"HDP Muhatap Olarak Sürekli Kandil'i Gösteriyor"
Ahmet Kekeç, Star'da kaleme aldığı yazıda HDP'nin (BDP) Çözüm Süreci başlamadan evvelki tutumlarıyla şimdiki tutumlarının aynı olduğuna dikkat çekiyor, HDP'nin PKK'yı belirleyici kılmak için çaba gösterdiğini söylüyor.
Ahmet Kekeç - Çamura Yatacağınız O Zamandan Belliydi / Star
Henüz ortada çözüm süreci, Erdoğan’ın ünlü Diyarbakır konuşması, Öcalan’ın “Fazla Osmanlıcı olmuş.” dedirten Nevruz mesajı, Şivan Perwer’le İbo’nun “Megri” düeti, PKK’nın sınır dışına çekilme kararı yok...
Tarih, 2012...
Söylemesi ayıptır, bugünkü HDP’nin (o günkü BDP’nin) niçin Kandil’siz adım atmayacağını birinci ağızdan tanıklıklarla ortaya koymuş, barış ihtimalinin niçin Kandil’in (ve tabî HDP’nin) uykularını kaçırdığını/kaçıracağını “kendimce” belgelemiştim.
Sevimli bir pozisyon değildir “Ben demiştim.” demek ama ben demiştim. Yine söylemesi ayıptır, bugün yaşananları (PKK’nın çamura yatacağını, Kandil’e karşı irade koyamayan siyasetçilerin esasında hiçbir şey olduklarını, daha çok demokrasinin “dağdakiler”i belirleyici aktör olmaktan çıkaracağı için PKK’nın silâh bırakmaya yanaşmayacağını) öngörmüştüm.
Bakılım öyle miymiş?
Prof. Dr. Mehmet Özcan, “Terörün Matruşkası: KCK” diye bir kitap yazdı. Kitabı henüz görmedim. Hakkında yazılan yazıları ve yazarıyla yapılan röportajları okudum.
Özcan, öteden beri bu meselelere (özellikle terör ve PKK meselesine) kafa yoran bir isim.
Kitabın bütünü hakkında malumat sahibi değilim ama özellikle iki alıntı (iki tanıklık) ilgimi çekti.
Birincisi, BDP milletvekili Aysel Tuğluk’un sözleri.
Diyor ki Tuğluk: “Öcalan/KCK/PKK/DTK birlikteliğinden bahsetmek, herkesin bildiği bir sırrı ifşa etmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Öcalan ne kadar BDP’nin içindeyse BDP de bir o kadar DTK’nın hatta KCK’nın içindedir.”
İkinci söz, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a ait: “KCK operasyonları adı altında parti meclisi üyemiz, belediye başkanımız, bütün parti çalışanlarımız tutuklanıyor. KCK buysa KCK genel başkanı ben oluyorum.” (Bu operasyonların Cemaat polisleri tarafından yapıldığını belirtelim. Aynı Cemaat bugün KCK ve Demirtaş destekçiliği yapıyor.)
Demirtaş’ın sözlerini KCK operasyonlarına tepki olarak değerlendirebiliriz. Nitekim BDP’de siyaset yapan çok sayıda ismin KCK soruşturması çerçevesinde tutuklanması, benzer tepkilere yol açtı. Yani, Demirtaş’ın sözleri, burada, itiraf değeri kazanmıyor. (Hem itiraf değeri kazanmıyor, hem de haklı bir tepki yerine geçiyor.)
Fakat, Tuğluk’un sözleriyle (itiraflarıyla) paralel bir okumaya tâbi tuttuğumuzda, Demirtaş da (zımnen) aynı şeyleri söylemiş oluyor: PKK aynı zamanda KCK, DTK ve BDP’dir... BDP de (yani HDP de) PKK’nın bir alt birimi, bir cüzü, bir parçasıdır.
Bu beyandan ne çıkar?
Esasında bir şey çıkmaz. Legal ya da illegal, bu örgütler arasındaki içiçelikten ya da birliktelikten söz etmek, Aysel Tuğluk’un da altını çizdiği gibi, “herkesin bildiği bir sırrı ifşa etmek”ten öte bir anlam taşımayacaktır.
Burada bizi, hususen, “meşru siyaset”e yönelen, yöneldiğini söyleyen BDP (bugünkü HDP) ilgilendiriyor. Ki, bir “temsil”den geldiği için, kulak vermemiz gereken tek ve yetkili organ yerine geçiyor.
Kulak veriyoruz ama büyük bir hayal kırıklığına uğruyoruz.
HDP, meşru siyasete yönelmiş bir parti gibi davranmıyor.
HDP politika üretmiyor.
HDP bizi çözüme götürecek yeni ve orijinal şeyler söylemiyor.
Bildik ve ezbere alınmış tekrarlarla birlikte söylediği ve yaptığı iki şey var:
Birincisi, muhatap olarak sürekli Kandil’i gösteriyor. Bir şey söylemesi ya da tavır koyması icap ettiğinde de, yine Kandil’den gelecek “sufle”yi bekliyor.
İkincisi, şiddete mazeret üretiyor...
Hem şiddete mazeret üretiyor, hem de moda ifadesiyle, “şiddetle arasına mesafe koymuyor”.
Denilebilirse, HDP’nin varoluş gayesi ve biricik mesaisi, PKK’dan kaynaklanan saldırıları ve terör eylemlerini gerekçelendirmek, Kürt kamuoyunu bu “gerekçe” etrafında siyasal pozisyon almaya çağırmak, hatta (PKK’nın silahlarını hatırlatarak) zorlamak...
Hep söyleriz ya, “Kürt meselesi güvenlikçi politikalarla değil, ancak ve sâdece demokratikleşmeyle çözülür.” diye.
HDP’nin (yedeğine aldığı “sol”larla birlikte) varlığı, demokratikleşme önünde de ciddi bir blokaj oluşturuyor.
Koskoca 28 Şubat sürecini eylemsizlikle geçiren ve (darbecilerin işini kolaylaştırmak için) tek kurşun bile atmayan PKK, neden yarım yamalak da olsa birtakım demokratik adımların atıldığı bu süreci akamete uğratmaya çalışır?
HDP neden yapılan olumlu işleri (Olağanüstü Hal’in kaldırılması, Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçe’nin “yasak dil” olmaktan çıkarılması, Kürtçe neşriyata izin verilmesi, vs...) derin bir mutsuzlukla karşılar?
Daha çok demokrasi, daha az vesayet olacağı ve PKK’yı “belirleyici aktör” olmaktan çıkaracağı için mi?
HABERE YORUM KAT