Halkı Küçümseme Ya da Beyaz Türklerin Etiyolojisi
Halkın tercihi ile 'aptallık' arasında ilişki kuranlardan, 'seçmen mazoşizmi'nden dem vuran profesörlere kadar; 'bidon kafa', 'göbeğini kaşıyan adam' kliği, bu seçimin ardından yine iş başındaydı.
Devletin resmi ideolojisi ile bir toplum yaratma düşünün olduğu her yerde, resmi ideolojinin ihlalcileri ve kaçakları da vardı: Kurumsal vaazlara kulak tıkayıp kendi bilgi ve kanıları ile var olmaya çalışanlar. Onlar tüm farklılıkları ile toplumdu. Esasında toplum, bütün bu farklılıkların indirgenemez birlikteliğiydi.
Özgür Eğitim Sen MYK Üyesi Ali Aydın, "beyaz türkler"in etiyolojisini* Yeni Şafak gazetesinde değerlendirdi:
Halkı Küçümsemenin Pedagojisi Ya da Beyaz Türklerin Etiyolojisi
Ali Aydın / Yeni Şafak
'Bu konum ancak olağanüstü bir inkâr pahasına doldurulabilir.' Jean-François Lyotard
30 Mart seçimleri sona erdi, ancak yankısı sürüyor. Seçimin öncesinde yaratılan gerilim seçim sonuçlarının anlamını azamileştirirken sonuçlara ilişkin değerlendirmeler artık iyiden iyiye aşinası olduğumuz tepkileri yeniden görünür kıldı. Bu sefer 'seçmene hakaret' sezonu erken açıldı. 'Bir çapulcunun güncesi' kıvamında takdimi yapılarak Ak Parti mitingine katılanlarla ilgili 'gözlem' adı altında işi edepsizliğe vardıranlar oldu. Halkın tercihi ile 'aptallık' arasında ilişki kuranlardan, 'seçmen mazoşizmi'nden dem vuran profesörlere kadar; 'bidon kafa', 'göbeğini kaşıyan adam' kliği, bu seçimin ardından yine iş başındaydı.
Sınıfsal reflekslerine iman eden, seçkincilik oynamayı seven, dar sosyal çevrelerinde hapis ve sosyoloji özürlü küçük bir grupla iş sınırlı kalsa, belki görmezden bile gelinebilir bir toplulukla karşı karşıyayız. Ancak durum biraz daha ciddi. Zira bu topluluğu besleyen ve üreten daha fenası tüm topluma yönelik işleyen bir pedagoji var. Bunu anlamak ve çözümlemek durumundayız. Onun için hikâyeyi başa sarmamız gerekiyor.
Modernliğin bitmeyen ödevi olarak 'halk'
Modernlik projesi başından beri temelde iki varsayıma dayanıyordu. Bu varsayımlardan ilki toplumsal dünyanın kavranabilir, ikincisi ise şekillendirilebilir olduğuydu. Modernliğin gündoğumunda bu kabullere yaslanarak girişilen düzenlemelerin ve bu amaçla tesis edilen düzeneklerin ikamesine tanıklık edildi. Bu düzenlemelerin ardındaki zihin haritasını Aydınlanma düşüncesi oluşturuyordu. Aydınlanma çağı modernitenin zihin haritasının oluşturulduğu, projelendirildiği bir tarihsel aralıktı. Bu dönem düşünürleri, yeni düzenin zihinsel ufkunu belirleyen fikirleri parlatırken, halkı bu fikirlerle uyumlu kılmaya dönük tedbirlerin alınmasında modern iktidarların yeni ruhban sınıfını oluşturdular.
Din meşruiyet kaynağı olmaktan çıkmış ve hiyerarşideki yeri değişmişti; lakin hiyerarşi aynen muhafaza edilmişti. Artık yaşamın anlamını söyleyecek, cenneti yeryüzüne indirecek yegâne meşruluk kaynağı modern bilimdi. Pozitivist bilim anlayışı ve ondan neşet eden tüm kavrama ve anlama biçimleri ile toplum, modern iktidarlar için bitmeyecek bir ödev haline geldi.
Modernite, eski düzenin yıkıntıları arasında yükselirken, dönemin aydınlarının halet-i ruhiyesini ve önlerinde bir ödev olarak duran halka bakışlarını Tocqueville, çarpıcı bir biçimde şöyle dile getirir : 'İlahi Güç'ü ne kadar küçümsemişlerse, kamuyu da hemen hemen o oranda küçümsemişlerdir.'
Aydınlanma düşünürlerinin halk için uygun gördükleri tanımlamalar Tocqueville'i doğrulamaktadır. Bauman, dönemin aydınlarının zihinlerindeki 'halk' tasavvuruna ilişkin değerli bir özet sunar. Diderot, Holbach ve Voltaire bu özette kendilerini gösterirler.
'Halk' diyor Diderot, 'tüm insanların en aptalı ve en kötüsüdür.' Diderot için 'halk' yalnızca bir 'yığın'dan ibaretti. Holbach için ise aşağı sınıflar 'düzgün düşünme yetisinden yoksun, tutarsız, küstah, fevri, heyecan nöbetlerine tutulmaya ve hır çıkarmaya hazır' kimselerden oluşuyordu. Halk Voltaire için 'yırtıcı, vahşi, öfkeden gözü dönmüş geri zekâlı, çılgın ve kör hayvanlar' dı.
Bu isimlerin halk tasavvurları militan aydınlanmacılığa kesin bir gerekçe sunuyordu. Bizde de durum pek farklı değildi. 1930'ların yönetici sınıflarının halk denilince zihinlerinde ortaya çıkan imgeyi resmi ideolojinin müntesiplerinden birisi olan Yakup Kadri'nin Yaban'ın da görürüz. Romanın başkahramanı Ahmet Celal Anadolu köylüsünü 'Ne terbiye görmemiş, ne galiz, ne iğrenç bir goril sürüsü...' olarak tanımlar. Bu imaj sürekli bir biçimde romanın birçok yerinde karşımıza çıkar. Berna Moran'ın Yakup Kadri'nin bu tutumu ile ilgili teşhisi ise son derece nettir : 'Sanırım Yaban'da vurgulanan temayı, köylünün yalnızca olumsuz yönlerinin sergilenmesini ve meydana getirilmek istenen boğucu atmosferi ancak Karaosmanoğlu'nun ideolojisinin gereği olarak açıklayabilir ve diyebiliriz ki romandaki köy, gerçek Anadolu'yu temsil etmez; 1930'lardaki yönetici sınıftan bir aydın bürokratın kafasındaki Anadolu'nun simgesidir.'
Eğitim sistemi CHP Seçmeni oluşturmaya ayarlı
Türkiye'de eğitim sisteminin fabrika ayarları tek parti CHP'sinin tercih ve öncelikleri çerçevesinde oluşturuldu. Değiştirilmesi 'teklif dahi edilemeyen' yasal zırh ile koruma altına alınarak hayatın ve zamanın akışı hilafına değişmez bir sabite olarak konumlandırıldı. Askeri darbeler eliyle rengi daima koyulaşırken esasta bir değişim ihtimaline karşı önlemler sürekli güncellendi.
Devletin resmi ideolojisi ile bir toplum yaratma düşünün olduğu her yerde, resmi ideolojinin ihlalcileri ve kaçakları da vardı: Kurumsal vaazlara kulak tıkayıp kendi bilgi ve kanıları ile var olmaya çalışanlar. Onlar tüm farklılıkları ile toplumdu. Esasında toplum, bütün bu farklılıkların indirgenemez birlikteliğiydi. Onları tek bir biçime hapsetmek, tek ve aynı kılmaya çalışmak her şeyden önce bir inkâr girişimiydi. Erken Cumhuriyet dönemi, otoriter ve katı bir merkeziyetçilik ile bir inkâr politikasını resmileştirirken eğitimi bir 'devşirme' aracı haline getirdi. Devşirilecek 'yığın' halk idi, yani eylemlerin edilgen alıcıları kılınan kalabalıklar.
Resmi ideolojiyi içselleştirenler toplum denilen farklılıklar yelpazesindeki kanatlardan biriydi. Ancak yelpazedeki diğer kanatlardan onları farklı kılan nokta devletti. Cumhuriyet ile birlikte, yeni rejimin seçkinleri tarafından tanımı yapılan değerler ile CHP umdeleri ile kendilerini özdeşleştiren ve toplumda pek çok merkez olmasına rağmen devlet eliyle siyasal ve iktisadi merkeze yerleşen bir topluluk da oluştu. Bu topluluğun zihni kabulleri tam da Etyen Mahcupyan'ın tespit ettiği üzere devlet eliyle üretilip eğitim yoluyla topluma servis edilen bir ideoloji ile şekillenmişti.
Tüm bu tedbirler evvela hayatın kendisine karşı çaresiz bir strateji olmaktan kurtulamadı. Kendisini resmi ideoloji ve onun vaaz ettiği yaşam biçimiyle özdeşleştirenler, kurumsal tedbirlerin halkın vicdanıyla örtüşmediği noktada kifayetsiz kalışının şaşkınlığını yaşamaya, bizzat halk tarafından mahkûm edildi. Türkiye'nin çok partili hayata geçişinden bugüne sandık tecrübesi, kat'i bir dille hep bunu söyledi.
Yeni Türkiye'nin ufku
Yeni Türkiye anlattığımız bu hikâyenin kritik bir eşiğinde başlıyor. Yeni Türkiye'de eğitim yasal çerçevesinden amaçlılığına, içeriğinden organizasyonuna kadar ele alınmayı/elden geçirilmeyi bekliyor. Bir ideolojinin dogmaları ile anlamlandırılamayacak bir çeşitliliğe ve zenginliğe sahip bir toplum, beyaz Türk kaprisi üretmekten öte bir işlevi olmayan pedagoji ile yapılandırılmış bir eğitim sisteminden fazlasını hak ediyor.
-------
* Nedenbilim; sebepler bilgisi; herhangi bir şeyin, özellikle hastalıkların oluş nedenlerini araştıran bilgi dalı.
HABERE YORUM KAT