Hem Toprak Bütünlüğü Hem de Adalet ve Özgürlük
“Amerikan askeri varlığının Suriye’den çekilme takvimi nasıl işleyecek?” sorusu kadar çekilmenin nasıl bir taktik ve stratejik mahiyet göstereceği de henüz belirgin değil. Türkiye kamuoyunda ilk andan itibaren, Donald Trump’ın çekilme kararını bildik oyalama taktiği olarak değerlendirenlerin oranı doğal olarak yüksek oldu. Ancak Washington’dan art arda gelen yüksek düzeyli istifalar Suriye politikasına ilişkin Amerikan yönetiminde epey zamandır yaşanan ayrışma ve çatışmanın belli bir oranda kopuşa doğru sürüklenmekte olduğunu teyid etti.
Dikkat edilirse Amerika ve Avrupa nezdinde Suriye halkının durumu hemen hiç tartışılmıyor. Bütün mesele Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD merkezli ‘ileri karakol’ veya ‘garnizon devlet’ diyebileceğimiz bir yapının her ne pahasına olursa olsun kurulmasından ibaret. Ne Avrupa’nın ne de Amerika’nın Beşşar Esed rejiminin katliamlar üzerine kurulu varlığının devamı ne de bu yapıyı koruyup kollamak üzere Suriye’yi resmen işgale girişmiş Rusya ve İran’ın askeri varlığına dair ciddi itirazlarını işitiyoruz. PKK-PYD varlığını devletleştirme siyaseti başarıya ulaşırsa belki onlara da sıra gelir. Ancak şimdilik kaydıyla Rusya ve İran’ın bölgeye yayılan nüfuzu önemli ve öncelikli bir sorun olarak değerlendirilmiyor anlaşılan. Türkiye içinse mevcut işleyiş kelimenin tam anlamıyla acil cerrahi müdahale gerektiren bir kötü huylu ur şeklinde belirginlik kazandığı için ayrışma şiddetlendi ve sahada açık bir çatışmaya dönüştü.
Mecburen, Mecburen, Mecburiyetten!
Trump’ın bir teamüle dönüştürdüğü Twitt mesajıyla siyasete istikamet belirleme alışkanlığı 19 Aralık’ta Türkiye’nin talep ve beklentileri adına oldukça iyi bir gelişmeyi haber veriyordu. Türkiye’nin bir taraftan bölgeye müdahale için sürekli askeri birlikler sevk ettiği bir vasatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonu birkaç günlük takvime indiren açıklamaları Trump’ı çekilme takvimini beyan etmeye mecbur kılan en önemli faktördü. Bununla birlikte Amerikan devletinin gerek içerideki ayrışmalar dolayısıyla ciddi bir yıpranmaya maruz kaldığını gerekse İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır üzerinden bölgede iş görmeye bir türlü muktedir olamadığını da akılda tutalım.
Bütün yalnızlaştırma ve yıpratma girişimlerine rağmen bölgedeki en güçlü devletlerden biri olan Türkiye’yi PKK-PYD üzerinden terbiye etme, hizaya çekip teslim alma siyasetinin akamete uğrayacağını öngöremeyen bir askeri ve siyasi strateji duruyor karşımızda. Amerikan ve İngiliz askeri ve siyasi stratejilerine yenilmez, yanılmaz, karşı konulamaz türü büyüklükler atfeden kafa yapısı ve söylemleri de bir kenara not edelim. Batı’da yapılan yüz yıllık işgal planlarına, think-tang kuruluşlarında kurgulanan siyasi projelere ilahi kader muamelesi yapan hastalıklı kafalara uysaydık çoktan beyaz bayrak çekip teslim olmamız gerekiyordu.
Suriye’nin geleceği üzerine neler söylemek, neleri öncelemek gerekiyor peki? Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yaptığı konuşmada özel olarak Suriye genel olarak İslam coğrafyasını değerlendirirken şu vurguları yaptı:
“Şu anda Suriye'de niye varız? Oradaki Arap ve Kürt kardeşlerimizin özgürlüğünü geri vermek için. Suriye Araplarını DEAŞ'ın eline bırakmadığımız gibi, Suriye Kürtlerini de PKK'ya teslim etmeyeceğiz.
Suriye'de mesele Arap, Kürt, Türkmen meselesi değildir, özgürlük ve toprak bütünlüğü meselesidir. Suriye'de bir tarafta (Esed) rejimiyle DEAŞ'ıyla zalimler diğer tarafta adaletiyle Türkiye vardır. Denklem bu kadar basittir.”
Bütün İşgalcileri Tartışmalı
Evet, toprak bütünlüğü ama adaleti ve özgürlüğü merkeze alan bir toprak bütünlüğü vurgusuyla Türkiye Rusya ve İran’ın tezlerinden köklü bir biçimde ayrışıyor. Amerika ve Avrupa’nın ‘Kürt Özerk Bölgesi’ tezlerine karşı Rusya ve İran gibi Esed rejiminin de temel kaygısı bu PKK-PYD aparatının elden kaçırılmış olması vardır. Şimdinin esaslı sorunlarından birisi de PKK-PYD’nin Esed rejimiyle Rusya ve İran’la eski ilişkilerini daha sıkı bir biçimde canlandırmasının, bölge halkına ve Türkiye’ye karşı yıkıcı terör faaliyetlerine başlamasının önünü almaktır.
Başını Kemalist ve ulusalcıların çektiği, PKK’ya müzahir çevrelerin, İran’a iltisaklı oluşumların “Esed’le anlaşalım lobisi” yeni tablodan bir tarafıyla sıkıntı duyacaklar diğer taraftan da yeni fırsatlar kollayacaklar elbette. Ancak Türkiye bir taraftan Amerika’nın PKK-PYD’ye olan askeri-siyasi desteğini hızlıca ve tümden kesme siyasetini yürürlükte tutmalıdır. Diğer taraftan da Fransa ve İngiltere gibi devletlerin Amerika dolayısıyla gölgede kalan askeri varlığının bölgeden çekilmesi noktasında ısrar edip baskı kurmalıdır. Eş zamanlı olarak PKK-PYD varlığı üzerinden çekilen Amerikan nüfuzunu Rusya ve İran’ın üstlenmemeleri hususunda atak davranması gerekiyor.
Esed rejiminin cinayet ve katliamlarına yönelik vurguların daha çok öne çıkarılması gibi Rusya ve İran’ın bölgeye askeri varlığıyla çöken siyasetlerini de üst düzeyde tartışmaya açmak icap ediyor. Suriye halkının hasret kaldığı adalet ve özgürlüğü Esed rejimi tek başına gasp edebilecek nitelik ve nicelikten çok uzaktır. PKK-PYD’yle mücadelenin ardından kim ne derse desin Esed rejimiyle mücadele gelecektir, gelmelidir. Arab’ın, Kürt’ün, Türkmen’in toprak bütünlüğü gasp edenleri gayet iyi biliyoruz. Suriye halkına özgürlüğü haram kılanları yakından tanıyoruz. Suriye’deki İslami direniş gruplarına sahip çıkmak ve destek vermek Türkiye açısından hem toprak bütünlüğü vurgusunu hem de adalet ve özgürlük vurgusunu hayata geçirmek açısından bir kardeşlik, komşuluk sorumluluğudur.
Türkiye’nin adalet ve özgürlük merkezli tartışmaları Suriye için daha yoğun olarak beslemesi sadece PKK-PYD’nin hamisi Amerika, İngiltere ve Fransa’nın askeri varlıklarının değil aynı şekilde Esed/Baas rejimin hamisi Rusya ve İran’ın askeri varlıklarının da Suriye’den hızlıca çekilmesinin yolunu açacaktır.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT