Hedef ‘Cinsiyet Eşitliği’ mi, ‘Cinsiyetsiz Toplum’ mu?
Abdurrahman Dilipak, “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “İstanbul Sözleşmesi” konularını değerlendirdiği yazısında amacın “cinsiyet eşitliği”nin ötesinde “cinsiyetsiz toplum” inşa etmek olduğunu söylüyor.
Abdurrahman Dilipak’ın konuyla alakalı tespit ve kanaatlerini taşıyan Yeni Akit’teki yazısını (19 Aralık 2019) ilginize sunuyoruz:
“Cinsiyet Eşitliği” mi Dediniz!
Bu konuda insanı en çok üzen ne biliyor musunuz, “içimizden birileri”nin giderek onlara benzemesi, aynı yöne bakıp, aynı dili konuşması..
“Cinsiyet eşitliği”miş, “Kadına şiddet”miş, o konular mazide kaldı. “Cinsiyetsiz toplum”u konuşuyoruz artık. “Cinsiyet” mi kalacak yakında!. Çağdaş Sodom ve Gomore, Lut kavminin sapkınlığını masum gibi gösterecek bir azgınlığa sahip.
Biz Kudüs’ü kurtaralım derken İstanbul sözleşmesi ile Şeytan, Lut kavminin helak olduğu Kuzey üst noktası “Gavur dağı”na uzanan sınır çizgisini İstanbul sözleşmesi ile Karadeniz’e taşıdı sanki.
Günah şehri Pompei’nin helak olan kavminin başına gelenler bizim halkımızın da başına gelmesini istemiyorsanız, elinizi çabuk tutun.
Bakın bu işi çok kısa bir sürede İstanbul sözleşmesinin sınırlarını çoktan aştı. Böyle giderken gelecek günler geçen günleri aratacak. İstanbul sözleşmesi, İstanbul depreminden daha tehlikeli bir hal alabilir. Belki “insanlar” ölmeyecek ama, bu depremde “insanlık” ölecek.
Siz DEİZM geliyor diye hayıflanın, Deizm de dünde kaldı. Din büyük ölçüde bireysel planda vijdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsedildi. Seremoni, ritüel ve ikona’larla kendini dışa vuran yeni bir din var artık.
Kadın-kız fark etmiyor, yüz-göz boyalı, hele o tırnak boyaları. Bunlar abdest de almıyorlar demek ki, gusül de almıyorlar. Tabii hepsi “helal”!.. Helal bira, helal şarap, helal şampanya gibi, kalıcı dudak boyaları, kalıcı tırnak ojeleri hepsi helal!?
Deizmi geçin, neyse bir Tanrıya inanıyorlar, her ne kadar o Tanrı, dünyayı yaratıp içinde neler olup bittiğine bakmasa da. Sonunda affedecektir herkesi herhalde. Cezalandırıp ne yapacak (Haşa). İnsanların ruhları varsa belki onları farklı bir dünyaya yeniden gönderecektir, “hadi şimdi bir daha dünyadaki gibi yaramazlık yapmayın” diye..
Yahu, bunların çoğu Agnostik. Neye inanacaklarını bilmiyorlar. Bilinemeyeceğine inanıyorlar. Daha kötüsü de var, birileri Satanist oldu çıktı. Sanatçı birileri gençlerin sadece rol modeli değil “İdol”ü, yani gençlerin “Put”u
İş öyle bir noktaya geldi ki, farkında mısınız; nüfus cüzdanlarında anne-baba adı kaldırıldı. Artık kök ve soy ilgisi yok. İyi soyadını da kaldıralım. Eskiden nüfus cüzdanlarında “Aile ismi, yani lakab ve şöhreti” diye bir hane vardı, “Soyisim”den önce. Yeni pasaportlarda nüfus bilgilerinde anne-baba olmaması kimsenin dikkatini bile çekmedi. Artık o çocuklar bir “birey” aidiyet bağları, kişi-lik bağları yok ediliyor. Eskiden çocukların bebeklik dönemi kaydı annesinin pasaportuna kaydediliyordu. Geçen gün hanımım, kızım ve gelinim sıla-i rahim için yurtdışına gidecekti. Yeni pasaportta anne-baba adı yok ya. Torunum annesi ile nasıl gidecek? Bu çocuğun annesi olduğunu isbat için nüfus idaresinden 3 dilde bir belge aldı. Ama yine sorun çıktı. Bu belgede anne kızlık soyadı yazılmış, şimdi vukuatlı nüfus sureti alıp tercüme ettirip tasdik ettirecekler. Evlilik cüzdanı sureti de isterler belki.
Ne günlere kaldık. Yeni nüfus cüzdanlarında cinsiyeti belirten sadece bir harf var. Yeni nüfus cüzdanlarında renk farklılığı da yok. Onu da kaldırmak gerekecek bu gidişle. Kadın erkek oluyor, erkek kadın ya da bir cinsiyet tercihinde bulunmayabiliyor.
Eskiden Din ve Mezhep hanesi de vardı, bu gidişle soyada da gerek kalmayacak, Tek başına vatandaşlık numarası yetecek. Düşünsenize her aidiyet için bir kimlik. En iyisi sanal kimliğe geçelim. Devlet kendi zorunlu kimlik bilgilerini kaydetsin. Ben diğer yasal kimlik beyanlarımı ya da dini, mesleki aidiyetlerimi ifade edebileyim. Bu tartışma da bitsin..
Bu İstanbul sözleşmesi ile gün yüzüne çıkan bir felaket sözkonusu. Unutmayalım ki, sözleşme öncesi de gidişat iyi değildi. Sözleşmeden sonra çok daha kötü oldu.
Erdoğan Kadınlar gününde AK Parti’nin başarısında kadına sağlanan demokratik hakların, istihdam imkanlarının büyük katkısı olduğunu söyledi. Refah Partisi’nin başarısının arkasında da benzer bir durum söz konusu idi ama ikisi arasında ciddi bir nitelik ve nicelik farkı vardı. Seküler kesimden bu politikalar yeni üye kazandırdı ama AK Parti’nin o eski geleneksel tabanında bugün, özellikle şu İstanbul sözleşmesi ve CEDAW tartışmaları paralelinde ciddi bir çözülme de yine bu kadın politikaları yüzünden olduğunu görmek gerek. MSP ve RP zamanındaki kadın profili ile bugünkü kadın profili aynı değil. O gün kazandıran politikalar, bugün mevcut kazanımların kaybına sebeb olacak boyutta toplumda tepki görüyor.
“Bu sözleşme kalsın, ama kimseye dayatılmasın” diyen arkadaşlar da var. “Biz muaf tutulalım, onlar ne halt yiyorlarsa yesinler” de diyemeyiz. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Bu nesil emniyeti için bir tehdit, ama zaten birileri bu sözleşme yokken de bu yolda gidiyorlardı. Yine gidecekler, biz “gitmeyin” diyelim ama zorlayacak halimiz yok.
Devlet bu konularda eğitici, zorlayıcı bir rol üstlenmesin.
Bir de bu sözleşme yokken de, şimdi ortadan kaldırılsa da devam eden bir yozlaşma, ahlaki bir zaaf söz konusu. Bununla nasıl başedeceğiz. Her şeyi sadece İstanbul sözleşmesi ve CEDAW’la açıklayamayız.
Kaldı ki, Şeytan bu arada boş durmayacak, yeni tuzaklar kazacak önümüze. Bu dünyevileşmek çabası, METArtalizm, para ve karşı cins üzerinden Şeytanın hilelerine karşı çok zayıfız.
İnsanlar Deist ya da Agnostik oluyorsa bu da bu sözleşme yüzünden değil. Elbette ailenin dağılması bütün olumsuzlukların şiddetini, hızını, kapsamını artırıyor. Ama bir günah keçisi bulup, bütün günahı ona yükleyip, kendimizi de aklamayalım. Zaten bu sözleşmeler de bizim günahımız değil mi! Kaldı ki tek günahımız da bu değil ve hâlâ bu kadar tartışmaya rağmen çözüm yönünde beklenen olumlu bir gelişme yok. Verilen sözler de yerini bulmadı.
Bana göre, toplumda bu konuda oluşan hassasiyet çok önemli. Bu sözleşmeler geri çekilse bile bu hassasiyet korunmalı. Tamam, bu kötülük engellensin ama yerine daha iyi bir yapı oluşturulsun. “La ilahe” deyip durmak olmaz. Bir de ibadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbuldür.
Bir de bu mesele tek meselemiz değil. Onları da tek tek ele almamız gerek.
İstanbul sözleşmesi yokken de durumun iyi olmadığını biliyoruz. Bu sözleşme geldi, gelen gideni arattı. Kaş yapayım derken göz çıkardı ve bu arada toplumun uyanışına sebeb oldu. Mekerallahu!
Selâm ve dua ile.
HABERE YORUM KAT