Hedef mi, muhatap mı?
Toplumsal sorunların siyaset yoluyla çözümü nispeten yeni bir bilimsel alan. 1960'lara doğru sosyopsikolojinin el attığı bu alanın en önemli simalarından biri de solcu olduğu için kırklı yıllarda üniversiteden atılan ve Amerika'ya giderek bir daha geri dönmeyen Muzaffer Şerif'ti.
Bugünlerde pek revaçta olan 'çatışma çözümü' teknikleri, hep o dönemlerde başlamış olan davranış analizlerinin sonucu olarak üretildiler. Bu çalışmalar önceleri firma içi farklı bölümler arasındaki çatışmalar için kullanıldı. Ama şimdi artık Filistin sorunu örneğinde olduğu gibi devletler ve toplumlar arası çatışmalarda uygulanıyor. Uygulanan teknik aslında gayet basit: Önce iki tarafın birlikte olma iradesi sınanıyor ve bunun karşılıklı deklare edilmesi sağlanıyor; ardından her iki tarafın ideal durumu tarif etmeleri ve bunda anlaşmaları isteniyor; nihayet gerçek durumu tespit edilerek ideal duruma nasıl gidileceği üzerinde adım adım bir konsensüs oluşturuluyor. Bunları yaparken kullanılan bir dizi teknik var, ama sonuçta işin püf noktası kendini ötekinin gözünden görmek ve bunun nedenini anlamaktan geçiyor. Bu süreç aynı zamanda karşılıklı olarak birbirini 'duymayı' ve bir güven ortamı inşa etmeyi de garanti altına alıyor.
Söz konusu 'çatışma çözümü' anlayışının yaygınlaşmasının nedeni ise zor kullanarak sağlanan 'çözümlerin' hiçbir zaman kalıcı olmadığının anlaşılması. Çünkü o durumda 'çözüm' aslında taraflardan birini tatmin etmediği halde, onun baş eğmesiyle sağlanıyor ve kendisini 'mağlup' hisseden taraf yeni bir çatışmanın altyapısını oluşturacak tohumları atmakta gecikmiyor. Böylece güven ortamına sahip olmayan, tedirgin bir birliktelik ortaya çıkıyor. Çünkü çatışmadan daha üstün ayrılan, istediklerini diğerine kabul ettiren taraf da karşısındakine güvenmiyor. Ortada pek de eşitlikçi ve adil olmayan bir ilişki bulunduğunun farkında olduğu için, karşı tarafa kuşku ve tedirginlikle yaklaşıyor. Sonuç manevi bir ayrımlaşma, derinleşen, giderek psikolojik yönü ağır basan bir çatışma oluyor ve bu tür çatışmalar nefret dolu bir ırkçılığın da zeminini kolayca üretiyor.
Dolayısıyla iki tarafın da en azından o an için adil gördüğü ve kalıcı olmasını isteyebileceği, yani 'gerçek' bir çözümün, ancak demokrat bir konuşma kültürü içinde gerçekleşebileceğine ilişkin yaygın bir kanaat oluşmuş durumda. Buradaki en önemli zorluk ise söz konusu noktaya gelmesi beklenen iki tarafın demokrat olmayıp, otoriter bir zihniyet üzerinden ötekine ve aralarındaki soruna bakmaları. Gereken, birbirini düşman olarak algılayan iki tarafın, aynı masaya oturmakla kalmayıp, geleceğe 'birlikte', 'ortak' hedefler ve idealler etrafında müştereken bakmaları. Bunun anlamı daha önce birbirini 'hedef' olarak algılamış, öyle tanımlamış, hatta somut olarak şiddet eylemleri üzerinden vurmuş olan tarafların, şimdi aynı grup ve örgütlenmeleri 'muhatap' olarak görebilmesidir.
Buradaki temel fark, 'hedef' gördüğünüzün sizin gelecek tasavvurunuzda yerinin olmaması ve mümkünse dışlanmasıyken, 'muhatap' gördüğünüzün bizzat o gelecek tasavvurunda yerinin ve sözünün olması, bu nedenle mümkünse daha da yakınınızda tutulması. Diğer bir deyişle burada, sadece konuşmanın karşı tarafı olarak, teknik bir zorunluluk gereği 'muhatap' alma durumu değil, daha fazlası var... Tabiri caizse, liberal anlamda muhatap almanın yetmediği, demokrat zihniyetin belirleyici olduğu bir el uzatmadan söz ediyoruz. Yani, muhatabınızı bir külfet olarak değil, çözüme giden yolda bir kazanç olarak değerlendirdiğiniz bir süreç. Muhatabınızın olmazsa olmaz olduğunun, kendi başınıza alacağınız hiçbir kararın meşru olamayacağını ve işe de yaramayacağının bilincine sahip olma hali... Kısacası muhataba maruz kalmanın değil, muhatabı aramanın ve çağırmanın zihinsel ve psikolojik altyapısının var olması...
Yaşanan örnekler, bu sürecin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Çünkü zihniyet değişimi zorlamayla gerçekleşebilen bir olgu değil. Tarafların özeleştiri yapabilmelerini, ötekine karşı değil, bizzat kendi içlerinde özgürleşme dürtüsü taşımalarını ima ediyor. Öte yandan düşmanın varlığı, bu değişimi gerçekleştirmemenin mazereti olarak kullanılabilir. Karşı tarafın otoriter zihniyeti ortadayken, sizin demokrat bir bakış geliştirme çabanız 'enayilik' olarak yorumlanabilir... Bu durumda en sık rastlanan durum, tarafların birbirlerini hedef görmekten tam da vazgeçmeden, muhatap olarak da algılamak üzerine adım atmalarıdır. Oysa bu tavır, her iki tarafı da birbirinin gözünde oportünist kılar... Koşulların ve yeteneklerin hiçbir zaman eşit olmadığı dikkate alınırsa, daha zayıf tarafın sürekli olarak kendisinin bir 'hedef' olduğu takıntısından kurtulamayacağını tahmin edebiliriz. Bu nedenle de çatışma çözümünde asıl sorumluluk daima daha güçlü olan taraftadır. Güven ortamını sağlamakta ön alması gereken, yaşanan sorun bağlamında daha önce demokrat zihniyete doğru adım atması gereken odur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT