1. YAZARLAR

  2. Alper Görmüş

  3. Hazza giden* “türbanlı erkekler”
Alper Görmüş

Alper Görmüş

Yazarın Tüm Yazıları >

Hazza giden* “türbanlı erkekler”

07 Ocak 2011 Cuma 11:30A+A-

Haksızlığa, adaletsizliğe karşı mücadelelerin tarihinin bize öğrettiği acı bir gerçek var: Haksızlığa, adaletsizliğe uğradığını düşünenlerin çoğu, özünde, saflaşmanın öbür tarafında değil de bu tarafında olmanın “haksızlığına”, “adaletsizliğine” isyan etmektedirler. Başarıya (iktidara) ulaşmış mücadelelerin neferlerinin bir süre sonra “general” olmaları; general olamayanların hiç değilse “albay”, “yarbay”, “binbaşı” olmaya çalışmaları; kimse bunlardan herhangi biri olmasın diye direnenlerin ise eski yoldaşlarıyla çarpışmak zorunda kalması başka neyi gösterir ki?

Cioran, “en büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumların arasından çıkar” demişti. Hiç kuşkusuz zalim olmak da bir cesaret işi; o nedenle “kafası kesilmemiş” mazlumların hepsinin “zalim” olacağını anlatmıyor Cioran’ın cümlesi, fakat mazlumlardaki “öfke beslediğine özenme” ve ilk fırsatta onun gibi olma potansiyelinin gücünü bundan daha iyi anlatan bir söz, sanmam ki bulunup çıkartılabilsin bir yerlerden...

Selin Ongun’un Başörtülü Kadınlar Anlattı: Türbanlı Erkekler başlıklı kitabı, mazlumlardaki bu tatsız dönüşümün neredeyse deterministik bir hakikat olduğunu bir kez daha göstermekle, bu çerçevedeki kötümserliğimi biraz daha arttırdı.

Kitabın bana neden böyle hissettirdiğine geçmeden önce kitabın yazarıyla ilgili bir hak tesliminde bulunayım...

Aksiyon dergisi muhabiri Zafer Özcan bundan birkaç ay önce beni arayıp, 28 Şubat 1997 ile 12 Eylül 2010 arasındaki döneme dair bir medya taraması yaptığını, bunları kitaplaştırmak istediğini ve kitaba bir önsöz yazmamdan çok mutlu olacağını söyledi. Yazdım. O önsözün bir yerinde şöyle demiştim:

Siz de göreceksiniz; kitap daha ilk sayfalardan itibaren, işinin ehli bir muhabirin yerini hiçbir köşe yazarının tutamayacağını bize kanıtlıyor ve Türkiye’deki gazeteciliğin en temel probleminin, muhabirliğe gereken önemi vermemek olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Selin Ongun’un kitabını okuyup bitirdikten sonra yine aynı duyguya kapıldım... Hangi köşe yazarı (isterse başörtülü olsun) oturup bir kitap yazacak da, Türkiye’deki başörtüsü sorununun “muhafazakâr erkek” boyutunu, Selin Ongun’un 10 başörtülü kadınla gerçekleştirdiği mülakatlardan oluşmuş bu kitaptan daha derinlikli, daha öğretici bir biçimde anlatacak? Çok zor.


“Para ve güçle iyi bir imtihan veremedik”


Selin Ongun
, kitabında, Türkiye’deki başörtüsü sorununun uzun bir bölümünü ortak mücadeleyle geçiren başörtülü kadınlar ile “türbanlı erkekler” dediği muhafazakâr erkekler arasındaki “açılma” üzerine odaklanıyor.

Kendisiyle konuşulan kadınların (toplam 10 kadın) aşağı yukarı tamamının mutabık kaldığı (“ortaklaşma” deniyor son zamanlarda; yeri gelmişken bu uydurulmuş kelimeye antipatimi kayda geçirmek istiyorum) bir nokta var ki, kitapta beni en çok bu nokta ilgilendirdi (ve hüzünlendirdi): Muhafazakâr erkeklerin modernliğin iğvasına kapılıp, direnmeye devam etmek isteyen karşı cinsten mücadele arkadaşlarına sırt çevirmesi...

Girişte, bu kitabın, “mazlumların haksızlık ve adaletsizliğe karşı verdikleri mücadelenin belirli aşamalarında mücadele ettiklerine benzemesi”ne yeni bir kanıt sunduğunu söylemiştim... Şimdi, kitabın bunu ne surette yaptığının ayrıntılarına geçebiliriz... Kitap, çok etkileyici, iç acıtan tanıklıklarla yapıyor bunu. İşte, beni en çok etkileyenlerden bir demet:

Çok klasik ama ‘paranın dini imanı olmaz’ diye bir laf vardır. Bu bana çocukluğum ve gençliğim boyunca çok hoyrat gelirdi. Ama yıllar içinde öğrendim ki, para pek çok ideali yok etti, geride bıraktı. Ben bunun içine dâhil olmadım. Ama genel resimde en iyimser lafla, güzel hatıralar geride kaldı. Bu savrulmayı sol da tecrübe etti. Şimdi de muhafazakâr kesim tecrübe ediyor. (...) Buna ben Müslümanların daha içten, daha insani bir cevap çıkarabilmelerini beklerdim. Buna karşı duran insanlar yok mu, tabii ki var. Ama vefat ettiğinde ikinci elbisesi olmayan bir Peygamberin ümmeti bu şekilde vahşi bir kapitalizme boyun eğmemeliydi. (...) Para ve güçle iyi bir imtihan veremedik. İşin aslı budur.” (Sibel Eraslan)


“Hak ne oldu, hukuk ne oldu? Ya kul hakkı?”

Hiç unutmuyorum; Taksim’de bir ofiste çok şaşkınlığa uğramıştım. Büyük bir ofisti, Fethullah Gülen cemaatine mensup ya da benim öyle olduğunu düşündüğüm birinin ofisiydi. Bir konuda çekim yapmak için oradaydık. Önümüzde ‘representer’ olarak gayet hoş, mini etekli bir hanım vardı. Müessese sahibinin kimliğini anlayabileceğiniz hiçbir ipucu yok. Çekim için arkada bir oda açıldı. Oraya geçtiğimde ise bilgisayarların başında dört başörtülü kız gördüm. Bu benim için çok trajik bir şeydir. Sonra kızlarla da konuştum. Hepsi üniversite mezunu, eğitimli.” (Ayşe Böhürler)

Mesela muhafazakâr erkeklerin yönettiği farklı kurumlarda görev alan başörtülü hanımları görüyorum. Bu kadınlar işe alınıyor, görevlendiriliyor, çalıştırılıyorlar; diğer yandan başörtülü fotoğraf vermekten imtina ediliyor. (...) Bunu da, ‘karşı tarafın, rejimin bu meseleye bakışını biliyorsunuz’ veya ‘Bizi sıkıntıya sokmayın’ diyerek gerekçelendiriyorsunuz. Hak ne oldu, hukuk ne oldu? Ya kul hakkı? Bundan söz eden olmuyor. Onun için bu mesele erteleniyor, erteleniyor. Gün geçtikçe daha da kötü hale geliyor. Bu arada başörtülü kadınlardaki olumlu değişim her an devam ediyor. Bir gün gelecek bu kadınlar patlayacak. Bu kadınları daha fazla nasıl bir konteynerin içinde tutabilecekler, bilmiyorum.” (Merve Kavakçı)

Merve Kavakçı’nın sorusu son derece yerinde bir soru... Muhatabının ise sadece “laik” erkek ve kadınlar değil, belki onlardan da fazla muhafazakâr erkekler olduğu muhakkak... Peki, Merve Kavakçı’nın sorduğu sorunun muhataplarının, çok da uzak olmayan bir gelecekte başörtülü kadınlara karşı örtülü bir ittifak kurması ihtimalinden söz etsem, bu size çok mu uçuk gelir?

Gelmesin...

Sibel Eraslan, “para ve güç”ün iğvasına kapılmamışların “eski günleri hatırlatan bir sembol” olduklarını ve bu nedenle bir tür vicdan azabıyla onlardan kaçıldığını söylüyor. Fakat hepimiz biliriz ki, bu tür vicdan azapları öfkeye de dönüşebilir. Düşünün, karşınızda bir ayna var ve o ayna size hep kurtulmak istediğiniz geçmişinizi hatırlatıyor; bir aşamada o aynayı kırmaya yönelebilirsiniz...


“Fıtrat” meselesi mi?

Peki, neden muhafazakâr erkekler bu kadar hızlı yol aldı da, kadınlar direnmeyi tercih etti? Prof. Dr. Fatma Tülin Kayhan, buna, hakikaten çok şey söyleyen şahsi Hac yolculuğu hikâyesi ile cevap veriyor:

Beş altı yıl önceki Hac ziyaretimde Şeytan taşlamak için kullanılacak taşları toplamak üzere bir bölgeye götürüldük. Hac yolculuğumuzda tercih ettiğimiz firmanın yetkilileri bizi taş toplamak için bir araziye bıraktı. Beyler dinlenmek için o civardaki çadırda uzanıyor. Biz hanımlar da taş toplamak için yola koyulduk. Ve civardaki Araplar tarafından uyarıldık: ‘Bu alan taş toplama arazisinin dışında...’ Hemen heyecanla, bize göre çok önemli olan bu gelişmeyi beylere söylemek için çadıra döndük. Bu beylerin içinde ilahiyatçılar, akademisyenler, doktorlar, mühendisler var. Arazinin doğru alan olmadığını öğrendiğimizi söyleyince firmadaki yetkili, ‘Geçen yıl taş toplanan bölgeye burası da dahil edildi’ dedi. Erkekler hemen ikna oldular; sorgulamadan, ‘Tamam burası doğruymuş’ diyerek çadırdaki dinlenmelerine devam ettiler. Biz hanımlar, ‘Bu şüpheli bir iş’ diyerek, taşları asıl yerden toplamak için epey yol yürüdük. Ve emin olarak ibadetimizi gerçekleştirdik. Dolayısıyla Hac ziyaretinde böyle olan erkek, modern hayatta nasıl değişmesin?

Prof. Kayhan, bu gözlemini Erkekler, belki de fıtratları gereği sisteme, düzene, dayatılana uyum sağlama konusunda kadınlardan daha becerikliler” yorumunu izah ederken anlatmış kitapta.

Bu yoruma keşke katılabilseydim... O zaman hiç değilse, katı olan herşeyi eriten ve o ergimiş maddeden birörnek imalat yapan modernliğe karşı kadınlara güvenmeye devam edebilirdik. Fakat şu soruyu sormadan edemiyorum: Acaba kadınlar da erkekler kadar modern hayatın içinde olsalar ve onun “nimetlerinden” faydalansalar, yine bu ölçüde “dirayetli” kalabilirler miydi?

* Selin Ongun’un da kurucuları arasında bulunduğu T24 internet sitesinin yazarlarından Tayfun Atay, muhafazakârların yeni dünyalarını anlattığı yazısının başlığını “İslâm’ın son şartı: Hazza gitmek” diye atmıştı. Bu yazının başlığı, Atay’ın o yazısına naziredir.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT