Halep de bir candır
Halep üzerindeki karabulutlar gün geçtikçe daha da siyahlaşıyor...
Zalim Esed, uçak ve helikopter saldırılarıyla, varil bombalarıyla neredeyse sağlam tek bir bina bile bırakmadığı Halep’i önce kıskaca alıp yardımsız bırakarak tıpkı kendisi gibi katil olan babasının Hama için yaptığının aynısını orası için yapmayı planlıyor.
Bunun arkasından neyin geleceği ise malum gibi: İran’dan getirilecek Şii savaşçılar burada mevzilendirilerek, Türkiye’ye göçe zorlanan ve çoğunluğu Sünni Kürt olan halktan boşalan yerlere de Şiirler yerleştirilecek ve böylece mezhebî bir bölünme tam tekmil gerçekleştirilmiş olacak.
Can maldan önce gelir elbette. Bu nedenle can kıyımının had safhaya ulaştığı şu ortamda ‘Halep’i şehir olarak koruyalım’ demek kimilerine makul gelmeyebilir. Ama Halep de yıkılıp yenisi yapılacak sıradan bir şehir değildir; o da bir candır adeta, kadim zamanlardan, İslam tarihinden emanet bir can!..
TANCALI’NIN HALEP’İ
Kaleden baktığınızda toprak damların ovası gibi görünür gözünüze Halep; sanki devasa bir toprak kütlesi duvar yüksekliğince yukarıya kalkmış gibidir. Bu yanıyla yekpare bir ev olarak görünen Halep’i belli aralıklarla işaretleyen minarelerse onu dünyanın en geniş mabedi katına yükseltir.
Konu Halep olunca sözü bu noktadan itibaren Tancalı’ya bırakma ihtiyacındayım. 1326 yılının Halep’ini ‘emanet bir can olmak’ yönüyle ve öyle güzel bilgilerle anlatır ki Tancalı, ben şimdi hangi cümleyi kursam onunkilerin yanında boynu bükük kalacaktır:
‘Şermin’den çıkıp Halep’e vardım. Merkezi bir konumda büyük bir şehir olan Halep hakkında Ebu Hüseyin İbn Cübeyr şöyle diyor: ‘Halep’in şöhreti her yanı tutmuştur. Adı cihan dilinde gezer. Hükümdarlar oraya sahip olmak arzusuyla yanarlar. Stratejik konumu sebebiyle birçok hükümdarı tesir altına çekmiştir. Bu şehir için ölüm saçan ateşler yakıldı, keskin kılıçlar kınından sıyrıldı. Kalesi sağlam ve yüksek olduğu için görülmeye değer. Çok iyi korunmaktadır; kolay kolay herkesin fethedeceği bir yer değildir. Zaten isteseler de güçleri yetmez. Etrafı yontma taştır. Dengeli bir yapıdır. Günlere, yıllara, asırlara dayandı. Gerek seçkinler taifesinden gerekse avamdan pek çok insan ağırladı. Hani Hamdânî emirleri, şairleri nerede? Hepsi yok oldu, geriye kalan Halep’in binalarıdır. Hükümdarları bir bir mahvolduğu halde kendisi dimdik duran beldeye hayret! Art arda ölüyorlar ama o yaşıyor. O hâlâ meydan okuyor ve onu elde etmek de mümkün değil! O kendini vermek istediğinde kolayca elde edilir, hemen yetişilir ona! Burası Halep, nice krallar mazi oldu ama o konumu sebebiyle nice felaketlere meydan okudu! İsmi dişildir. Kızoğlankız dilberlerin elbisesine bürünmüş ve sunmuş her yaklaşana bereketini! Şans kılıcı olan İbn Hamdân’dan sonra yeniden süslenmiş, bir gelin gibi! Heyhat, gençliği bir gün gidecek ve isteyeni de çıkmayacak! Zaman yavaş yavaş çökecek tüm kuvvetiyle, bir bir harap olacak dipdiri, dimdik duvarları!
Halep Kalesi’nin bir adı da Şehbâ’dır (bulutlu, bulanık soğuk gün, kıtlık yılı). Kale içinde iki su kuyusu bulunduğundan orada susuzluktan korkulmaz. Kaleyi iki sıra bir sur sarmaktadır. Üst tarafında suyu gür bir kuyu vardır. Surlar, biribirine yakın burçlarla ard arda uzar gider. (...)
Halep’te İbrahim Halil Peygamber’in Allah’a ibadet ettiği bildirilen kutlu yer herkes tarafından ziyaret edilmektedir. (...)
Bazıları da Halep’te İbrahim Peygamber’in süt (:el-haleb) sağdığını söyler. Çünkü Allah dostu İbrahim bu şehirde otururmuş, geniş sürülere sahipmiş ve onların sütünü fakirlere dağıtırmış. Fakirler sürekli toplanıp ‘İbrahim’in sütü’ diye seslenince şehrin ismi ‘Halep’ kalmış.’ (İbn Battûta Tancî, İbn Battûta Seyahatnamesi, Çev.: A. Sait Aykut, YKY, İstanbul 2014)
Yukarıda ‘emanet bir can’ demiştim Halep için. Tancalı’nın onu Hz. İbrahim’in (as) fakirlere süt dağıttığı mekan olarak nitelemesinden sonra Halep’siz kalmanın atadan, anneden ve dolayısıyla onların bereketli sütünden mahrum kalmak olduğunu düşünün bir de...
Dolayısıyla dişillik, güven, emanet, besin, peygamber makamı... hangi yönden baksanız Halep de bir candır!
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT