyle gitmiştim.
Konuşması, daha önce dinlediğim siyasetçilerin konuşmalarından daha yakın gelmişti bana. Hepsi bu kadardı.
Hayat, beni ona yaklaştırdı.
Benim ilk hocam, Necip Fazıl'dı. Okumayı söktüğüm ilk yıllarda evimizdeki Büyük Doğu ciltleri sayesinde 'Üstad'la tanışmıştım.
Allah, anneme, babama uzun ömürler versin. Onların, benim üzerimdeki en büyük hakları, evimizin, böyle şeyleri sağlıklı bir ortamda görmeme, bulmama yardımcı olacak nitelikte bir ev olmasıydı.
Kitaplarımız vardı, 'mecmua'larımız vardı.
Bazen, talebe cemiyetlerinin toplantılarına giderdik babamla. Bazen, ailece, 'Onlar Böyleydi', 'Hazret-i Ömer'in Adaleti' gibi piyeslere...
Bizim, bir 'mesele'miz, bir 'dava'mız vardı. O 'mesele'yi, o 'dava'yı siyaset sahnesine çıkaran, kıvrak zekasıyla, olağanüstü enerjisiyle, Necmettin Erbakan'dı.
Bugün, Türkiye'nin, siyasi ve ekonomik açıdan çevresindeki bir çok ülkeye nazaran daha sağlıklı bir zeminde olmasında, Erbakan'ın büyük payı vardır.
Bu noktadan bakıldığında, şu hakkı teslim etmek zorundayız: Türkiye'deki herkes, Erbakan'a bir miktar borçludur.
Hoca'nın, zannediyorum 1977'de, Balıkesir'de verdiği, Müslüman ilim adamlarının, cebir ilmini keşfeden el-Cabir'in, logaritmayı keşfeden el-Harizmi'nin, modern tıbbın da, geleneksel tıbbın da babası sayılan İbn-i Sina'nın, felsefeyi adeta yeniden üreten İbn Rüşd ve Farabi'nin, dünyadaki medeniyetin oluşmasına yaptıkları katkıları anlattığı konferansı hiç unutamam. Hoca'ya en çok yakışan konuşma, bana göre o konuşmaydı.
Hoca, hedefine doğru yürüyen bir adamdı.
Engelleri 'ke en lem yekün' sayarak yürürdü.
Bunun somut bir örneğine Eskişehir'de rastladım. 1980 yılıydı. 12 Eylül darbesine daha 7-8 ay vardı. Eskişehir'de, MTTB'nin Orduevi'nin arka sokağındaki salonunda bir program vardı. Galiba rahmetli Akif İnan Hoca da o programda bir konuşma yapmıştı.
Program bittikten sonra, biz, yaklaşık 100-150 kişi salonda kaldık. Hoca, bizlerle sohbet etti. Sonra, Hoca'yla birlikte çıktık salondan.
Polis, salonun bulunduğu yerden ana caddelere çıkışları kapatmıştı. Hepimizi gözaltına alacaktı.
Hoca, polisle münakaşa ediyordu.
"Sizin vazifeniz" diyordu, "Bu gençlerin emniyetli bir şekilde evlerine gitmesini temin etmektir."
Bir süre tartıştılar. Amir, emri sağlam yerden almış olmalı ki, ikna olmadı.
Hoca, bize döndü, dedi ki: "Sizin, evlerinize gitmenize bir mani görmüyorum. Beklemenize lüzum yok, gidin evlerinize."
İşte buydu, Hoca'nın 'engelleri yok sayan' karakteri.
Biz, polis kordonunu yardık ve şehrin içine dağıldık. Sonra da evlerimize gittik.
Sadece, yaşı kemale ermiş, polis kordonunu yarmaya uğraşmayacak birkaç kişi kaldı orada. Onları da sabahtan salıverdiler.
28 Şubat cuntasına karşı da öyle davrandı. Ordu, onunla uyum içinde olmaya hiç niyetli olmadığı halde "Ordumuzla uyum içindeyiz" dedi ve yoluna devam etti. Tansu Hanım fire vermeseydi, belki daha da devam edecekti.
Odalar Birliği'nde makamını terketmeyen Erbakan da aynı Erbakan'dı.
Demirel'den de zekiydi, Ecevit'ten de...
Demirel'den de çalışkandı, Ecevit'ten de...
Eğer imkan olsaydı, Türkiye'nin bir çok sorununu çözecek vizyona da sahipti.
Fehmi Koru, Sezai Karakoç belgeselinin galasından çıkarken, Sezai Bey için bir cümle kullanmıştı.
"Biz, hepimiz, Sezai Karakoç'un paltosunun altından çıktık."
Bu söz doğrudur.
Ben, bu sözü, -kendi payıma- Necip Fazıl için de söylemek isterim.
Aynı cümleyi, siyasi alana taşıyabiliriz.
Bugün, 'bizim mahalle'de siyaset yapan hemen herkes, Necmettin Erbakan'ın şemsiyesinin altında bir miktar bulunmuştur.'
Allah garik-i rahmet eylesin.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT