Hayatımızın merkezine Rabb'imizi koyalım
Yaşar Değirmenci, toplumsal yozlaşma ve ahlaki çürümenin, helake yol açan en büyük tehlikeler arasında yer aldığını, bireysel ve toplumsal tevbenin bu durumdan kurtuluşun tek yolu ve Allah'ın rızasına en uygun yol olduğunu aktarıyor.
Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Allah’ı unutan bir hayattan kurtulalım!
Yaşanan hayat boşluk kabul etmez. Peygamberimiz de Müslümanı tarif ederken “Müslümanın bakışı ibret, sözü hikmet, sükûtu tefekkürdür” buyurarak bizleri boşluk bırakmayan bir hayata dâvet etmektedir. Bu sebeple olayların, gündemlerin peşinde koşmayan; yaşanan aktüaliteyi ibretle değerlendiren bir Müslüman anlayışı ikame etmemiz gerekiyor. Bunu da vahyin ışığında, vahyin inşa ettiği bir bakış açısıyla ortaya koyabiliriz.
Bizim “ahir zaman” dediğimiz, Batı’nın “ilginç zaman” dediği böyle bir devirde yaşıyoruz. Peygamberler Tarihi’ne baktığınızda gönderildikleri kavimler, Peygamberlerini dinlemediklerinden yaşadıkları dönemde toplumları helâke götüren bir sürü olay yaşamışlar. Sanki bu devirde değişik devirlerde yaşanan olayların birçoğu aynı anda cereyan ediyor. Günahların aleniyete dökülmesinden hep korkmuşumdur. Bu halleri; Rabbimize meydan okuma gibi görmüşümdür. Gadabı İlahi’yi celbeder diye. Çünkü Sünnetullah’ta ahlakî ve hukukî tefessüh (bozulma-kokuşma-dejenerasyon) içinde yaşayan toplumlar, maddi bakımdan çok iyi durumda olsalar dahi, başlarına gelecek yakıcı-yıkıcı felaketler sonucu çöküp giderler, tarih sahnesinden silinirler. Üstelik bunu da işledikleri amelleriyle hak ederler. İçki, kumar, fâiz, zina, çıplaklık, rüşvet, sahtekârlık, yalan, dolandırıcılık, riya, zulüm, sömürü, haram yiyicilik, nimete nankörlük, sabır-şükür ve kanaatin kaybolması, günahların “utanma” yerine “meşrûiyet” kazandırılmaya çalışılması, vs. Sadece menfaatini düşünenleri de ilave edebilirsiniz. Bütün bunlar toplumların helak sebebi.
Peygamberimizin “Hûd Sûresi, beni ihtiyarlattı” buyurmasında; Peygamberimizin saçını ağartan asıl sebep; kavminin geri dönüşü olmayan bir helak sürecine girme tehlikesiydi. Allah’ın emir ve yasakları hususunda hassasiyet göstermeyen kavmine, eş-dost ve akrabalarına bir bela gelir endişesiydi.
Dillere destan Âd Uygarlığı, Sebe Uygarlığı ne oldu? Buna Semudluları, Hicr ve Eyke ahalisinin başına gelenleri, fuhşun çılgınlığa dönüştüğü Sodom ve Gomore’nin feci âkibetini de ekleyebiliriz. Sonra da âyetler yeni nazil olmuş gibi kendimizi İlahi hitabın muhatabı olarak görüp Kur’an Okumaları yapamaz mıyız? Peygamberler Tarihi’ni inceleyerek bugünkü olaylarla irtibat kurup yeniden bir değerlendirme yapamaz mıyız? “İbret almaz mısınız ey akıl sahipleri?” sualini kendimize sorup ibret alamaz mıyız? İbret alalım ve Allah’ı unutan bir hayattan kurtulalım!
“Sosyal günah” haline gelen bu cürümler, “sosyal tevbe”yi gerektirir. Günahlar nasılsa tevbesi de öyle olmalı. “Cezalar da ameller cinsindendir” sözü bir kıymet ifade etmiyor mu? Nasıl ki münferit hatalar, ferdî (bireysel) düzeltmelerle telafi edilebiliyorsa sosyal olaylar, sosyal patlamalar, “toplumsal cinnet” halleri de mutlaka “toplumsal tevbe”yi gerektirir. Yağmur duası gibi. Bir kötülüğe sessiz kalmak, o kötülüğe ortak olmak manasına gelmez mi? Hz. Salih Peygamberin kavminin imtihan vasıtası olan “mucize deve” kesilirken deveyi kesen bir kişiydi. Ama âyette suçlanan; bu olaya seyirci kalan toplumun tamamıydı. Felaket ve bela da sadece bu işi yapana değil, bu feci fiile sessiz kalan bütün topluma gelmiş ve Cenabı Hak onları helak etmişti.
Bizi tevbeye götürecek günahlarımızı-hatalarımızı-isyanlarımızı düşündüğümüzde hastahanelerin “âcil servis”i gibi “âcil tevbe” servisimiz olmalı. Hayat tarzımızı değiştirecek tevbelere ihtiyacımız var. Bazı olaylar, İlahi ikaz ve tehdidi ihtiva ediyor. İnsanoğlunun aklını başına almasını istiyor. Kur’an-ı Kerim, kulun Allah’a sırt dönmesini, kendisine yapacağı en büyük kötülük olarak dile getirir. Bu mesaj kimi zaman tabii felaket, kimi zaman ekonomik kriz, kimi zaman siyasi kriz. Kimi zaman da kargaşa, terör, savaş gibi “güvenlik krizi” olarak tezahür ediyor.
Her şey geçer, ömür de geçer, bütün tartışmalar biter, bütün gündemler değişir, bütün unvanlar, koltuklar, makamlar geride kalır, bütün telaşlar son bulur, hayat sensiz de akıp gider. Allah’ın razı olacağı salih ameller işleyip ebedî hayatı unutmadan yaşamak şart. Yalnızlığın hâkim olduğu bir toplumdayız. Allah bizi asla yalnız bırakmaz. Ahlâki çürüme, toplumsal kokuşma, yozlaşma, vs. Gerek illetleri gerekse sonuçları açısından bu hal; her yerde insanın insanlığını vuruyor. İnsanı savunmanın onu diri tutan değerleri savunmanın vatanı, coğrafyası, dili, dini, ırkı olmaz. Aktif iyi olacağız, iyiyi, doğruyu, güzeli yayacağız. Usul ve üslubumuza, niyet ve maksadımıza dikkat ederek emri bil maruf nehyi anil münkeri yapalım. Belalardan, musibetlerden, hastalıklardan, rızık darlığından, kaybetmekten, yıkılmaktan, acı çekmekten değil, yalnızca Allah’tan korkalım. Çünkü: “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona (her darlıktan) muhakkak bir çıkış yolu gösterir. Ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Ona her işinde muhakkak bir kolaylık sağlar. Onun günahlarını örter. Ve kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter” ayetini unutmayalım. Allah’a dayanan ve güvenen Müslümanlardan olalım.
HABERE YORUM KAT