Hep beraber ve kardeşçe!
İsrail'le gerilen ilişkilere paralel Türkiye'nin karşı hamle yapması akla şu soruyu getiriyor: Türkiye liderliğe mi soyundu?
İlkin belirtmek gerekir ki, İsrail'le gerilen ilişkilerin görünmez boyutu var: Türkiye, İsrail'le ilişkilerini kâtipler seviyesine indirirken NATO radar uyarı sistemine onay veriyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü sistemin onayıyla ilgili, "Bu sistem herhangi bir ülkeye karşı değil, NATO alanının savunulmasına yöneliktir" diyor. Kimseye inandırıcı gelmeyen bir açıklama bu.
Sormak lazım: NATO'nun kuruluş amaçları arasında bu bölge var mıydı? Bölge ülkesi olarak Türkiye, sisteme onay verirken, İran, Suriye ve Akdeniz'de sahili olan ülkeler, Kafkaslar bu naif açıklama ile tatmin bulacaklar mı? Belli ki sistem bütünüyle İran ve İslam âlemini tarassut altında tutmak üzere kurgulanmış ve birinci derecede güvenliği korunması hedeflenen ülke İsrail'den başkası değil. Meselenin aslı böyle olunca, İsrail'le süren gerginliğin söz konusu sisteme verilen onayı perdeleme, gündemden düşürme gibi fonksiyonel bir değeri de ortaya çıkmış oluyor. Üstelik sistem öyle kritik bir bölgede (Diyarbakır veya Malatya-Muş) kurulmak isteniyor ki, bu, büyük resme bakıp düşündüğümüzde, 1 Mart tezkeresiyle durdurulan Amerikan planının 65 bin askeri mühimmatıyla Mardin'de yerleştirilmesi ve çevresinde bin km'yi sıkı bir biçimde denetleyebilmesi kadar tehlikeli.
Türkiye'nin siparişini verip parasını ödediği İnsansız Hava Aracı teslim edilmiş değildir, edilse bile kodları İsrail'in elinde olacaktır. Ondan aldığın silahlarla İsrail'e kafa tutmakta bir gariplik olmalı.
Türkiye, onlarca ülkenin ısrarlı uyarılarına rağmen OECD üyeliğini onaylarken de İsrail'le gerilimli ilişkiler içindeydi. Kimse, Türkiye'nin niçin veto hakkını kullanmadığını anlayamadı.
Bunlar günün politikasıyla ilgili. Daha uzun vadeden bakıldığında hem içeride hem dışarıda birilerinin Türkiye'yi sonu belirsiz bir maceraya sürüklemek istediğine ilişkin bazı emarelere rastlıyoruz. Bizim görevimiz bunlara dikkat çekmek.
Belirtmek gerekir ki, bir devlet liderliğe soyunduğu bir bölgede eğer salt kendi başına nüfuz ve üstünlük sağlamak üzere harekete geçiyorsa, dünyanın küresel kabadayıları da ona karşı harekete geçer. Türkiye'nin böyle bir eğilim ve tutum içinde olmadığı açık. En gerilimli görünen İsrail politikasının gerisinde ABD ve AB'nin belli çevrelerinin onayı var. Korkum o ki, Türkiye'yi İsrail'e karşı bölgede güç gösterisine teşvik eden bu çevrelerin, iş fiili çatışmaya dönüştüğünde Türkiye'yi yalnız bırakmalarıdır. Her zaman bu kötü niyetle de olmaz. Mesela diyelim ki Obama ve ekibi İsrail'i bölgede daha mutedil sınırlar dahilinde yeni bir tutum almaya zorluyor ve bu konuda Türkiye'nin gücüne ihtiyaç hissediyor. Ama iş ciddiye bindiğinde bakarsınız ki İsrail ve Yahudi lobileri öyle baskın çıkar ki, Obama ve ekibi anında desteğini çeker, Türkiye kendi başına ortada kalır.
Bölge ülkeleri de kendi başına liderliğe soyunan ülkeyi rahat bırakmaz. Çünkü haklı olarak kimse bir başkasının liderliğini kabul etmek zorunda değil. Bu yüzden bir anda bölge ülkeleri arasında rekabet ve çatışmalar çıkar. Bu ise İslam birliğini bozan önemli amil olur.
Türkiye'yi bölgede liderlik rolüne bazı bölge ülkeleri de teşvik ediyor, hatta büyük mali-ekonomik destekler vaat ediyor. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin saplantı haline getirdiği İran ve Şiilik taassubu bu ülkelerin Türkiye'yi sahaya sürmelerinin başlıca sebeplerinden biridir.
Türkiye'yi bölgesel liderliğe teşvik eden içerideki güçler ise geçen yazıda işaret ettiğim kesimler: Bölge üzerinde hak iddia eden milliyetçiler, milliyetçi-dindarlar, milliyetçiliğinin üstünü "Yeni Osmanlıcılık sosu"yla örtmüş sağcı muhafazakârlar, kendilerine "postmodern sömürge arayan İslamcı aydınlar" vs.
Hayır, bunların tümü yanlış ve tehlikeli. Bir ulus devlet, bir ülke, bir mezhep, bir kavim liderliğe kalkışırsa, diğerleri de hemen karşısında yer alır ve bu sonu gelmez çatışmaları besler.
Tek başına ve sadece kendi çıkarına değil, hep beraber ve kardeşçe!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT