HAMAS nereye?
Hamas ve el- Fetih arasına yapılan "barış anlaşması" Obama'nın ürkek konuşmasının gölgesinde kaldı. Hele önceki gün Netanyahu'nun ABD Kongresi'nde, sanki Amerika başkanlık seçimlerine katılan aday havasında meydan okuyucu, Filistinlileri, Arapları aşağılayan konuşması nedeniyle iyice geri planda kaldı. Yine de önümüzdeki dönem en çok konuşulacak konu başlığı bu yeni birlik girişimi olacak.
Kahire'de imzalanan el-Fetih Hamas anlaşmasının bundan sonra nasıl şekilleneceği, siyasal süreci nasıl etkileyeceği, hepsinden önemlisi Filistin mücadelesine nasıl bir yol açacağı türünden sorulara cevap bulmak için henüz erken. He şeyden önce bölünmüş bir Filistin görüntüsünü sileceği korkusu İsrail'i hayli endişelendirmiş görünüyor.
Asıl önemlisi tarafların konumlarını yeniden gözden geçirme, bir özeleştiri yapma imkanı vereceği, geçmişten ders çıkararak Filistin meselesini tüm dünyanın gözü önünde karikatürize edecek sürtüşmelere son vermesi beklenir. Gerek el- Fetih'in gerekse Hamas'ın "nerede yanlış yaptık" sorusunu sormaları için yeterince vakit kaybedildi.
Bu süreçte geçtiğimiz günlerde Ankara'da sessiz sedasız bir toplantı gerçekleşti. Bir tür Kahire buluşmasının devamı niteliğinde; tüm Filistinli grupların katıldığı buluşma gerçekleşti. Laik, milliyetçi, İslamcı farklı ideolojik kesimlerden Filistinli grupların Hollanda merkezli bir düşünce kuruluşunun organizesinde ulusal ittifakı sağlamak ve hareketin geleceğini şekillendirmek için bir araya gelmeleri önemliydi.
Bu süreçte en fazla merak edilen sorunun Hamas'ın yeni dönemde nasıl bir strateji izleyeceği olduğunu belirtmeye gerek yok. Arap muhalefetinin, özellikle Mısır'da meydana getirdiği değişimin ardından Mısır-İsrail ilişkilerinin mahiyeti doğrudan Filistin'i özellikle de Hamas'ı etkileyecek. Ankara toplantısına katılan Hamas'a yakınlığı ile bilinen Gazze merkezli Beytil Hikme (Hikmet Evi- Wisdom House) adlı düşünce kuruluşunun direktörü ve Haniye'ye dış ilişkilerde danışmanlık yapan Dr. Ahmet Yusuf'la yeni dönemde nasıl bir Hamas göreceğimizi öğrenmeye çalıştım. Bir kere el-Fetih'le yapılan anlaşmanın çerçevesi net görünüyor: Bir yıl içinde seçimler yapılacak, seçimler sonunda da ulusal hükümet kurulacak. Bu bile parçalanmış, Filistinlilerin güvenini yitirmiş önderliğin toparlanması için önemli. Ama yeterli olup olmadığından emin değilim. Ahmet Yusuf da tam bu noktaya işaret ederek gelinen durumu tüm çıplaklığı ile itiraf ediyor. Filistinlilerin hiçbir partiye güveni kalmadı. Ne el-Fetih ne Hamas hiçbiri çoğunluğu sağlayamaz.
Hamas cephesinden en çok merak edilen, İsrail'i tanıyıp tanımayacakları konusundaki soruma cevabı: İsrail'in 1967 sınırlarına çekilmesi ve mültecilerin (Batı Şeria'ya değil) topraklarına dönüşünü kabul etmesi şartıyla süreli ateşkes imzalayabiliriz, bu anlaşma değildir. Doğrusu Hamas'ın bu tavrını ne kadar koruyabileceğini kendi adıma merak ediyorum.
Hamas yönetimine yakın, Batı'da yaşamış, akademik çalışmaları olan birinin Ortadoğu'daki gelişmeleri nasıl değerlendirdiği, bu süreçten Hamas'ın nasıl etkilendiği merak ettiğim konuların başındaydı. Her şeyden önce Tunus'ta başlayan süreç konusunda hayli coşkulu buldum. Özellikle Mısır'ın Mübarek sonrası dönemde tekrar "Filistin davası"nın yanına döndüğünü heyecanla karşılıyor. Camp David denkleminin bir devlet anlaşması olduğunu hatırlatmam üzerine gayet iyimser bir cevap veriyor. Seçimlerden sonra halkın seçeceği hükümet halkın beğenmediği maddeleri değiştirir... Doğrusu fazlasıyla iyimser hatta romantik bir demokrasi anlayışı karşısında insanların neden bu kadar umutlu olmak istediklerini anlamak zor değil.
Apolitik devrim süreçlerin Hamas gibi en radikal bir yapıyı bile bu kadar heyecanlandırması anlaşılır bir şey. Bunca süre Mısır gibi bir merkez ülkenin ihaneti ve yalnızlığa mahkûm edildikten sonra her taraftan dayak yemiş bir neslin umutlu olmaktan başka elinde fazla bir seçenek yok gibi.
Asıl dikkat çeken husus "Türk deneyimi" adı altında sunulan modelin Hamas'ta sanılandan daha büyük yankı yapması. Dr Ahmet Yusuf'la konuşurken dikkatimi çeken, Türkiye'de de genellikle atlanan bir husus oldu. Türkiye'nin tarihsel konumuna, rolüne atfettiği önem. Her ne kadar Mısır'sız bir Arap dünyası olamaz dese de Doğu-Batı ilişkileri bağlamında Türkiye'ye farklı bir rol biçiyor. Tarihin kaldığı yerden devam edeceği konusunda umutlu. Muhtemelen AKP deneyiminin bu denli cazip gelmesinin nedeni Türkiye'ye yüklenen tarihsel anlamla Tayyip Erdoğan karizmasının özdeşleştirilmesi. Bu anlamda anakronizm tehlikesine de düşmediklerini varsayılsa bile adeta romantik bir Türkiye imajı inşa ediliyor. Türkiye'nin tarihsel rolü ile kendinden beklenenler yeni politik referans sistemini oluştururken pratik uygulamasını da AKParti'de somutlaştırıyor.
Gannuşi örneğinde gördüğümüz "AK Parti modeli" öykünmesinin Hamas'a kadar etkisi altına alması üzerinde düşünülmesi gereken bir husus. Hem hükümetin geleneksel Türk dış politikalarından farklı dış politka uygulamaları hem de bizzat AK Parti'nin Ortadoğu'ya yönelik oluşturduğu imaj bu algıyı biçimlendiriyor..
Bir yanda bölgeyle yakınlaşılırken diğer tarafta Türkiye'de uygulamaya konan neoliberal politikaların farkedilmemesi, seküler muhafazakarlaşma ile İslamileşme-islamcılık ayrımını yapamamanın verdiği bir romantizm bir müddet daha devam edecek görünüyor.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT