Hangi "asker-sivil bürokrasi"?
Türkiye'de yaşanan siyasi mücadelenin bir yanda "laik düzeni korumak isteyen Kemalistler" ile öte yanda "din devleti kurmak isteyen İslamcılar" arasındaki kavga ile açıklanamayacağı, böylesi bir basite indirgeme ya da klişenin gerçeği çarpıttığı gibi mücadelenin çok farklı yön ve boyutlarını gizlediği oldukça açık.
Sorgulamak istediğim bir klişe de, Türkiye'deki mücadelenin bir yanda "halkın tercihlerini temsil eden demokrasi yanlısı seçilmişler ya da siyasiler" ile öte yanda "demokrasiyi vesayet altında tutmak isteyen atanmışlar ya da asker-sivil bürokrasi" arasındaki kavga olduğu. Türk siyasi hayatının daha iyi anlaşılabilmesi için bu klişenin de aşılması gerekiyor.
Son yılların gelişmeleri ışığında "seçilmişler"in demokrasi ve hukuk devletine ne ölçüde bağlı oldukları üzerinde yeterince duruldu. Ama "atanmışlar"ın demokrasi ve hukuk devleti karşısındaki tavırlarının yeterince irdelendiği söylenemez. Bir başlangıç olarak şunu söylemek mümkün: "Atanmışlar"ın aynı ideolojiyi ve tercihleri paylaşan, monolitik bir blok, yekpare bir bütün oluşturduğuna dair varsayımlar geçerli sayılamaz.
"Atanmışlar"ın yekpare bir bütün olmadığının son yıllardaki ilk önemli belirtisi, 2004-2006 arasında, Org. Hilmi Özkök başkanlığındaki Genelkurmay'ın AB reformlarına verdiği destek ve bu nedenle çeşitli ithamlara, bir iddiaya göre iki darbe ve üç suikast girişimine hedef olmasıydı. Anayasa Mahkemesi'nin 30 Temmuz 2008'de karara bağladığı dava ise, son belirtisi. Söz konusu AKP'yi kapatma davasında Mahkeme raportörü önce iddianamenin, sonra davanın reddini istedi. Mahkeme gerekli vasıflı çoğunluğa ulaşamadığı için de olsa kapatma kararı almadı. Mahkeme'nin iki tutum arasında bölündüğü, daha ilginci, asker kökenli üyelerden birinin kapatma lehinde, ötekinin aleyhinde oy kullandığı görüldü. İkincisi kararda tayin edici rol oynadı.
"Atanmışlar"dan gelen demokrasi ve hukuk devletinden yana sinyallerin biri, Nokta dergisi davası oldu. Mahkeme, emekli Oramiral Özden Örnek'in 2004 yılında iki askerî darbe girişimi olduğundan söz edilen günlükleri Mart 2007'de yayımlayarak kendisine "hakaret ve iftira" ettiğini iddia ettiği davada derginin genel yayın yönetmeni Alper Görmüş'ün beraatine karar verdi. Savcı sanığın soruşturmanın genişletilmesi yönündeki talebine destek vererek, günlüklerin gerçek olduğuna dair raporun Emniyet'ten istenmesi için kararı temyiz etti.
İstanbul savcıları Haziran 2007'de Ergenekon çetesi soruşturmasını başlattılar. Ocak 2008'de Genelkurmay Başkanı, "TSK suç örgütü değildir" diyerek soruşturmaya dolaylı destek verdi. Anayasa Mahkemesi Şubat 2008'de Hak ve Özgürlükler Partisi'nin kapatılması talebini reddetti. Hrant Dink davasında iki astsubay, Mart 2008'de mahkemeye Dink'in öldürüleceğine dair ihbarları kendisine ilettikleri halde üstleri Trabzon Jandarma İl Alay Komutanı Albay Ali Öz'ün hiçbir şey yapmadığını söylediler. Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu 24 Haziran 2008'de "din devleti kurmaya çalıştığı" iddiasıyla 9 yıldır yargılandığı davada Fethullah Gülen'in beraatine karar verdi.
Temmuz 2008'de Ergenekon soruşturması kapsamında iki orgeneral tutuklandı. Çetenin marifetleri basına sızdırıldı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, kaleme aldıkları "Azınlıklar Raporu" ile halkı kin ve düşmanlığı sevkettikleri iddiasıyla yargılandıkları davada profesörler Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu'nun beraatine karar verirken, "resmi görüşleri eleştirmenin suç olamayacağına" hükmetti (17 Temmuz). Genelkurmay eski Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök, 2004 yılındaki darbe girişimleri konusunda yargıya konuşabileceğini ima etti. Başsavcının siyasetten yasaklanmasını istediği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kendisini kabul etmesinden şeref duyduğunu belirtirken, AB yolunda reformlara devam edilmesinin önemini vurguladı.
Bunlar, asker-sivil bürokrasinin resmi ideolojiden çok demokrasi ve hukuk devletine bağlı bir kanadının da mevcut olduğunu düşündüren örneklerin sadece ilk akla gelenleri.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT