Hanefi Avcı'nın düşündürdükleri
Kaleme aldığı "Haliç'te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cemaat" başlıklı kitabın yayımlanmasının ardından Eskişehir Emniyet Müdürlüğü'nden istifa eden Hanefi Avcı'nın kitabını henüz elde edemedim.
Elde ettiğimde tabii ki dikkatle okuyacağım. Kitabı değil, ama hakkında yazılanların büyük bölümünü okudum; Ruşen Çakır ile Mirgün Cabas'ın kitap üzerine Hanefi Avcı ile NTV'de yaptıkları mülakatı da izledim. Avcı'nın iddialarını şöyle özetlemek mümkün:
"Fethullah Gülen cemaati"ne mensup kişiler polis, silahlı kuvvetler, istihbarat örgütleri ve yargının en üst kademelerine kadar sızarak devlet içinde örgütlendiler. "Bir noktadan verilen emir" ile kanun dışı yollara başvuruyor, ellerindeki gelişkin teknik imkanlarla konuşmaları dinliyor, muhaliflerine iftira atıyor, şantaj yapıyor, suç isnat ediyorlar. Bu şekilde "devlet sistemini bozmak"ta, "hukukun doğru işlemesini" engellemekteler. "Ortaya çıkan belgelerden nerelere kadar sızdıkları" anlaşılan örgüt mensuplarının "bilinenleri" de var, "görünmeyenleri" de; "hiç tahmin edilmeyen insanlar hareketin içerisinde..." Söz konusu örgüt, esas olarak "önlerini tıkayabilecek en önemli kurum" olarak gördüğü TSK'yı hedef almakta. Avcı, buradan hareketle "Ergenekon davasına çocuklar bile güler..." diyor; Danıştay cinayetinin Ergenekon'la bir ilgisi olmadığını, Hrant Dink cinayetinde karanlıkta kalan bir taraf bulunmadığını, Deniz Baykal'la ilgili kasetin dahi bu örgütün işi olduğunu ileri sürüyor.
Okuduklarım ve izlediklerim temelinde Avcı'nın uyandırdığı düşünceleri şu noktalarda toplayabilirim. 20 Ağustos değil de 10 Nisan'da yayımlanmış olsa da kitabın bugünlerde piyasaya çıkmış olmasının, anayasa değişiklikleri hakkındaki referandumla bir ilgisi olmadığını söylemek herhalde mümkün değil. Kitap, bir yanda demokrasi üzerinde bürokratik vesayetin korunmasını savunanlarla öte yanda bunun son bulmasını isteyenler arasındaki mücadelede birinciler lehine bir müdahale amacı taşıyor olmalı.
Kitaptaki iddialar kimsenin yabancısı değil. Bürokratik vesayet düzeninin devamından, son sözü askerin söylemesinden yana olanlar arasında öteden beri çok yaygın olarak kabul görmekte. Bu çevrelere göre bürokratik vesayete karşı çıkan, demokrasinin normalleşmesini isteyen neredeyse herkes "Fethullahçı"... Bu mantıkla, Susurluk çetesinin, JİTEM'in deşifre edilmesinde rol oynadığı için geçmişte Hanefi Avcı'nın da "Fethullahçı" ilan edildiği herkesin malumu. Dolayısıyla Avcı'nın iddialarının ardında bütün kötülüklerden "Fethullahçılar"ın sorumlu olduğuna dair hayli kaba bir komplo teorisini görmemek mümkün değil. Bu teorinin "bilinen" ve "görünmeyen Fethullahçılar"a karşı bir cadı avını ima ettiği de çok açık.
Avcı'nın ileri sürdüklerine benzer iddialar nedeniyle Fethullah Gülen aleyhinde Ankara DGM'de ceza davası açıldığını, yıllar süren yargılamadan sonra Gülen'in beraat ettiğini ve beraat kararının Yargıtay tarafından oybirliğiyle onandığını biliyoruz. Ne var ki geçmişte kendisi "Fethullahçı" damgası yiyen bir polis şefinin şimdi ortaya çıkıp bu iddiaları ortaya atması yeni bir durum doğuruyor. Dolayısıyla bu iddialarla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ve İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin başlattıkları araştırmaların sonuçları merakla izlenecek.
Şurası muhakkak: Sivil toplumun her kesiminde olduğu gibi devlet görevlileri arasında Fethullah Gülen'in temsil ettiği, modernlikle dini inancı bağdaştıran İslam yorumunu benimseyen insanlar bulunabilir ve muhakkak ki vardır. Gülen'in İslam anlayışını paylaşmak, Gülen'e saygı duymak elbette ki suç olamaz. Ama bu kimseler arasında Hanefi Avcı'nın iddia ettiği gibi, "bir noktadan aldıkları emir" ile kanun dışı işler yapan, suç işleyenler gerçekten varsa, bu kimselerin yargı önüne çıkarılmaları ve cezalandırılmaları gerekir. Her zaman kanunlara saygıyı ve meşruiyete bağlılığı telkin eden Fethullah Gülen'in de böyle düşüneceğinden en küçük bir kuşkum yok. [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT