Hanefi Avcı: 'FETÖ'ye Karşı Farklı Mücadele Uygulanmalıydı
'Devrimci Karargâh' soruşturması kapsamında 3 yıl 9 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 15 Temmuz öncesi ve sonrası 'FETÖ'ye karşı yapılan mücadeleyi değerlendirdi.
'Devrimci Karargâh' soruşturması kapsamında 3 yıl 9 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 15 Temmuz öncesi ve sonrası 'FETÖ'ye karşı yapılan mücadeleyi değerlendirdi. PKK'ya ve Hizbullah'a karşı uygulanan mücadele yönteminin 'FETÖ'ye de uygulanmaması gerektiğini belirten Avcı, "15 Temmuz öncesi ve sonrası farklı mücadeleye girişilmemiş olması nedeniyle örgütün içinin tam anlamıyla boşaltılmasının önü açılamadı. Kitlesel kopuş hızlandırılmalıydı. Bunun için bütün kurumların mücadeleyi ortak yapması lazımdı. Oysa ‘mücadele yapıyoruz' diye herkesi karşısına aldılar" dedi.
Türkiye'deki tutuklu gazeteciler hakkında da konuşan Avcı "Basın üzerinde baskılar var. Basına uygulananlar, yapılan iyi şeyleri de kapatıyor. Tutuklu gazeteciler arasında 'FETÖ'ye sempati duyanlar da olabilir. Fiili eyleme karışmamış olanların durumları gözden geçirilmeli. Sonra, gazetecilerin tutuklanması kabul edilecek bir şey değil. Dünyada en çok gazetecisi tutuklu olan ülkeyiz" ifadesini kullandı.
Sözcü'den Saygı Öztürk'e konuşan Hanefi Avcı'nın açıklamaları aynen şöyle:
AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte, Hanefi Avcı da kızak görevden Emniyet'in en etkili dairelerinden Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı'na getirildi. Önemli operasyonları yönetti. Ancak bazı operasyonlar, rahatsızlık yarattı. Hanefi Avcı Edirne Emniyet Müdürlüğü'nden Eskişehir Emniyet Müdürlüğü'ne atandı.
Görevde olduğu dönemde yazdığı kitapla Fetullahçıların devleti nasıl ele geçirmeye çalıştığını ortaya koydu. İşte, kumpas da bundan sonra kuruldu. Bir haber için Hanefi Avcı'yı aradığımda, “Beni zorla götürüyorlar” dediğinde, onun birileri tarafından kaçırıldığını sandım. Yakın arkadaşı olan eski Genel Müdür Yardımcısı Emin Aslan'a durumu bildirdim. Avcı, kumpas sonucu suçlanıyor, İstanbul'a savcılığa götürülüyordu. O öyküyü “Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabımda ayrıntılı olarak yazdım. Yıllarca terörle mücadele eden Hanefi Avcı, “terör örgütü üyesi” iddiasıyla yıllarca cezaevinde tutuldu. Hakkında açılan bütün davalardan beraat etti, Emniyet'teki bütün haklarını sonunda yargı kararıyla aldı.
Daha önce İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunmuştu. Teröristle mücadelenin yol ve yöntemleri konusunda değişik ülkelerde de araştırmalar yapmıştı. Şimdi kitaplar yazıyor, davet edildiği illerde örgütleri, taktikleri, mücadele yöntemlerini, alınması gereken önlemleri anlatıyor. Hanefi Avcı, FETÖ'den sonra, Emniyet'te benzer yeni yapılara dikkat çekiyor, Fetullahçılardan boşalan kadroların doldurulmaya çalıştığına dikkat çekiyor, bu konularda savcılığa suç duyurusunda bulunuyor.
Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yetkililerin FETÖ'yü bitirme mücadelesindeki eksiklikleri şöyle anlattı:
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile her mücadele dönemi farklı olmalıydı. Örneğin 2011'de hükümetle karşı karşıya geldiklerinden 2013'e kadar, 2013'ten 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar farklı, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da farklı mücadele yöntemlerinin uygulanması gerekirdi. Ancak hiç bunlara yönelinmeden tek tip bir mücadele sürdürüldü. Oysa, bu yapıyla tek tip mücadele yöntemiyle sonuç alınamaz. Savcıya, polise mücadele görevi verilmiş, diğer örgütlerle olduğu gibi klasik bir mücadele yürütülüyor. Bu mücadele Kanun Hükmünde Kararnamelerle destekleniyor. Oysa, devasa bu yapı için yeni sistemler geliştirilmeliydi. Darbeden sonra Türkiye ve yurtdışında bu yapının terk edilmesi gerekirdi. Devletin mücadele yöntemlerindeki hataları nedeniyle beklenen olmadı.
PKK'ya, Hizbullah'a uygulanan mücadele yöntemi 'FETÖ'ye de uygulanıyor. Oysa, bunun mücadelesi farklı olmalıydı. 15 Temmuz öncesi ve sonrası farklı mücadeleye girişilmemiş olması nedeniyle örgütün içinin tam anlamıyla boşaltılmasının önü açılamadı. Kitlesel kopuş hızlandırılmalıydı. Bunun için bütün kurumların mücadeleyi ortak yapması lazımdı. Oysa ‘mücadele yapıyoruz' diye herkesi karşısına aldılar. Bankaya para yatıran, okula giden gibi örgütle irtibatı olanlar öncelikli hedef oldu ve asıl kadrolar ihmal edildi, onların üzerine zamanında gidilmediği için yurtdışına kaçmaları da önlenemedi. Yapılması gereken, ufak-tefek suçlara karışanları da devletin yanına çekip, örgüte karşı mücadele edilmeliydi. Kazanılacak olanlar kazanılıp, bunların vereceği küçük küçük bilgiler birleştirilip örgüte karşı ciddi mücadele aracı olacaktı. Oysa, sıradan insanlar farkında olmadan örgüte sığınacak duruma getiriliyor.
Mücadeleyi yapanlar, onların yaptığı işlemler denetlenmiyor. Suç işleyen, görevini ihmal eden, personel hakkında bile işlem yapılmıyor. Bu konuda keyfilik var. Bununla ilgili de örnekler çok. Örneğin, Hava Kuvvetleri imamı olduğuna ilişkin darbe girişiminden önce bilgiler olmasına rağmen Adil Öksüz, serbest bırakıldı. Oysa bu adamla ilgili her şey biliniyordu. Buna rağmen bırakılması kabul edilemez. Bazı insanlar sahte belge, sahte elektronik postalarla ‘darbecilerle işbirliği' içinde gösterilmesine rağmen, bunu yapanlar hakkında bir şey yapılmıyor. Bunlarla ilgili işlem yapılmayınca adalet duygusu azalıyor, keyfilikler devlete olan güveni zedeliyor.
Yurtdışında mücadele ihmal ediliyor. Örgüt yurtiçinde tamamen yeraltına inecek, kimse ‘cemaatçiyim' demeyecek. Devletin tüm arşivi onlarda. Bütün kurumların arşivini kullanıp devleti sıkıntıya da sokabilirler. Örgüt, yurtdışı gücüyle mücadelede ihmal edilmemeli. Aksi halde mücadele zorlaşır.
Mücadelenin başarılı olabilmesi için ülkelerle iyi ilişkiler içinde olunması gerekirken, biz de tam tersi bir durum var. Hemen her ülkeyle kavga ediyoruz. İyi ilişkiler kurulursa iadeler olur ya da bu kişiler yurtdışında yargılanır. Tabii, yargılama aşamasından önceki bazı görüntüler de iadelerin önünde engel oluşturdu. Diplomasinin çok iyi kullanılması gerekir.
Tutuklananların tahliyesi ‘kaçacaklar' diye gerçekleşmiyor. Hakim tahliye kararı verirse, görevden alınacağı endişesi taşıyor. Suçsuzluğuna inandıkları, hakkında tutuklanmasını gerektiren delil olmayanları yine bırakmıyorlar. Hakimler üzerinde baskı var. Yargı, kendi haline bırakılmalı, hukuk üzerindeki ciddi siyasi baskı olduğuna inanılan bu hava ortadan kaldırılmalı. Birkaç olay gösterilip bütün davalar şaibeli hale getiriliyor. Bunlar ilerde çok ciddi sıkıntılar yaratır. Verilen kararların adil olduğuna inanılmalı ve bu konuda tereddütler yaratılmamalı. Hakim ve savcı güvencesi sağlanmalı, yargılamaları da kendi klasik sistemi içinde olmalı.
Halen yargı olağanüstü hal (OHAL) uygulamalarına göre çalışıyor. Zaman geçirilmeden yargı kendi sistemi içinde klasik sistemiyle çalışmasının yolu açılmalı. İnsanların yargıdan beklentisi yargının adil, tarafsız olması, kararları baskı altında olmadan, yargılanan kişinin kim olduğuna bakmadan alabilmesidir. Oysa bugün yargı üzerinde büyük bir baskı olduğu görüşü herkeste hakim. Hakim, savcı güvencesi sağlanmadan, alınan kararların özgür bir biçimde olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Darbe girişiminin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, darbe koşulları içinde yargılamalar yapılıyor. Darbe şartları içinde yapılan yargılama da adil olmaz. Kararların adiliyeti çok önemli. Kararlar baskı altında verilmiş olduğuna inanılırsa o zaman ‘adalet var' diyemezsiniz.
Basın üzerinde baskılar var. Basına uygulananlar, yapılan iyi şeyleri de kapatıyor. Tutuklu gazeteciler arasında 'FETÖ'ye sempati duyanlar da olabilir. Fiili eyleme karışmamış olanların durumları gözden geçirilmeli. Sonra, gazetecilerin tutuklanması kabul edilecek bir şey değil. Dünyada en çok gazetecisi tutuklu olan ülkeyiz. Türkiye asla böyle olmamalı.
Mücadele tek boyutlu olarak Savcı ve emniyet tarafından yürütülürken, mücadelenin diğer cepheleri dikkate alınmıyor. Örneğin konunun inanç ve düşünce sistemleri boyutu da var. Diyanet bu konuda bir rapor hazırladı ama bu yetersiz. İnsanların inançlarına hitap edecek konunun uzmanlarından oluşan bilim adamları tarafından inanç ve düşünce sistemleri boyutu irdelenmeli, mücadele boyutu ortaya konulmalı. Örgütle gerçekle mücadele, yanlış olan fikir ve düşüncelerin ortaya konulması, bu yapının taraftarlarına yanlışı gösterip onların kopmaları sağlanmalı. Yoksa, savcıyla, polisle bu iş bitmez.
En çok terör olaylarının yaşandığı ülkelerle, terör olaylarının meydana gelmediği ülkeleri karşılaştırdığımızda ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Herkes hakkını adalet önünde alıyorsa, bütün kurum ve kuruluşlar demokratik kurallar içinde çalışıyorsa, seçimlerde eşit şartlarda propaganda yapılıyorsa; seçimler eşit, adil, insan haklarına saygı varsa o ülkede terör, anarşi yoktur. Ama bu saydıklarımızın olmadığı ülkelerde ise terör mutlaka vardır. Özgürlükler açılırsa terör örgütleri olmaz. Özgürlüklerin olmadığı yerde anarşi ve terör olur. Huzurlu bir ülke yaratılmak isteniyorsa, özgürlüklerin olduğu bir iklim yaratılmalı.
Bu temel şartların yanı sıra tüm olayları önceden öğrenebilecek, tehlike sinyallerini alabilecek güvenlik ve istihbarat sisteminizi de kurmanız gerekir. Olaylar meydana geldikten sonra değil, meydana gelmeden önleyecek sistem kurulmalı. Ülkedeki anayasal tüm kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, hukuk sistemi, basın güçlendirilmeli. Demokrasiyi uygulamadığınız sürece terörü, anarşiyi önleyemezsiniz.
HABERE YORUM KAT