Harakiri
Batı medeniyetinin dışında kalan toplumlar arasında paralellikler aramak yaygın bir alışkanlık.
Hele aralarında başarılı olan, yani kendisini Batı'ya eşit konumda bir küresel aktör olarak kabul ettirmiş olanlar varsa, bu toplumların sembolik anlamı daha da artıyor. Örneğin Türkiye için de Japonya uzun süre ideal model olarak algılanmış ve bir gün 'Japonya gibi' olma hayalleri kurulmuştu. Oysa iki ülke arasında, Batı'dan farklılık anlamında bir yakınlık kurulabilse de, Batı'yı bir kenara bıraktığınızda benzerlikler hızla azalmaktaydı.
Japonya ataerkilliği bütün toplumsal modeli kuşatacak kadar güçlendirmiş ve hayata geçirebilmiş bir ülke. Herkesin yerini, sözünü bildiği, buna razı olduğu, hiyerarşinin katı sosyal kurallara dönüştürülerek 'kültürleştirildiği' bir ülke... Ne var ki, dinin son derece bireyci bir algılamaya dayanmasının da gösterdiği üzere, söz konusu ataerkilliğin kamusal karşılığı inanç değil, devletle olan bağ ve bunun yol açtığı bağımlılık. Söz konusu durum son derece kendine özgü bir zihni yapı oluşturmuş durumda: Devletin manevi kıskacı altında sıkışıp kalan toplum, bu otoriter dünyayı normalleştirmek, içselleştirmek, onun parçası olmak zorunda.
Böyle toplumsal yapılarda statü, saygı, biriciklik duygusu, sorumluluk taşıma gibi özellikler bir anlamda 'kurucu' kişilik nitelikleri haline gelebiliyor. Bu nedenle kişisel başarısızlıklar, yani birinin kendisinden beklenen işi layığınca yapamaması son derece ağır bir psikolojik yük. Bu ise çoğu zaman kişinin kendisine zarar vermesiyle sonuçlanabiliyor. Japonya halen en yüksek intihar oranlarına sahip ülkelerden biri. İntihar yöntemlerinin en bilineni ise tamamen bu kültüre has olan 'harakiri'... Yani bir bıçağı karnınıza hızla saplayıp, ardından yana doğru çekerek kurtuluş ihtimalini yok etmeniz.
Diğer taraftan Anadolu toplumu ise bizzat toplumsal hayatın normları konusunda her zaman aşırı pragmatik oldu. İdeolojileri, içinde yaşam alanları üretilebilen geniş şemsiyeler gibi kullandı. Ataerkilliği gündelik hayatın akışı içinde sıradanlaştırıp, devlet otoritesi karşısında koruyucu bir kalıba dönüştürdü. Böylece din, fundamentalist bir çizgiye doğru kaymaktansa, sürekli adaptasyon aracı olarak kullanıldı ve topluma nefes aldırdı. Devlet ise, her zaman sahip olunması gereken, kamusal alanda yüceltilen, ama özel hayatın gerçekliği içinde horlanan bir 'toplumsal yük' olarak taşınageldi. Bu tarihsel doku, şüpheci, komplocu, ama aynı zamanda gerçekçi ve temkinli bir insan malzemesi yarattı. Sorumluluk almama, daha doğrusu sorumluluğun alanını özel hayata indirgeme şeklinde bir savunma ve direnme mekanizmasına yaslanıldı. Bugün Türkiye toplumunda da spektaküler intiharlar var ama bunlar kendini yakma örneğinde olduğu üzere, kişinin toplumdan kaçışını ima etmeyip aksine kişiyi toplumsallaştıran, kişiyi siyasetin dışında değil, içinde konumlandıran eylemler.
Ancak Türkiye devletin de bizatihi cemaatleştiği, kendi kültürünü ürettiği bir ülke... Aynı pragmatik ve ataerkil toplumsal arka plandan gelseler de, devlete 'intisap' etmiş olanların kendilerine has bir davranış kodu var. Devletin korunması, kendini adama, sorgusuz hizmet, kurumsal menfaatin kollanması işin bir yönü... Şahsi çıkar arayışı ise, bir yozlaşma olarak sunulsa da, pek de ağır bir yük oluşturmamakta. Asıl taşınması güç olan yük, her otoriter kültürün Aşil topuğu olan 'başarısızlık'... Çünkü söz konusu zihni tavırda, başarısızlığı bir başkasına devrederek ondan kurtulamazsınız. Başarısızlık sizi ömür boyu takip eder ve cemaatinizin her üyesinin gözlerinde itham edici bakışı fark edersiniz. Bu durumda en 'rasyonel' hareket, belki de başarısızlıkla itham edilmeden önce harakiri yapmak olacaktır.
Ne var ki bunu yalnız başınıza yaparsanız, insanların sizin bu hareketi niçin yaptığınızı anlamalarını engellemeniz kolay olmaz. Sizi 'beceriksizlik' yaftasıyla ilelebet mahkum edebilirler. Dolayısıyla en iyisi toplu intiharlardır. Çünkü bu durumda herkes olayın nedenini kişiliklerin dışında arar, hatta eyleminizin özel ve tarihî bir anlamı olduğunu bile düşünebilir. Öte yandan toplu intiharlar kişiliğe değil, doğrudan topluma gönderme yaptıkları ölçüde başka intiharları da özendirebilir, çünkü kişisel eylemin 'toplumsal mesaj' taşıdığı algısını yaratır. Hele başarısızlığınızın ardında toplumla bağ kuramamak, toplumu etkileyememek, kısacası istediğiniz halde siyasete müdahil olamamak gibi bir durum varsa, toplu intihar sayesinde bu siyasi etkiyi yapma şansını da elde edebilirsiniz. Nihayet eğer hâlâ toplum tepki vermezse, bu toplumun 'zaten' duyarsız olduğunun kanıtı olacaktır.
Diyebilirsiniz ki Japonya'dakiler gerçekten de kendilerini öldürüyorlar, ama bizimkiler sadece istifa ettiler. Haklısınız... Ama başta da dediğim gibi, Anadolu insanı fazlasıyla pragmatik ve gerçekçi oluyor. İyi bir şey... Hem sembolik harakiri yapabiliyorsunuz, hem de kimse ölmüyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT