Hatıralarının 'şen' olduğunda ısrar mı edilecek?
Cumhurbaşkanı'nın Ermenistan ziyaretinin “büyük mesele”ye ilişkin bugüne kadar denenmemiş çözüm yolları açacağını umuyoruz. Cumhurbaşkanı'nın içerideki “milliyetçi-sosyal demokrat ittifakı”nın başlattığı kampanyadan yılmayarak “davet”e icabet etmesi gerçekten alışılmadık bir siyasi cesaret örneğiydi.
Peki ama bundan sonrası, bu ziyaretin sonrası nasıl gelecek?
Önümdeki haber, Erivan ziyaretinden sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nın da kolları sıvadığını bildiriyor. Bakanlık yeni Tarih kitaplarında “Ermenilerle ilgili özenle yazılan bölümlerde yeni ifadelere” yer vermiş. Ermeniler “Osmanlı devletine bağlılığını en uzun süre koruyan gayrimüslim topluluk” olarak takdim ediliyormuş. (Yani ağızlardan düşmeyen şu (çok problemli) “millet-i sadıka” meselesi.)
İlköğretim 8. sınıf İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük kitabında (bizim zamanımızda adında “Atatürkçülük” geçen bir kitap yoktu; demek ki zaman içinde bu yolda da epeyce yol almışız) “Ermeni asıllı bestekâr Bimen Şen”in (“asıllı” da ne demek, onun aslı da faslı da doğrudan Ermeni değil mi) bir şarkısına da yer verilmiş.
Bimen Dergazaryan (Şen) bildiğiniz gibi bugün elimizde ancak 250 kadarı kaldığı söylenen ama 800'ye yakın şarkıya imza atmış bir büyük bestecimiz. Bimen Şen'in Tarih kitabında yer alan Ermeni bahsi çerçevesinde örnek olarak işlenen şarkısı doğrusu çok güzel seçilmiş... “Yüzüm şen, hatıram şen, meclisim şen, mevkiim gülşen” diyor Bimen Şen. Bir Tarih kitabı Ermeniler bahsini çocuklara öğretmek için ancak bu derece yerinde bir şarkı seçimi yapabilir doğrusu...
Bitmedi; kitapta ayrıca bir başka Ermeniye, Karapit Nedeniyan'a ait olduğu söylenen şu sözlere de yer verilmiş: “Ah sebep olanlar ah, eviniz yıkılsın... Güzel güzel yaşıyorduk. Müslümanların süremediği sefayı biz sürüyorduk. Bizim gençlerimizi kandırarak kendi emelleri uğruna çalıştırdılar. Şimdi her birimiz dünyanın bir yerindeyiz.”
Bu da güzel bir seçim doğrusu. Yani yine döndük Bimen Şen'in ünlü şarkısına: “Yüzüm şen, hatıram şen, meclisim şen, mevkiim gülşen”. Ne güzel bir tarih; yurtlarından sürülmeseler sayıları bugün kim bilir kaç milyona ulaşacak olan (bunun hesabı demograflarca kolayca bulunabilir) bir “topluluk”u “hatıram şen” dizesiyle anmak çok zekice bir girişim doğrusu...
Neyse, Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu “katkıları”na bakıp, Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinin sağlayabileceği olumlu gelişmelere ilişkin hemen umutsuzluğa kapılmamak lazım. Çünkü biliyorsunuz, ülkenin en “muhafazakar” (elindekini “muhafaza” etmek anlamında) bakanlığı Milli Eğitim'dir. Dolayısıyla, bu bakanlığın Ermeniler meselesini Bimen Şen'in şarkıları arasından seçilmiş en “münasebetsiz” bir örnekle kitaplarına alması bile büyük bir yeniliktir.
Peki o zaman soralım: MEB'in bu “folklorik” katkılarını bir kenara bırakırsak, Cumhurbaşkanı'nın toplumun büyük kesimi (yüzde 67) tarafından olumlu bulunan Erivan ziyareti bundan sonrasının anlamlı ve yararlı politikasının başlangıcı haline nasıl getirilir? Hangi adımlar atılmalıdır ki ziyaret çıkarttığı gürültüyü hak etsin.
Ben bu soruların cevabını geçen hafta emekli büyükelçi Volkan Vural'ın Taraf'tan Neşe Düzel'e verdiği röportajda büyük ölçüde buldum. Bu röportaj önemliydi, çünkü “Özal'a yakınlığı” ile anılan-hatırlanan Vural'ın “Ermeni meselesi”ne ilişkin geliştirdiği düşünce ve çözüm önerileri, Özal'ın meseleyi tamamen faydacı biçimde çözmeye yönelik anlayışı ile sınırlı kalmayıp, işin “etik” boyutunu da hiç mi hiç ihmal etmiyordu. (Yani daha açıkçası, Özal'ın ABD'de diplomatlara söylediği (?) öne sürülen “Tanıyalım şu soykırımı bitsin bu mesele” mealindeki sözler, eğer iddia doğru ise tabii ki tamamen “faydacı” bir anlayışın ürünüydü.)
Volkan Vural'ın üzerinde hâlâ ısrar edilen “Meseleyi tarihçiler çözsün” tezine ilişkin şu değerlendirmesi çok yerinde doğrusu: “Bence mesele tarihte değil. Ben, tarihi gerçeklerin bilinmediği varsayımını paylaşmıyorum. Gerçekler biliniyor. Pek çok şey biliniyor. Bütün mesele bu bilinenlerin nasıl algılandığı ve izlerinin ne olduğu. Bu izlerin geleceğe nasıl etki yaratacağı...(...) Bir Ermeni samimiyetle, halkının uğradığı durumun soykırım olduğunu düşünebilir. Biz de bunun böyle olmadığını düşünebiliriz. Burada tıkılırsak hiçbir yere varamayız. 'Bunu tarihçiler söylesin' demek de, tarihçilere fazla anlam yüklemektir. (...) Bence biz kendi kendimizi dar boğaza soktuk. Başta, hiç böyle bir şey olmamış, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi davrandık. Şimdi, 'evet bir şeyler yaşandı. Ama bunlar karşılıklı oldu' diyoruz.”
Peki Vural'ın önerdiği çözüm nedir? Doğrusu, bu konuda da yerinde önerilerle karşı karşıyayız:
“Ben yetkili olsam, ne yaparım? Ben, 'Osmanlı İmparatorluğu sırasında, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan ve bir biçimde tehcire tâbi tutulmuş olan, velev ki bu tehcir imparatorluğun başka bölgelerine bile olsa, bütün Ermeniler ve hatta başka azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına istekleri halinde otomatik olarak alınabilir' derim. Kaç kişi gelir bilmiyorum ama... En azından kendi yaşadığı köyden, kasabadan, şehirden seni zorla atmış insanlara karşı, 'ben Cumhuriyet olarak sana tekrar dönme ve sana ve senin soyundan gelen insanlara bu ülkenin vatandaşı olma hakkını veriyorum' denilir ve müracaat edene bu hak verilir.”
Volkan Vural'ın anlattıkları bundan ibaret değil tabii ki. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarınına, Kafkasya'daki kriz ve dolayısıyla Rusya ile ilişkilerimize ilişkin önemli değerlendirmeler de mevcut.
Vural'ın Türkiye-Ermenistan ilişkilerinden yola çıkarak “Ermeni meselesi” hakkında geliştirdiği düşünce ve önerilerin bugüne kadar bu çerçevede dinlediklerimiz içinde özel bir yere sahip olduğunu düşünüyorum.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT