“Haso’nun rüyası”, kaldığı yerden..
Sosyalist Kürdistan’da her şey devletindi. Tüm fabrikaları devlet kuruyordu. Öyle ya, “Kürt Cumhuriyeti, laik, demokratik bir hukuk devleti” şeklinde tanımlanması yanında, temel ilkeleri itibarı ile cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi, devletçi, laik, inkılapçı ve devletçi bir yapıda idi.
Devlet “Kürt atı” adı ile sadece Kürdistan’daki insanların bineceği tek bir model sade bir araba üretiyordu. Bu arabanın hiçbir özelliği yoktu. Yüce önder bunun nedenini; “Büyük Kürt milleti lükse alışmamalı” diye izah ediyordu ama kendisi ve PKK’nın ileri gelenleri ABD’den gelen çok lüks zırhlı araçlara biniyordu. Bu çelişkiyi de “KÜRDİSATAN’IN ŞEREFİ” olarak yorumluyor, “Ben bu araca kendi adıma değil, yüce Kürt milleti adına biniyorum” diyordu. Devletin parasının adı KÜRT LİRASI idi. Ve tüm paraların bir yüzünde ölümsüz kurtarıcı Apo’nun değişik resimleri bulunuyordu. Makarnadan yağa, pantolondan çoraba kadar her şey devletin fabrikalarında üretiliyor, hatta devletleştirilen tarlalardaki domates üretimini bile devlet işçileri gerçekleştiriyordu. Kürdistan’da herkes devletten maaş alıyordu. Sınıfsız, kaynaşmış, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olan Kürdistan’da işsiz kimse yoktu. Politbüro üyeleri hariç, az çalışsın - çok çalışsın, amir olsun, memur olsun, kadın olsun, erkek olsun farketmez; herkese eşit ücret ödeniyordu. Bu yüzden bir süre sonra çalışanla çalışmayanın arasında hiç fark gözetilemediği için hiç kimse çalışmaz duruma geliyordu.
Büyük kurtarıcı Apo’nun her söylediği söz eşsiz bir hazine kabul ediliyor ve resmi görevliler ve basın tarafından kayda geçiriliyordu. Bunlardan bir kısmı çerçeveletilip hem resmi kurumların, hem de evlerin duvarlarına asılıyordu. Gün geçtikçe bu asma işi öyle ilerledi ki, asmayanlar muhalif görünmek korkusu ile hiç kalmadı. Bu sözlerden bazıları şunlar. “İstikbal dağlardadır”, “Yüce Kürt milleti; sen dünyanın, dünya da senindir.” Her politikacı ve bürokrat söze başlarken büyük öndere atfedilen cümlelerle söze girerdi.. Onu selamlamadan uçan kuşların kanatlarının yolunacağı iddiasında bulunurlardı mesela.. Rejimi eleştirenlere “Türk dölü” diye hareket edilirdi ki, bu en ağır suçlama anlamına gelirdi..
Ülkeyi yönetmek için çıkarılacak kanunlar KUZEY KORE, ÇİN ve KÜBA gibi ilerici ve devrimci ülkelerden ithal ediliyordu. Dine ve ona ait ritüellere “Burjuvanın devamını sağlayan gerici unsurlar” diyerek izin verilmiyor; vicdan, namus, din, ahiret, ölüm gibi olgular, gerici zihniyetlerin halkı sömürmek için kullandığı mefhumlar kabul edilerek ülke gündemine girmeleri kesinlikle yasaklanıyordu. Her gün resmi bir tören yapılıyordu. Mesela yüce önderin doğum günü, eşsiz liderin liseyi bitirdiği gün, PKK’yı kurduğu gün, ilk kan döktüğü gün, ilk dağa çıktığı gün, ilk Bekaa’ya vardığı, ilk Suriye’ye gittiği gün, ilk Kandil’e çıktığı gün, ilk falan şehirde, ilk filan şehirde konuştuğu, kongre yaptığı gün, Suriye’den çıkarıldığı gün, havada gezdiği gün, Yunanistan’a gittiği gün, Kenya’ya vardığı gün, ABD tarafından yakalandığı gün, UÇAKTA “BEN TÜRKLERİ ÇOK SEVERİM DEVLETE HİZMETE HAZIRIM” dediği gün, İmralı’da mahkemeye çıktığı gün, İmralı’da falan açıklamayı yaptığı gün.. Yılın her gününde emsalsiz liderin bir eylemi vesile kılınarak törenler düzenleniyordu. O, kara gözlü, ay bakışlı, aslan pençeli, sırtlan yeleli liderin yazdığı risaleler Kürdistan’da açılan tüm okullarda resmi tarih olarak okutuluyor, her sabah dersler başlamazdan evvel bu ‘HİTABE’den bir bölümü; Kürdistan bağımsızlık marşından sonra öğrenciler, öğretmenler, müstahdemler ve hatta yoldan geçen asil vatandaşlar ve hatta okula yakın olan evlerdeki tüm aileler tarafından birlikte ve çok yüksek sesle söyleniyor, okullarda ‘Ulusal Güvenlik Dersi’nde resmi ideoloji talimleri yapılıyor, bu amaçla, devrim muhafızlığına aday olacaklar için izci kolları kuruluyordu..
Bazı özel günler -ki o günler Kürdistan’da yılın 330 gününe tekabül eder- hoparlörden bütün şehirlerde milletin tümü tarafında ayakta söyleniyor, fabrikadaki işçi, yoldaki şoför, tarladaki çiftçi bu anda işini bırakıp bu eyleme katılmak zorunda kalıyor. Bu marş bitene kadar evde olsun, tarlada olsun, yolda olsun herkes ayağa kalkıp bu marşları dinlemek zorunda idi. Dinlemeyenlerin aziz kelleleri behemehal beklenmeden alınır ve şehrin ortasına kurulan DEVRİM SEHPALARINDA günlerce sallandırılırdı.
Newroz (artık böyle yazılıyor) devrim için şükran günü olarak kutlanıyordu. O gün devrim nişanları ve ödülleri veriliyordu..
Rüyamda böyle bir dönem 20 yıl kadar sürdükten, devrimin yerleşmesi için epeyce bir ağa, paşa, şıh, molla asıldıktan sonra (çünkü bazı dindar Kürtler “Bu yaptığınız dinsizliktir. Allah vardır, ahiret vardır, her Müslüman Kürt dinini serbestçe yaşayabilmelidir. Kıyafetimize karışmayın. Ne olmuş kızlar okula giderken başını örtmüşse?” dedikleri için aziz kellelerine bıçak değmiştir) Kürdistan’ın diğer ülkelerden hele de Ayrıldığı TC’den çok geri kalması, halkın hoşnutsuzluğuna neden oluyordu. Büyük önderin gayrimeşru ilişkileri de saklanmaz boyutlara ulaştığından, bu işten zarar gören ailelerin isyanı, toplum içinde aşağılanmaları büyük hoşnutsuzluğa sebep oluyordu. Dış bazı etkenlerin de zorlaması ile, yeni, muhalif ve kontrollü bir partinin kurulmasına izin verilerek ardından bir seçime gidiliyordu. Bu arada “Kesire Kürdistan’a dönecek” dedilerse de kendisinden bir daha haber alınamadı.. “Hatırasını yazmış, mektupları var” dendi ama arkası gelmedi.. O döneme ait bütün arşiv kayıtlarının kozmik odada saklandığına dair rivayetler vardır.. Bu odaya WQX odası da deniyormuş.. PKK ve ileri gelenleri, “Nasılsa biz kazanacağız. Kürt halkı vefalıdır, kendilerini bağımsızlaştıran PKK’yı elbette iktidar yapacaklar” diye düşünüyorlardı. Fakat o da ne, halkın büyük çoğunluğu yeni kurulan ve PKK muhalifi gibi görünen Demokratik PKK partisine oy veriyorlardı. Bir iddiaya göre bu partinin arkasında da yine yüce önderin adamları vardı. Çünkü bu parti, ana partiden ayrılan bir grup tarafından kurulmuştu..
Bu gerici kalkışma ile çok partili düzene son veriliyor ve halkı hizaya sokmak için sert ve acımasız tedbirler alınıyordu. Bu tedbirlerin başında da ayrılık sevdasına düşen bölücü ZAZALAR, KIRMANÇİLER, KELDANİLER, ARAPLAR, ASURİLER ile DİNİ kullanan dinci, gerici ve irticacı siyasi islamcılar vardı. Bunlara karşı silahlı mücadele başlatıldı ve ilk günlere bunlar için “İşte üç beş çapulcu..” denildi. Karşılıklı katliamlar başlatıldı. Hem teröristler hem de sosyalist Kürt devletinin askerleri yıllar sürecek bir iç savaşın içinde buldular kendilerini.
Dilini konuşamayan, kültürünü yaşamasına izin verilmeyen bu azınlıklara şöyle ilmi ve bilimsel açıklamalar yapılıyordu önceleri; “Siz aslında Kürtsünüz, ayrı bir millet değilsiniz. Size ZAZA denilmesinin sebebi atalarımızdan Haso Ağa’nın dağda odun keserken ağacın içindeki arı kovanından ZAZIIZZzazızzzz diye sesler duymasından kaynaklanmaktadır. Kırmançi kelimesi ise Kero Dayı’nın yolda giderken kendisine sorulan “Lo odunları kırayım mı” sorusuna “KIR KIR” derken oradan bir MAN kamyonun geçmesi ve aynı an ve ortamda bir çobanın keçileri sürmek için “Çİ!-Çİ!” diye seslenmesinin birleşimi olana KIR-MAN-Çİ seslerinin birleşmesidir. Tüm bu bilimsel(!) açıklamalar Kırmançileri, dindar Kürtleri ve Zazaları tatmin etmediğinden, bu sosyal sınıfa ait gençler değişik silahlı örgütler kurarak DAĞA çıkıyorlardı. Onların bu durumundan faydalanmak isteyen dış güçler ve silah tüccarları PKK’nın bitmesi üzerine azalan müşterilerinin yerine yenilerinin gelmesinden çok memnun oluyorlardı.
Kırmançiler konusunda bir başka rivayet de Kırmançi değil, GUR-MANÇO şeklinde teleffuz ile ilgili. GUR, “Kurt” demek. MANÇO da “Beyaz.” Yani GURMANÇO “Bozkurt” demektir. Yani asıl kök Türkler Kürtlerdir. Bugünkü Türk olarak bilinenler, ovada yaşayan bozulmuş Türklerdir! Zaten Cumhuriyet’ten sonra adı çokça zikredilen Selanik kökenli beyaz Türklerin Bozkurtlarla bir alakası yoktur. Bu günlük de bu kadar. Sütun bitti, rüya bitmedi. Yarın kaldığımız yerden devam edelim..
Selam ve dua ile
Not: Dünkü yazımda “Van ilinin Tatvan ilçesi” şeklinde bir ifade yer aldı. Doğrusu, “Van ilinden Bitlis Tatvan’a giden bir okurun yazdığı mail” şeklinde olacak. Düzeltirim. A.D.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT