1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Halkımız, kendisine zorla giydirilen bu deli gömleğinden memnun mu, sahi
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Halkımız, kendisine zorla giydirilen bu deli gömleğinden memnun mu, sahi

07 Haziran 2012 Perşembe 00:53A+A-

[email protected]

Önce Nûman Bey'in yeni anayasa yapılması çalışmaları ile ilgili sözlerine değinelim..

*

Mevcud anayasa, kemalistlerin bütünüyle zorla/ zorbalıkla/ süngü ucuyla dayatılmış ve halk tehdid edilerek, kabul ettirilmişti..

Yargıtay eski başkanlarından Sâmi Selçuk'un 8-9 sene öncelerde, 'Bu anayasa süngü ucuyla, zorla, ikrah ve cebirle kabul ettirildiğinden, mutlak butlanla bâtıl ve 'keenlemyekûn' (bütünüyle yok hükmünde ve geçersiz-itibarsız) sayılmalıdır..' gibi yürekli sözler söylediğini ve amma, o 'mutlak butlanla bâtıl olduğu'nu söylediği anayasaya göre geldiği makamdan ayrılmayı göze alamadığını hatırlayalım.. 

Bu anayasa bütünüyle böylesine bir dayatma eseri iken, ayrıca, bir de, ilk üç maddesinin değiştirilemiyeceğini ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemiyeceğini hükme bağlayarak dayatma içinde dayatma ile daha özel bir garabet sergilemiştir..

Bundan ayrı olarak, At. ilke ve devrimlerine vurgu yapılmasıyla yetinilmeyip, bu ilke ve devrimlerle ilgili 1925-30'ların kanunlarının insan hak ve hürriyetlerine aykırı sayılamıyacağı da hükme bağlanmıştır..

Bu, aslında, bu kanunların insan hak ve hürriyetlerine aykırı olduğunun itirafıydı ve ama, egemen güçler, ellerindeki silah gücüyle, milleti o konuda susması için ve o düzenlemelerin insan hak ve hürriyetlerine aykırılığı iddiasında bulunamıyacakları hususunda bir kez daha esir almıştır..

*

Şimdi..

BDP o sözkonusu mevcud anayasada yer alan ve değiştirilmesinini teklif dahi edilemiyeceğini hükme bağlayan ilk üç maddesi değişmeyecekse, değiştirmeye ne gerek var diyor, haklı..

CHP ve MHP ise, ilk üç maddeye asla dokunulmamasını, yeni anayasaya da aynen korunmasını, aksi takdirde, bu çalışmalara bütünüyle destek vermiyeceklerini açıklamış bulunuyorlar..

AK Parti ise, konuya dair görüşlerini açıkça ortaya koymak yerine, ileri merhalelerde karşılaşacağı durumlara göre bir tavır takınmayı yeğliyeceğe benziyor..

HAS Parti Genel Başk. Prof. Nû'man Kurtulmuş ise, Habertürk'de, 4 Haziran 12 günü,  13.20 (TS. ile 14.20)'de,  'Anayasanın değiştirilmesinin teklif dahi edilemiyeceği ilk üç maddesiyle milletin bir probleminin olmadığını, kendilerinin de bu düşüncede olduklarını'  söylüyordu!!!

Doğrusu, şaştım-kaldım..

Çünkü, üstelik de sırtında hiçbir yumurta küfesi yokken bile, Nûman Bey, bir ihtiyat dili bile kullanmayıp, milletin iradesini taa baştan v etemelden rehine alan bu maddelerle milletin bir problemininin olmadığını ve kendilerinin de aynı düşüncede olduklarını dile getirebiliyor..

*

Kurtulmuş, sözkonusu mülâkatta, ayrıca, Uludere'deki faciaya da değiniyor ve böyle durumlarda, kasd, kusur ve ihmal sözkonusu olabileceğini belirttikten sonra, 'kasd olduğunu sanmıyorum,  kusur ve ihmal olabilir..' değerlendirmesinde bulunuyor ve 'Uludere'de ölenlerin, kaçakçılık yaptıkları dile getiriliyor, öyle ise,  İstanbul'da her gece yığınla araba soyuluyor, onların üzerine de mi bomba atacağız?' diye sorarak, tuhaf bir mukayese yapıyordu..

Kurtulmuş'un kafasında, birçok konuda henüz sağlıklı bir çerçeve oluşmadığı söylenebilir..

*

Ve, ‘Güneş Tanrısı' okutularak eğitilen bir ordu!

Bu vesileyle, mevcud anayasanın da zihniyet temellerinden birini oluşturan 27 Mayıs Darbesi ve sonrasına aid 27 Mayıs 1960 İhtilali'nin, Askerî Darbesi'nin 38 kişilik asıl ihtilalci çekirdiğinden bir eski darbecinin, (em.)Yüzb. Ahmet Er'in, Aksiyon dergisinde yer alan itiraflarına da bakmakta fayda var..

27 Mayıs öncesinde, İstanbul Radyosu'nu  korumakla vazifeli askerî birliğin başında bulunan Yüzb. Ahmet Er, gerçekte ise, ihtilalcilerin radyoyu (ki o zaman henüz televizyon yok..) ele geçirmek için oraya yerleştirdikleri bir darbeci subay idi.. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı olan Kur. Alb. Osman Köksal da, bizzat dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı etkisiz hale getirip teslim alan kişi olarak çıkıyordu, Cumhurbaşkanı'nın karşısına..

(Daha geçen hafta da, Menderes döneminin son Genelkurmay Başkanı olup, Menderes'lerle birlikte yargılanan ve idâma mahkûm olan ve ama, bu hükmü müebbed (ömürboyu) hapse çevrilen Org. Rüşdî Erdelhun'un notları yayınlandı ve ibret vericiydi.. )

Ergenekon, Balyoz, Andıç,  vs. gibi yargılama dosyalarına şübheyle bakanlar bu geçmişi hatırlarlarsa, o zaman bugünkü yargılamalara yine dudak bükerler mi, dersiniz?

Evet, Ahmet Er, ihtilalden sonra oluşan 38 kişilik Millî Birlik Komitesi'nde yer almış bir yüzbaşı idi, ama, bu komitenin içinde meydana derin görüş ayrılıkları ve kavgalar sebebiyle, Alpaslan Türkeş ve 13 arkadaşı, (14'ler diye isimlendirilen grup) 13 Kasım 1960 gecesi ise, yani ihtilalden 6 ay kadar sonra, Komite'den atılıp,yurt dışına sürüldüklerinde, o da bu grubun içinde yer almıştı..

Daha sonraları ise, bir ara MHP içinde yer aldıysa da, siyasetten bütünüyle çekilmişti..

İşte bu Ahmet Er, şimdi, ömrünün bu son demlerinde, bazı ilginç itiraflarda bulunmuş, askerde verilen eğitimin subayları milletin değerlerinden kopardığını söylüyor ve  “Biz ‘Güneş Tanrısı' kitaplarını okuyarak büyüdük.” diyor..

*

27 Mayıs'a doğru Üniversite öğrencileri ve diğer bazı gençler CHP'nin de tahrikiyle polisle çatışırken, Menderes Hükûmeti, bu karışıklıkları önleyebilmek için İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetim ilan etmişti. (İstanbul Sıkıyönetim Kom. Org. Fahri Özdilek, 5 kişiden fazla bir arada olan topluluklara ateş açılacağına dair dehşetli sıkıyönetim emirnameleri yayınlıyordu, ama, 27 Mayıs'dan sonra, ihtilalcilerin içinde olduğu görülecekti..)

İşte o günlerden bir gün, Yüzb. Ahmet Er, Davutpaşa'da Tank Tabur Komutanı Binb. Orhan Erkanlı'nın yanına uğrar..

Erkanlı, (CHP'li) 2 milletvekili ile konuşmaktadır..

Ahmet Er odaya girince, Erkanlı, muhatablarına, 'Bizden..' der..

Bir milletvekili “Binbaşım, Saraçhane'de iki grubu birbirleriyle çatıştırdık. Kavga bütün şiddetiyle devam ediyor. Başka bir emriniz var mı?” diye sorar.. Erkanlı, “Teşekkür ederim, devam edin!” talimatını verir..

Yüzb. Er, duyduklarına inanamaz, Erkanlı onu şu sözlerle teskin eder: “Bunlar bize çalışıyor, ihtilale zemin hazırlıyorlar, merak etme!.'

*

Yüzb. Ahmet Er, 27 Mayıs'ta orduya hâkim olan zihniyeti anlatırken de şöyle demekte: 'MBK kurulmuş, yemin merasimi düzenleniyor komite için, cumaydı. Sami Küçük'e gittim; o albay, ben yüzbaşı.. ‘Albayım, yarın cuma namazını Hacı Bayram'da kılalım. Asker gibi değil, halkın arasında.. Sonra yürüyerek Meclis'e geçeriz, abdestimiz bozulmadan yemin ederiz.' dedim.

Sâmi Küçük masaya elini vurdu, ‘Sen!' dedi, ‘Cumhuriyet, Atatürk subayısın. Beni irticaya davet ediyorsun!(...)'

Eski ihtilalci, Em. Yzb. Ahmet Er, daha sonra yaşadığı bazı acı örnekleri de zikrediyor ve orduda verilen eğitimin subayları nerelere sürüklediğini anlatırken; 

'- Şahsım adına Rasulullah Efendimiz'den özür diliyorum. Bu adamlar çıldırmışlar. Askerî okullara girerken “Rasulullah mı büyük, Atatürk mü?” diye soruyorlar.'  diyor ve bu durumu şöyle izah ediyor:

'-Bu şuradan geldi: Cumhuriyeti ilan edenler, onu korumak için İslam'ın önüne sed çektiler. İslam'dan da korktular. Yahu, İslamiyet cumhuriyetin çok üstünde. Cumhuriyet erir onun içinde. O kadar cumhuriyetçi ihtiva taşıyor İslamiyet.

-Niçin İslam'a sed çektiler?

Cumhuriyeti korumak için. (…)

Güneş Tanrısı, Şarap Tanrıçası gibi kitapları biz subaylara 10 kuruşa, 15 kuruşa taksitle sattılar. Biz bu kitapları okuyarak büyüdük..(...)'

“TSK'yı içten ve dıştan iyice bozmuşlar, öyle görünüyor. Başbakanın eşini başörtülü diye GATA'ya sokmadılar. Bu ne faciadır! Fransız ordusu bizim kızlarımızın başörtüsünü yırtıyordu, şimdi Türk ordusu yırtıyor! Çok şaşılacak bir hadise. Zihnimizin, aklımızın almayacağı kadar çok endişe veren bir hadise.

Bu çılgınlık, delilik, tımarhanelik.. Hz. Muhammed'i mi, M. Kemal'i mi seviyorsun? Bu sorulur mu koskoca Müslüman âlemine! (...)'

Eski darbeci Yüzb. Ahmet Er, şimdilerde hasta yatağında imiş.. Zorla konuşuyormuş..  Meclis'te yeni kurulan 'Darbeleri Arastırma Komisyonu' nun önümüzdeki günlerde,  kendisiyle de görüşeceği açıklandı..

Komisyon, onun gibi yaşlı kimselerle konuşmakta biraz daha çabuk davransa iyi olur..

**

Ve, dokunulmaz bir konuya dokunan bir oyuncu-yönetmen..

Bu vesileyle, oyuncu ve de film yönetmeni Yılmaz Erdoğan etrafında gelişen tartışmalara da değinelim..

O, geçenlerde, “Sanata en büyük darbeyi geleneklerle bağı koparmak vurdu.. Gelenekten koptuk.. Bir gün içinde 'Harf Devrimi' yaptık.. Üç ay içinde herkesi adını soyadını yazar hale getirdik.. Onunla övündük.. Ama, yeni kuşaklar, yeni harflerle yetişene kadar koca bir toplum 'okuma eylemi'nden fiilen koptu.” şeklinde birtakım cümleler kurunca, belli çevrelerin hışmına uğradı.

Bu belli çevrelerin, kendi kendilerini aydın, entelektüel diye niteleyen çevreler olduğunu gözden ırak tutmayalım.. Bu çevrelerden onun meslekdaşı olan bazı kişiler ise, Y. Erdoğan'ı, Hükûmet'e yaranmak ve yalakalık yapmaya kalkışmakla itham ettiler. Kimileri de, 'dindarlık  yükseliyor ya, o da bu modaya kapıldı..' dedi.

Kendilerini aydın, entellektüel veya sanatçı olarak görenlerin çoğunda görülen bir hastalık olsa bu durum..  Nitekim, yıllarca önce, Şükriye Tutkun isimli bir türkücü hanım da, gittiği yerlerde namaz kılmak için bir münasib yer sorunca yadırgandığını dile getirmişti..

Benzer bir yakınmayı, 10 yıl öncelerde ise, Timur Selçuk isimli müzisyen de da dile getirmiş ve yıllarca içinde bulunduğu camiadan adetâ dışlanmış, nisyana, /unutkanlığa terkedilmişti..

Kimileri de, onun geçmişte bir filmde Noel Baba rolünde oynadığını dile getirerek, 'Ezan'ın savunması sana mı kaldı?'  filan dediler..

Kişi geçmişte farz-ı muhal, bir takım ters düşünce ve hareketlerde bulunmuş olsa bile, bugün geldiği noktada doğru şeyler söylüyorsa, onu geçmişiyle istiskal ve muaheze etmek olur mu?

Yılmaz Erdoğan, Hakkarî gibi sosyo-ekonomik imkanları oldukça dar olan bir yöreden gelmiş ve Türkiye'nin tamamına mal olabilmiş bir isim..

*

Y. Erdoğan'ın yıllarca hiç farketmediği veya dile getirmediği bazı konuları takıntısız bir kimse olarak dile getirmesiyle, hele de,‘bu ülkede, günde beş kez ezan okunur, ama filmlerde ezana yer verilmez’  demesi, onu kendi geçmişiyle yüzleşmeye ve yıllarca birlikte olduğu meslekdaşlarıyla bir hesablaşmaya götürecek midir; bu gelecekte görülebilecektir..

Sözkonusu muhabirinin kendisine, 'İran sinemasının başarısını'  hatırlatıp, bunun bizim sinemamızda niçin tekrarlanamadığı'nı sorması üzerine o şöyle diyordu: 'İran sinemasının kimlik oluşturduğu ve bizim bunu başaramadığımız doğru. Ama, bizde olan bazı gelişmeler sebebiyle maalesef böyle oldu. Onlar bir tarihte toplanıp sözlüklerinin tamamını değiştirmediler. Kelimelerinin hepsini değiştirip herkesin kendini yabancı hissettiği bir alanda yeniden kendilerini tanımlamadılar. Dolayısıyla o geleneksel bağ kopmadı. Özellikle de şiirle olan bağları kopmadı; kaldı ki biz aynı havuzdan besleniyorduk, biz aynı insandık aslında. Bence bir garip, belli ölçülerde anlaşılır belli ölçülerde anlamlı yönleri de olan ama biraz bağnaz bir batıcılık kafası, halkın önüne sunulan yeni bir şeyler uğruna eskiyi tamamen çıkarmak, bir ağacın meyvesinin kökleriyle olan bağını kesmesi anlamına geldi ki aslında en çok darbeyi de sanat yedi bu yüzden. (…) Divan şiirini madara ettik, Farsçayı, Arapçayı madara ettik. Sadece uzaklaşmadık bir de madara ettik. İngilizceyi, Fransızcayı, batı kültürünü, Amerika’yı kendi kafamızda yücelttik. Böyle eğitildik, böyle şekillendik. Şimdi Farsça bir şiir okuduğumda bir lise öğrencisi seninle alay eder. Çünkü ona öğretilmemiş.' (…)

'Türkiye’deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, 'Aziz Allah..' dersin, beklersin, çay içersin ama filmde duyulmaz o ezan. Bir yabancı buraya geldiğinde mutlaka bir İstanbul sabahı uyanıyor, ezanı bir çeker. Sen de Batıcı kafalı biri isen ‘Bunlar da bizi böyle gösteriyor’  dersin. Yerelliğin bir numaralı şeyi din. Gelişim olarak materyalist bir kampın ağırlığı söz konusu. Buradaki materyalizmin bizdeki karşılığı laikliktir. Bu iş, din eşittir yobazlık denklemine kadar gitti. Hepimize yansıyan, din deyince gözümüzün önüne Cumhuriyet dönemi filmlerindeki deli, kötü kişiler geldi.'

*

Evet, bu tesbitler ve görüşler üzerinde de durulmalı- düşünülmeli, herhalde..

Çünkü, istesek de, istemesek de, bu konular, bizim toplumumuzu, müslüman halkımızın sosyal hayatını ve gelecek nesillerin zihin dünyasını etkiliyor ve hattâ şekillendirmekte rol oynuyor.. 

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum