Hazin…
Başbakan'dan sonra, TBMM Başkanı, şimdi de Genelkurmay Başkanlığı…
Özür kampanyasına karşı çıktılar, kampanyayı tehlikeli buldular; dökülen Türk kanlarının hesabını kim verecek, bizden kim özür dileyecek, sorusunu sordular; imzacıları, bizleri ağır dille suçladılar.
Hazin…
Türkiye'de yaşayan insanların bir kısmının, Türkiye'de yaşanmış acıları, 1916-1917 yıllarında Rus işgali döneminde müslümanların maruz kaldığı zülmü, kayıpları unutmadan, kendi verdikleri acıyı, acı duyarak kendi adlarına dile getirmelerine, sembolik bir özür ifadesine bile tamammül edemediler…
Genelkurmay Başkanlığı adına yapılan açıklama beni şaşırtmadı…
MHP Genel Başkanı'nın dili ve düzeyi de öyle…
Başbakan şaşırttı…
İslami ve muhafazakâr kesimden gelen aşırı tepkiler keza…
Neden sorusunu sormadan, tarihi sadece kendi yaşadığı acılar açısından ele alarak, özrü kendi kayıplarına hakaret kabul ederek, yazar kendisininkine benzer fikirleri dile getirdiğinde alkış tutan, aksi fikirler söz konusunda olduğunda düşünmeyi bile reddeden, hareket yağdıran bir anlayış…
Yazarın da okura serzenişte bulunma hakkı vardır…
Kimse unutmamalıdır, her ilişkinin, her temasın, her çatışmanın, bir aşk ilişkisinin bile en az iki tarafı, en az iki farklı öyküsü vardır.
Gerçek bunların bütününden oluşur…
Gerçek şüpheyi, sorgulamayı, tartışmayı gerektirir…
Abdullah Gül adına Cumhurbaşkanlığı sitesinden yapılan özür kampanyası için açıklamada şunlar söyleniyordu:
"Sayın Cumhurbaşkanımız, Devletin ve Hükümetin veya tek tek vatandaşların görüşleri mahfuz kalmak üzere, bu konunun Türk kamuoyunda ve akademik çevrelerde en geniş ve özgür biçimde tartışılmakta olmasını ise, Türkiye'de diğer birçok ülkeden daha ileri ve özgür bir demokratik tartışma ortamının mevcudiyetinin, Türk halkının tarihiyle barışıklığının ve kendine duyduğu özgüvenin bir göstergesi olarak görmektedirler…"
Cumhurbaşkanı'nın bu konuda ne düşündüğünü, bizden farklı kanaat taşıdığını yakından bilenlerdeniz…
Bu durumda yaptığı açıklamanın önemini hissetmemek mümkün değildir…
Cumhurbaşkanı "Türkiye'de diğer birçok ülkeden daha ileri ve özgür bir demokratik tartışma ortamının mevcudiyeti"den söz ediyor…
Bir bakıma öyle…
Ama kurumlardan ve sokaktan gelen tepkilerin Cumhurbaşkanı'nın çok gerisinde kaldığı ortadadır…
Düşünmek, yeniden, yeniden bakmak bile reddedilmektedir…
Demokratik olgunluk önemlidir, oysa…
Demokrasi ve demokratlık, her şeyden önce kendini sorgulama ve mutlak kılmama çabasıdır. Ve bu çabanın ötekilerin, bizden farklı olanların varlığıyla, talepleriyle, bakışlarıyla ilişki içinde olmasıdır.
Demokrasi ve demokratlık mütekabiliyet esasına oturmaz…
Vicdan ve ilkenin zamanı, zamanlaması, millîsi olmaz…
Fikir üretimini, düşünceyi, özgür ve rekabetçi tartışmayı mümkün kılan vicdan ve ilkedir…
Tartışmanın temel işlevi "ötekini" dinlemek ve anlamaksa; anlamak farklı görüşler arasında etkileşime yol açıyorsa; etkileşim de zengin ve yaratıcı bir kimlik üretiyorsa, bu, eşitlikçi, özgürlükçü ilkeler, demokrat bir zihniyet demektir...
Bu zihniyetin yerleşmediği diyarlarda, demokrasi yalnızca kendi çıkarlarımız adına kullanacağımız bir silaha döner.
Demokratlık, bir siyasi mücadele aracı haline, çıkar savunmak için edinilmiş geçici bir kimlik haline geliverir.
Unutmayın "gerçek", 1915, 1916, 1917'deki hadiselerin yerli yerine oturtulması dahi demokrat zihniyetle yakından ilgilidir…
Anlamak isteyene…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT