1. YAZARLAR

  2. Orhan Miroğlu

  3. Henüz yol yakınken...
Orhan Miroğlu

Orhan Miroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Henüz yol yakınken...

28 Temmuz 2010 Çarşamba 00:44A+A-

Türkiye’de etnik bir çatışmanın eşiğinden dönmek için yol hâlâ yakın mı emin değilim, ama yakın olduğuna inanmak istiyorum.

İtiraz edilebilir bir inanç bu.

Geçmişe gitmeden, İnegöl ve Hatay’da yaşananlara bakarak ve en önemlisi de, tarafların savaşma arzularının şiddetini hesaba katarak bile, bu inanca karşı çıkılabilir elbet, bunun da farkındayım.

Otuz yıl süren bir iç çatışmada, neleri yaşamadı ki bu ülke?

Yaşayacak, tecrübe edilecek daha ne kaldı?

Yeryüzünün belki de en haklı gerekçelerinin karşılanmaması nedeniyle başlayan bir savaş, yeryüzünün en kirli savaşı haline geldi, daha ne olsun?

Yorum yapmak faydasız artık.

Neyi yorumlayacak, neyi konuşacağız?

Türkiye’nin geldiği yere bakın.

Toplumuyla, siyasetiyle, kurumlarıyla içinde bulunduğumuz çürümeyi ve yıllardır bu çürümenin içinde çırpınıp durmamızın sebeplerini yeniden bir düşünün lütfen.

Ve bu kadar bölünmüş bir toplumu anlamaya çalışırken, bir de bu kökten çürümenin sebeplerine başka açılardan bakmayı deneyin.

Bakın ve karar verin, eğer bu cumhuriyet Kürtlerle savaşı ana politikası haline getirmeseydi, cumhuriyetin yüz yıl içinde geleceği yer böyle bir yer mi olurdu?

Daha kuruluşunda, barışı ve demokrasiyi ıskalayan bu cumhuriyet; Berlin Duvarı’nın çöktüğü tarihten sonra dünyada yaşanan muazzam değişimi görmeyen ve toplumsal barışını demokrasiyle beraber yüzyıl içinde ikinci kez ıskalayan bir cumhuriyet mi olurdu?

Barış iki önemli tarihi kavşakta ve iki kez ıskalanmasaydı, Türkiye, bunca zamandır, etnik çatışmanın fay hatlarında dolanıp durur muydu?

Kemalist Devlet Kürt coğrafyasında isyanları bastırdıkça, Kürtlerin kitleler halinde Türkleşebileceklerine inandı.

Kürt nüfusu her bakımdan karşısına aldı, bu nüfusla modern kabuller üzerinden değil, akla hayale gelmez Türkleştirme programları üzerinden ilişkiler kurdu, Kürtleri adeta bir siyasi laboratuvar deneyindeki insan malzemesi gibi kullanmaya çalıştı.

Asimilasyonu, mecburi iskânı, tehciri, sürgünü, idam sehpalarını ve akla gelebilecek her şeyi denedi.

Şimdi, yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde, etnik bir savaşın etrafında dolanıp duruyoruz.

Cumhuriyetin Kürtlerle tecrübesinin geldiği sonuç bu.

Etnik bir savaşın eşiği.

Bursa İnegöl’de, Hatay-Dörtyol’da olanlar için yapılan yorumlar, ibretlik!

Gerçeği söylemeye yetkililerin gücü yetmiyor anlaşılan!

Bursa Valisi, ‘Yurtsever sarhoşlara’ bağlıyor işi.

Alacak-verecek meselesi, dolmuş hattı sorunu diyen yöneticiler ve yorumcular da var.

Oysa gerçek başka.

Hatay ve Bursa’da yaşananlar, etnik bir savaşın provasıdır.

Hatay’da, BDP’nin binası yakılıyor, sonra da binaya Türk bayrağı çekiliyor.

BDP binaları, artık Türk yurttaşların bir kısmı için, yakıldıktan sonra, geriye kalan küllerinin üstüne Türk bayrağı dikilmesi gereken bir mevzi olarak görülüyor.

Vahim olan bu.

Bu vahametin yaşanmasını oldukça kolaylaştıran PKK eylemleri devam edecek gibi görünüyor.

Hatay’da dört polisin öldürülmesinin başka bir izahı yok.

Öte yandan, hükümetin izlediği politikalar Kürt sorununda, ‘güvenlik algısını’ öne çıkaran bir süreci öngörüyor.

Bir başka vahamet de budur aslında. Bu politikanın PKK’yi silah bırakmaya zorlamak gibi bir sonuca yol açmayacağı açıktır.

Başta ABD olmak üzere, uluslararası güçler, Henri Barkey’in, geçen hafta Radikal’de yayımlanan yazısında isabetle altını çizdiği gibi, bu süreci uzun zamandır sessizlik içinde izlemekle yetiniyorlar.

Hükümet, devletin son yirmi beş yıl ordu aracılığıyla yürüttüğü bir savaşı; bu savaşın daha da şiddetlenmesine yol açabilecek koşullar varken, ve belli ki, Kürtler kendilerini yönetmekten, tanınma taleplerinden, dil ve kültür haklarından hiçbir şekilde vazgeçmeyecekken, askerlerin yürüttüğü bir savaşı, sivil hükümetlerin kontrolünde bir yirmi beş yıl daha sürdürebileceğini düşünüyor.

Anadolu’dan yirmi bin genç toplanacak.

Bu gençlerin arkalarında ağlayacak anneleri, kardeşleri olsa da arkalarından ağlayacak sevgilileri, yavukluluları, eşleri ve çocukları olmayacak!

Bekâr askerlerden küçük bir ordu kurulacak!

Hiç kuşkunuz olmasın bu küçük birlik, veya küçük ordu, her neyse, yoksulların arasından seçilecek gençlerden oluşacak.

Bu yeni savaşçılar birliği, muhtemelen sosyal tecrit yaşayan, cebinde beş parası olmayan gençlerle kurulacak.

Ölümün neredeyse mukadder olduğu bir savaşta, hükümet, bu yeni savaş birliğinde görev yapacak olanları, sivil Kürtleri öldürmesinler, köy yakmasınlar, bölgedeki eroin baronlarıyla işbirliği yapmasınlar, Kürt kadınlarına tecavüz edip, çocukları öldürmesinler ve silahlarını sadece dağdaki PKK’lilere yöneltsinler diye kontrol altında tutacak!

Sanırsınız ki, Türkiye ETA’yla savaşan İspanya!

Sanırsınız ki Türkiye, İRA’yla savaşan İngiltere!

Türkiye, beş-on yıl savaş seni emekli edeyim, diye vaatte bulunduğu ve muhtemelen etnik hınç ve öfke içinde bulunan genç insanlardan yeni birlikler kurarak, daha uzun yıllar PKK’yle savaşabileceğine ve şiddet şehirlere taşınırken, Kürtlerle Türkler’in Bursa’da, Hatay’da barış içinde bir arada yaşayabileceklerine inanıyor.

Oysa bu savaş artık kontrol altında sürdürülebilecek bir savaş olmadığı gibi, PKK’de bir asayiş ve güvenlik sorunu değildir.

ABD’nin sessizliği, tarafların bu gerçeği, iyice anlamalarını beklemeye dönük bir sessizlik mi, bilmek kolay değil, ama bu sessizliğin bittiği andan itibaren de Türkiye’nin Kürt sorunu, uluslar arası bir Kürt sorunudur artık.

Rıdvan Kızgın’ı kaybettik. Kimi vakitsiz ölümler çok acı verir insana.

Rıdvan Kızgın, insan hakları mücadelesinin en ön safındaydı.

JİTEM’in hedefi olmak pahasına yürüttüğü mücadelesi ve anısı unutulmayacak. Ailesinin, dostlarının ve mücadele arkadaşlarının başı sağ olsun.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT