Hayâsızlık nasıl yayılıyor?
Ümit Şimşek cinsi sapkınlığın nasıl normalleştirilmeye çalışıldığına dikkat çekerken kavramların önemini vurguluyor.
Ümit Şimşek / Zafer Dergisi
Hayâsızlık nasıl yayılıyor?
Garip şeyler oluyor. Şahit olunanlara anlam verebilmek için, onları anlamak gerek. Bu yazıda Lût kavmini bile mumla aratacak sapıklıkların her türlüsünü yaygınlaştırarak dünyayı bir sapıklar gezegeni haline getirmek için girişilen operasyonların kilometre taşlarını bulacaksınız.
Dünya sapıklarının bizim topraklarımızda, gözümüzün içine baka baka sergiledikleri hayâsızlıklar, bizi çok gecikmiş bir muhasebeyle karşı karşıya getiriyor:
Bundan otuz kırk sene önce hayalimizden bile geçmeyen şeyler bugün bu ülkede nasıl yaşanır hale geldi?
Vaktiyle en iğrenç, en şenî’, en çok lânete lâyık olarak gördüğümüz şeyleri bugün nasıl umursamaz olduk? Umursamamak bir yana, bazılarımız bunları nasıl açık açık savunabilecek hale geldi?
Bu soruların cevabına ulaşmak için en kestirme yol, dilimize bakmak olacaktır. Çünkü bizi bozmak isteyenler, huyumuzdan önce dilimizi değiştiriyorlar.
Dil bozulunca ahlâk da bozulur
Biz, bünyemize yabancı olan şeyler hakkında kendi öz kaynaklarımızdan aldığımız kelimeleri kullanmaktan vazgeçip başkalarının bize öğrettiği kelimeleri kullanmaya başladığımız anda, onların değer sistemlerine karşı teslim bayrağını çekmiş oluyoruz. İşin bundan sonra takip edeceği seyri de adım adım onlar belirliyor. Mesela:
Kur’ân’ın “fuhşiyat” dediği şey bizim dilimizde “cinsel tercih” veya “özgürlük” olmuşsa, Resulullah’ın “hayâ” dediği şeyi de “fobi” olarak adlandırmaya başlamışsak, düşman bayrağını kendi elimizle topraklarımıza dikmişiz demektir.
Bu gerçeği, ABD Yüksek Mahkemesinin eşcinsel evlilikleri yasallaştırması üzerine ülkenin en köklü ve etkili dergilerinden Atlantic’in internet sitesinde yayınlanan bir yazı, bir başarı sırrı olarak itiraf ediyor.[1]
Devam eden bir araştırmaya atıfta bulunan dergi, 2003 yılında kendileriyle mülâkat yapılan deneklerin “eşcinsel, gay, lezbiyen” gibi kelimeleri kullanırken zorlandıklarını, 2010 yılında yapılan mülâkatlarda ise aynı kelimeleri hiçbir rahatsızlık duymadan kullanabildiklerini kaydediyor. Bu süre içinde de, eşcinsel evliliklerini onaylayan Amerikalıların oranı %60’a çıkmış bulunuyor. (Bu arada derginin eşcinsel evliliğinden “evlilik eşitliği” şeklinde söz ettiğini de belirtelim.)
Amerikan halkının sapık evliliklere bakışındaki rahatlama, dilindeki rahatlamaya paralel şekilde gerçekleşmiş bulunuyor. Atlantic yazarı da, bu gerçeğe işaret ederek, dilbilimci Geoffrey Nunberg’den şu cümleleri naklediyor:
“İnsanların bir şey hakkındaki fikirlerini doğrudan değiştiremezsiniz. Fakat onların o şey hakkındaki konuşma biçimlerini değiştirebilirsiniz. Bu da onların fikirlerini değiştirebilir.”
Bu sözleri tercüme edecek olursak:
“Sapıklığın iyi bir şey olduğu” yalanına insanları doğrudan inandıramazsınız. Fakat onlara, sapıklık hakkında olumlu çağrışımlar yaptıran kelimeleri pazarlayabilirsiniz.
Bu kelimeleri bir kullanmaya başlasınlar; zaman içinde bu yeni dil onların sapıklık hakkındaki düşüncelerini de, duygularını da temelden değiştirecektir.
Bozmaya Allah’ın kitabından başladılar
Sapıklığı sapıklık olmaktan çıkararak insanlara olağan bir davranış biçimi olarak sunmak, hattâ bunun da ötesine geçerek bir övünç kaynağı halinde pazarlamak, tarih boyunca insan ve cin şeytanlarının başlıca meşgalelerinden birini teşkil etmiştir. Onları bu konuda belli bir sınır içinde tutabilecek hiçbir ahlâkî ölçü bulunmadığını gösteren en bariz örnekler, Allah kelâmı kitaplarda yaptıkları tahrifattır.
Hz. Âdem ile eşinin Cennette iken çıplak oldukları, ancak yasak meyveyi yiyinceye kadar bunun farkında olmadıkları için çıplaklıklarından utanmadıkları iddiası, Tevrat’a sonradan monte edilmiş bir iftiradır. (A’râf sûresinin 27’nci âyeti, şeytan onları aldatıncaya kadar Hz. Âdem ile eşinin giyinik olduğunu bildiriyor.) Bu iftira, çıplaklığı utanılacak bir şey olmaktan çıkarıp bir kemal mertebesi olarak insanların önüne koyar!
Tevrat’ı tahrif ederek ilk peygambere bu iftirayı atanların diğer peygamberlere reva gördükleri şeyler arasında ise, beşerin en aşağılık kısmı hakkında bile kolay kolay tasavvur olunamayacak seviyede rezil ve hayâsızca işler vardır. Dünyaya ahlâk ve fazilette örnek olarak gönderilen insanları hayâsızlıkta numune haline sokma cür’etini gösterenlerin ne yapmak istediklerini anlamak çok mu zor?
Allah’ın kitabı tamam, sıra beşer eserlerinde!
İnsanlar arasında hayâsızlığın her türlüsünü yaymak için Allah’ın kitabını tahrif etmekten çekinmeyenler, beşer eliyle yazılan kitapları değiştirmekten geri durmayacaklardı. Nitekim geri durmadılar.
Doğrudan doğruya nefsanî heveslere hitap ettiği için, fuhşiyatın bir “kişisel tercih” olarak dayatılması çok zor olmadı. Fakat sınır tanımayan yeryüzü sapıkları, işi burada bırakacak değillerdi.
Hayatın gerçeklerine ve bilimin açık verilerine rağmen, cinsel sapıklıkları da normal ve sağlıklı bir hayat tarzı statüsüne kavuşturmak için uzun soluklu bir mücadele verdiler.
Eşcinselliğin “utanılacak bir şey, bir kötülük, veya küçük düşürücü bir durum olmadığını” söyleyen ve “bir hastalık olarak sınıflandırılamayacağını” ileri süren Freud bu işin kapısını açmış, daha sonra Kinsey’in raporları da açık kapıyı biraz daha aralamıştı. Evelyn Hooker adlı bir psikologun 1957 yılında eşcinsel erkekler üzerinde yaptığı bir araştırma, dünya sapıklarının eline aradıkları malzemeyi verdi.
Hooker’ın yaptığı araştırma, aslında bir mutluluk ölçümünden ibaretti. Otuz normal ve otuz eşcinsel erkek üzerinde yaptığı çalışmada, bunların aralarında mutluluk açısından bir fark bulunmadığı sonucuna vardı. Hattâ, en tecrübeli psikologlar bile, deneklerin mutluluk karnelerini inceledikleri zaman, bunlardan hangisinin normal, hangisinin eşcinsel olduğunu anlayamamışlardı. Hooker ve benzerleri, bu araştırmadan “Madem eşcinseller de diğerleri kadar mutlu olabiliyorlar; öyleyse eşcinsellik bir hastalık değildir” sonucunu çıkarmakta çok fazla zorlanmadılar.
Batı medeniyeti sapıklığı böyle akladı
Her türlü sapıklığın Batı dünyasında hüsn-ü kabul görmesinde ve oradan dünyaya yayılmasında garipsenecek bir durum yoktur. Bu, Batı medeniyetinin tabiatıyla ilgili bir durumdur. Zira, Batı medeniyetinin insanlığa verdiği hizmet, Bediüzzaman Said Nursî’nin tabiriyle, “nefis ve batın ve fercin hevesatını tatmin” suretiyle gerçekleşir. Bu hedefe hangi fuhşiyat vasıtasıyla ulaşılacağı ise, “füruattan” addolunacak bir meseledir. Eğer çoğunluğun normal kabul edilen yollardan ulaştığı hazlara bir kısım insanlar sapık yollardan ulaşabiliyor ve diğerleri kadar mutlu olabiliyorlarsa, Batı medeniyeti bu ikinci yolu “sapıklıklar” zümresinden çıkarır, normal davranışlar arasına katar. Hattâ bu kadarla da kalmaz, onu özendirmek ve toplumlarda yaygın hale getirmek için bütün imkânlarını seferber eder.
Evelyn Hooker’ın sapıklar üzerinde yaptığı mutluluk ölçümleri işte böyle bir sonuç ortaya çıkarmıştı. Bu sonuç, eşcinsel aktivistlerin eline, yıllardır peşinde koştukları bir fırsatı verdi. Artık sapıkların bundan sonraki hedefi, eşcinselliğin her türlüsünü resmî kayıtlarda hastalıklar listesinden çıkarmak idi.
’60’lı yıllar, zencilerin hak ve özgürlük arayışları gibi insan hakları hareketlerinin içine sızarak onların sırtından meşruiyet arayan ve bu hareketlerden bir kısmını zaman içinde eşcinsel hareketler kimliğine büründüren sapık aktivistlerin seslerini duyurma çabalarıyla geçti. Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), sapıkların başlıca hedefiydi. Birliğin düzenlediği toplantılarda hangi psikiyatrist eşcinselliğe bir toz konduracak olsa sözü kesiliyor, protesto ediliyor, alaya alınıyor, şiddetli bağırtı ve çağırtılarla konuşması engelleniyordu.
Şamatalar 1974 Mayıs’ında sonucunu verdi. APA’nın ünlü el kitabı DSM’nin (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders = Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı) yedinci baskısında, eşcinsellik “zihinsel hastalıklar” listesinden çıkarıldı ve “cinsel oryantasyon bozukluğu” sınıfına terfian aktarıldı.
DSM, uzmanların yanı sıra Amerikan hükûmetinin, yasama ve yargı organlarının, sigorta şirketlerinin ve ilâç firmalarının da itibar ettiği resmî bir kaynak olduğu için, bu başarı, küresel sapıklık hareketleri için bir dönüm noktası teşkil ediyordu.
Bu büyük bir başarıydı şüphesiz; fakat dünya sapıklarının bundan daha da ötede hedefleri vardı. Ve sapıklar, planlı ve organize bir şekilde, adım adım bu hedeflere doğru yol alıyorlardı.
Şimdi sapıklar toplumu damgalıyor
Küresel sapıkların hedefi, sadece kendilerini temize çıkarmak ve toplum içinde kabullenilmekten ibaret değildi. Onların bir derdi de muhaliflerini damgalamak ve toplum içine çıkamaz hale getirmek idi. Bunun için, sapıklık karşıtı ahlâklı ve sağlıklı insanları “hasta” olarak damgalamanın bir yolunu buldular.
1960’lı yılların sonlarına doğru, bir taraftan sapık eylemciler cinsel sapkınlıkları hastalıklar listesinden çıkarmaya uğraşırken, bir taraftan da George Weinberg adlı sapık dostu bir psikolog “homofobi” adında bir hastalık icad etti.
Weinberg, bu icadını önceleri çeşitli zeminlerdeki konuşmalarında kullandı. Derken, homofobi tabiri, 1969 yılında basılı medyaya Screw adlı bir Amerikan porno dergisiyle giriş yaptı. Arkasından bunu Time dergisi kaptı ve kullanmaya başladı. Çok geçmeden de bu tabir fobiler listesindeki yerini aldı, hattâ sözlüklere bile girdi.
Weinberg, 1969 yılındaki bir mülâkatında bu icadını açıklarken, “Homofobi kesinlikle bir hastalıktır; bunda hiç şüphe yok” diyordu. Sonra da, “İnsan her gece yatarken bu hastalıkla uyanmamak için dua etmeli” diyerek bu hastalığın “dehşetini” dile getirmeye çalışıyordu.
Fobi kelimesinin korku anlamına geldiğini herkes bilir. Fakat sapıklara karşı çıkan sağlıklı insanlar hakkında kullanılırken bu kelimeye sadece bu vak’aya münhasır kalmak üzere bir ayrıcalık tanındı ve kapsama alanı alabildiğine genişletildi. Bugün “homofobi” kelimesi, cinsel sapıklıklara karşı red, nefret, küçümseme, dışlama, önyargı gibi her türden duyguyu, bu arada dinî inançları ve ahlâk telâkkilerini de içine alacak şekilde kullanılıyor.
Sapık dostu Weinberg bir yandan sapıklık karşıtlarını “homofobik” yaftasıyla hasta olarak saf dışı ederken, bir yandan da sapıklığın sağlıklı bir şey olduğunu ispat etme çabalarından da geri kalmıyordu. 1972 yılında yayınladığı “Toplum ve Sağlıklı Eşcinsel” adlı çalışması, bu konuda önemli adımlardan birini teşkil etti.
Bu adımlar, pek tabii, atıldığı yerde kalmıyor, küresel bir propaganda mekanizması tarafından derhal işleme konuluyordu. Yazılı medya, görsel medya, sahne sanatları, reklam ajansları, ünlü kişiler, moda mihrakları, sivil toplum örgütleri gibi araçlar, toplumu cinsel sapıklıklara özendirmek için seferber edildi. Bütün bu araçların bizim toplumumuzda da ne kadar etkili bir şekilde kullanıldığına dair örnekleri hatırlamakta hiçbirimiz zorlanmıyoruz. Sadece bir kısım sanatçıların giyim-kuşam ve tavırları ile ünlüler arasındaki cinsel sapıklıklara dair sosyete sayfalarında çıkan dedikoduların toplumda eşcinselliğe karşı bir hoşgörü vücuda getirmekte oynadığı rol küçümsenecek gibi değildir.
Özgürlük değil, fuhşiyat!
Küresel sapıklık hareketlerinin mâsum görünümlü isim ve sıfatlar arkasında gizleyerek kitlelere kabul ettirdiği fiillerin tamamını, Kur’ân-ı Kerim “fuhşiyat” kavramı altında toplamıştır.
Fuhşiyat, her türlü utanç verici çirkin fiilleri, hayâsızlığı, edepsizliği, ahlâksızlık ve iffetsizliği içine alan geniş bir kavramdır.
Her Cuma hutbesinde dinlediğimiz Nahl sûresi 90. âyetinde, Allah’ın yasakladığı şeylerin başında “fuhşiyat” sayılır.
Daha başka âyetlerde, fuhşiyatın açığı ve gizlisiyle her türlüsünün yasaklandığı, açık ve kesin bir dille ihtar edilir. [2]
Allah’ın yasakladığı şeylerin başında gelen fuhşiyat, şeytandan başka kimin emirleri arasında liste başı olabilir? Kur’ân, fuhşiyatın her türlüsünü sadece yasak ilân etmekle kalmıyor; aynı zamanda, onu insanlar arasında yaygınlaştırmak isteyenin de insanın baş düşmanı olduğunu tekrar tekrar bize hatırlatıyor:
“Ey insanlar, yeryüzünde olanların helâl ve temizlerinden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır. O sizi ancak kötülüğe, fuhşiyata, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeye kışkırtır.”[3]
“Ey iman edenler, şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse, hiç kuşkusuz o fuhşiyata teşvik etmektedir.”[4]
Bu arada, şeytanın sadece bildiğimiz cin şeytanlarından ibaret olmayıp insan şeytanlarını da içine aldığını hatırlamakta fayda, hattâ zaruret vardır. Nitekim Kur’ân da insan ve cin şeytanlarının karşılıklı olarak birbirlerine ilham verdiklerini bildirir,[5] hattâ cin şeytanlarını azdıran insanlardan söz eder.[6]
İslâm’ın hiçbir surette imana ve insanlığa yakıştırmadığı ve kesin bir surette reddettiği fuhşiyat kavramına karşılık, bir de “olmazsa olmaz” kabul ettiği bir kavram vardır. Bunun adı da “hayâ”dır, yani utanma duygusudur.
Resulullah (sav), tarih boyunca bütün peygamberlerin insanlara verdiği derslerin başında hayâ dersinin geldiğini bildiriyor:
“İlk peygamberlerden itibaren insanların öğrendiği bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap.”[7]
Bütün dinlerin en önemli bir esası olan hayâ, İslâm’da ise bu dinin özel ahlâkı haline gelmiştir. Allah’ın Elçisi, bunu “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” buyurmak suretiyle bize haber veriyor.[8]
Kaynaklar:
(*) bkz. “Bir güncelleme Öyküsü 2: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”
[1] Maureen Salamon, “My Son’s Boyfriend Is Not His Friend,” Atlantic, June 28, 215, http://www.theatlantic.com/entertainment/archive/2015/06/friend-gay-relationship-language-evolution/397028/?utm
[2] En’âm, 6:151; A’râf, 7:33.
[3] Bakara, 2:168-169.
[4] Nur, 24:21.
[5] En’âm, 6:112.
[6] Cin, 72:6.
[7] Buharî, Enbiyâ: 54; Edeb: 78; Ebû Dâvud, Edeb: 6; İbni Mâce, Zühd: 17.
[8] Muvatta’, Hüsnü’l-huluk: 2.
***
HABERE YORUM KAT