Hata yapmak alışkanlık haline gelirse...
Türkiye'de her meşruiyet alanının sınırları, kuralsız davranışlarla zorlanıyor. Oysa kalıcı olan, güven telkin eden, itibar kazandıran davranış herkesin kendi mesleğini doğru ve aslî çerçevesinde kalarak yapmasıdır.
Belki de her hafta bir yarışma düzenlenmeli ve "haftanın en kafa karıştıran manşeti" jüri üyelerinin oylarıyla seçilip kamuoyuna arz edilmeli. Eminim, çok zor bir yarışma olacaktır; zira görüntüye göre kafa karıştırmak için can atan, neredeyse kendini helak eden bir medyamız var. Her meseleyi ya tersyüz ediyorlar; bunu da beceremezlerse amuda kalkıp her şeyi tepetaklak görmeyi ve öyle resmetmeyi deniyorlar. Kırk yıllık gazetecilerden müteşekkil bir jüri kursanız, inanın, onlar bile karıştırmacı gazeteciliğin haftalık şampiyonunu bir çırpıda belirleyemez.
Haftanın en bomba haberi (!) yine, yeniden, bir daha içki üzerineydi mesela. Rivayet o ki bundan sonra "Bir kadeh rakı artık yasak". Güya restoranlarda bir duble rakı satılmayacaktı. Hürriyet'teki manşetin mürekkebi bile kurumamıştı ki art arda açıklamalar geldi ve anlaşıldı ki haber yanlış bir değerlendirmeye, hatalı bir yoruma, abartılı bir yaklaşıma dayanıyordu. Her kesimden yükselen itirazlar üzerine önce sessiz kalmayı tercih eden gazete, daha sonra makul bir çizgiye gelmeyi denedi. Hatta gazetenin genel yayın yönetmeni, başlığın maksadını aştığını söylemek zorunda hissetti. Bu da güzel. Gazetecilik mesleğinde bu tür yanlışların yeri var. Bazen attığınız başlık gerçekten de maksadını aşabilir. Veya yanlış bir bilgiye binaen yanlış bir değerlendirme yapmış olabilirsiniz. Aslolan, hatanızdan dönmek ve kamuoyuna verdiğiniz bilgiyi tashih ya da tavzih etmektir. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de bunu yaptı ve doğru yaptı. Ne var ki "maksadını aşan" sözler ya da başlıkların bir alışkanlık haline gelmemesi çok mühim. Maalesef bu cânım ülkede gazete haberlerinin rutin bir şekilde sunulan maksadını aşma repertuvarı ha bire kabarıyor.
Yanlış habere sevinen yok!
Haftanın en tuhaf haberlerinden birine de maalesef Milliyet imza attı. Maalesef diyorum; çünkü Milliyet sıradan bir gazete değil. Ancak buna rağmen dinî konular söz konusu olduğunda geleneğindeki serinkanlılığı yitiriyor. Milliyet'ten gelen rivayet o ki, bir cami ile bir okul arasında bir tüp geçit yapılmış. Üstelik çok net bir fotoğraf da kullanılmış haberde. Bu fotoğrafı gören, bu haberi okuyan bir insan "Yahu bunlar da çok oluyor gâri" diyebilir. Ancak unutulan bir nokta var: Bahsi geçen mekana bir başka gazete (genellikle bu, Zaman oluyor mecburen) gidecek ve olay yerinde yapacağı incelemeyi kamuoyuyla paylaşacak. Nitekim öyle de oldu. Ve görüldü ki okul denilen yer bir imam hatip lisesi. Yani bir ilköğretim okulu değil. Üstelik bütün imam hatip liselerinde uygulamalı ders yapma mecburiyeti bulunmakta. Belli bir sınıfa gelen imam hatipli öğrenci vaaz vermek, hutbe okumak gibi bazı tecrübeye dayalı dersleri bizzat camide alıyor.
Hiçbir haberin yanlış olmasına; daha doğrusu bir gazetedeki yanlışın bir başka gazete tarafından düzeltilmesine sevinmemek gerekir. "Oh oldu; bak bir de yanlış haber yazmışlar" diye sevinmek bu mesleği önyargı ve art niyetli yapmak anlamına gelir. Biz de yanlış haber düzeltmekten mutlu olmuyoruz. Lâkin, şu gerçeği de unutmamak lazım ki; bazı gazete ve televizyonlarda yanlış haber yapmak adeta bir alışkanlık haline geldi. Aslında her yanlış, gazetecilik mesleğini kendi içinden çürütüyor.
Bir başka berbat haber daha! Kütahya'da bir tören yapılırken yöre kadınları geleneksel kıyafetleriyle programa katılmış, bazı gazeteler kıyameti koparıyor. Belki Nişantaşı-İkitelli arasındaki fanustan Kütahya'yı görmek mümkün olmuyor; ama ortada bir Anadolu gerçeği var. Ülkemizin pek çok yerinde vatandaşlarımız lokal ve geleneksel giysilerle dolaşıyor. Şimdi bu insanlardan bir Türkiye manzarası çıkarmaya kalkarsanız size "Ya Anadolu'yu tanımıyorsunuz veya başka bir niyetiniz var" diyebilirler. Alelacele "Burası Afganistan değil Türkiye" tarzında haber yapılmaz ki! Bu haber, Kütahya'daki muhabirler tarafından yapılmışsa bu kıyafetlerden bir Afganistan palavrası çıkarılamayacağını bilir. Büyük ihtimalle bu tür tez canlı haberler Anadolu'dan kopuk yazı işleri ya da delicesine bir hız tuzağı döngüsüne kendini kaptırmış internet yöneticileri tarafından yapılıyor. Ve maalesef ayıp ediliyor.
Her mevzudan bir kriz üretilmez; üretilmemeli. Eğer bir medya kuruluşu toplumsal ayrışmayı hatta sosyal çatışmayı sürekli kaşıyorsa bu konunun üzerinde hassasiyetle durmak gerekir. Çünkü hayatın bizzat kendisi bu kadar çatışmacı değil Türkiye'de. İnsanlar belli bir sentez yakalamış zaten. Herkes birbirinin hayat felsefesine saygı duyuyor, kimse kimseye karışmıyor, kimse kimsenin yaşam biçimine müdahale etmiyor. Hal böyleyken gazetecilerin sabahtan akşama kriz uydurmasına gerek yok. Bu mesele bu kadar zorlanırsa zorlayıcılar hakkında şüpheler oluşur, yaygınlaşır. Bu sefer de olmadık şeyler sanki varmış gibi algılanır; toplum arasında kirli bilgi ile doğru bilgi birbirine karışıverir.
Bir absürt haber daha! Voleybolcu kızlarımızdan Aysun Özbek ileride kapanacakmış da, hac yapmak istiyormuş da... Neredeyse linç edilecek kızcağız. Aslında bangır bangır verilen mesaj şu: "Ey laikçiler uyanın herkes kapanıyor". Doğru mu bu şuuraltı penaltı atışları? Hayır. Ortada bireysel bir tercih, daha doğrusu bireysel bir temenni var henüz. Ayrıca bu ülkede her gün örtünmeye karar veren binlerce genç kız olduğu gibi, açılmaya karar veren binlerce genç kız da oluyor. Neticede karar her ferdin kendisine ait; yani "bireysel tercih".
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Denge kaybolmuş bir kere. Denge bozulunca medya kendini her meselenin aslî sahibi ya da tarafı gibi görür. Bu nedenle bazı haberleri çok abartır, bazılarını da yok farz eder; çünkü artık "kamuoyunu bilgilendirme görevi"nden uzaklaşmış, sadece "kamuoyu oluşturma" misyonuna odaklanmıştır.
İşte çarpıcı örnek: CHP'nin başvurusuna binaen Anayasa Mahkemesi, başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliğini görüşüyor. Raportör hafta içinde raporunu yayınladı ve çok net bir görüş ortaya koyarak mahkemenin "Anayasa değişikliğini esastan denetleyemeyeceğini" söyledi. Daha ötesi raportör, Anayasa Mahkemesi'nin kendini Meclis'in yerine koyamayacağını da ifade etti. Bazı gazete ve televizyonlar, bu haberi karnından konuşarak savuşturmayı deniyor. Ya raportör tam tersini söyleseydi? O zaman seyredin iri puntolu manşetleri, patlaklarla süslenmiş sürmanşetleri, gece yarısı programları, duayen konukları... Kaldı ki raportör "Aklın yolu birdir" kuralını işletiyor ve bâriz bir gerçeği söylüyor. Zaten bu söylediğinin dışındaki bazı iddialar, hukuku aşırı zorlama, yargıç diktatoryasına doğru gidebilecek abartılı yorumlara başvurma gibi bir şey...
Lafı uzatmaya gerek yok! Türkiye'de her meşruiyet alanının sınırları, kuralsız davranışlarla zorlanıyor. Gazetecilik yapanlar gazeteciliği, siyaset yapanlar siyasetçiliği, hukukçuluk yapanlar hukukçuluğu vs. zorluyor. Oysa kalıcı olan, güven telkin eden, itibar kazandıran herkesin kendi mesleğini doğru ve aslî çerçevesinde kalarak yapmasıdır. Yetkisini aşan kendini tartışılır hale getirir; daha da aşarsa meşruiyetini kaybeder. Kısa dönemde bazı şeyler elde edilse bile; uzun vadeli yetkisiz işler yapanlar (kim olursa olsun) hata yapmanın tarihî vebalini ödemek mecburiyetinde kalır. Kaldı ki hiçbir şey eskisi gibi olamaz; olmayacak da! Çünkü yeryüzündeki hiçbir sosyal değişim geriye doğru yürütülemez. Dünyaya açılmış bir Türkiye asla kendi içine kapanıp kendi gölgesiyle yorgun düşmeyecektir. Ya insanlar kendi mesleklerinin ciddiyetini yeniden keşfeder ve birtakım sınır tanımaz alışkanlıklarından vazgeçer; veyahut ma'şeri vicdanın tarihe düşeceği nota razı olmaya mahkûm edilir.
İhsas-ı rey mi dediniz
Hafta içinde YSK Başkanı Muammer Aydın'la görüşen Şamil Tayyar, bu mülakatı Star'daki köşesine taşıdı. Başkan gerçekten de kritik şeyler söylüyor; AK Parti kapatılsa bile Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bağımsız aday olarak seçime girebileceklerini örnekleriyle ve kurallarıyla dile getiriyordu. Sen misin bunu diyen. Bir zümre -her zaman olduğu gibi- tam saha pres yaparak Başkan'ı bunaltmayı denedi; deniyor. Neymiş; ihsas-ı rey olurmuş da falan filan...
Bazı meslektaşlarımız bu konuya çok meraklıysa bu ülkede onlarca ihsas-ı rey vak'ası gösterebilirim. Kaldı ki YSK gibi bol örnekli bir uygulamanın Başkan tarafından tekrarı ve kuralların aynıyla tekrarı ihsas-ı rey de sayılmaz. Yine de madem bir ihsas-ı rey hassasiyeti var bazı meslektaşlarımızda, hatırlatmakta bir beis görmüyorum: Bazı kritik davalarda bazı kişiler bazı marjinal gazetelere yazı yazıyor, görüş veriyor ve davayı etkileyecek her türlü saçmalığı yapıyor. Nedense o kişilere karşı kimse çıkıp ihsas-ı rey demiyor.
Hatta geçenlerde "CHP'nin dosyası da Anayasa Mahkemesi'nde" denildi. Doğru mu, doğru. Böyle bir dosya var mı, var. Bu duruma rağmen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, gazetecileri azarlıyor adeta ve CHP'yi koruyucu cümleler sarf ediyor. Hiç de anlaşılabilir bir tutum değil. "Evet böyle bir dosya bize ulaştı, inceliyoruz" diyeceğine, konuyla ilgili kendi hükmünü söylüyor. Sadece bir ajans geçtiği için Haşim Bey'den tekzip bekledim. Nafile. Çok açık bir şekilde ihsas-ı reyden bahsedilebilir mi? Evet. Bu bile yargıya saygıdan dolayı görmezden gelinirken YSK Başkanı'nın teknik bir hatırlatma yapmasına ihsas-ı rey deyip hücum edilebilinir mi? Ayıp.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT