Haksızca ve vahşice katledilişinin katillerine ödetilmesi gereken bir bedeli olmalıydı!
Yasin Aktay Yenişafak'taki köşesinde, Suudi Arabistan tarafından katledilen gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın devredilen davası ve Suudi Arabistan'ın verdiği af kararını yorumluyor.
Yasin Aktay yazısında Suudi Arabistan'a devredilen Cemal Kaşıkçı suikastı davası ile Türkiye’nin dış politikadaki tavrını yorumlarken çelişkili bir durum olmadığını, Kaşıkçı konusunda Suudi Arabistan tarafından verilen kararın eksik kaldığını ve Kaşıkçı davasının ilahi adalete tevdi ettiğini belirtiyor.
Hiçbir şey söylemeden, susarak meramımı anlatmış olmayı çok istediğim hallerden birindeyim. Ne var ki, sayfalar dolusu yazarak veya saatlerce konuşarak meramını anlatamadığın, anlattığın meramın hoyratça tahrif edilebildiği bir yerde susarak bir şeyler anlatmış olmayı ummak biraz fazla iyimser bir beklenti. Bunu her geçen an daha fazla hissediyorum.
İstanbul’da vahşice katledilen değerli dostum Cemal Kaşıkçı’nın davası benim için ülkeler arasındaki bir konudan önce bir dostluk ve emanet meselesiydi. Olayın geldiği hal üzere şimdiye kadar yaptıklarım ve söylediklerim dolayısıyla bu emanetin artık kamuya mal olmuş muhasebesini kendimce yapmam kaçınılamayan bir sorumluluk.
Öncelikle onun davasını üstlenirken siyasi konumum veya kariyerimle alakası olmayan bir rolün emanet hissiyle hareket ettim hep. Bu emaneti kendisi bizzat vermişti ve bu rolü üstlenirken hiçbir siyasi programın parçası olmadığım gibi hiçbir zaman hiçbir yerden yaptıklarıma veya yapacaklarıma dair bir talimat almadım, kimse de böyle bir talimat vermedi, vasiyetiyle rahmetli, şehit dostumdan başka.
Kaşıkçı kendi mahremine bu ülkede başına herhangi bir şey geldiğinde arayabileceği kişi olarak benim ismimi vermişti. Böyle bir vasiyet başlıbaşına insanı büyük bir sorumluluk altında bırakırdı. Maalesef ben bunu kendisi şehit olduktan sonra öğrendim. Konsolosluğa girip bir daha çıkmadığını öğrendiğim telefonu aldığım esnada canını vermiş bulunuyordu bile. Ama benim veya kimsenin olayın bu kısmından da henüz haberi yoktu.
Şahsen tevdi edilen emanetin gereğini yaparak olayı duyar duymaz gerekli bütün mercilere ilettim. İlk anda umudum ve beklentim onun sağ olduğu yönündeydi. İlk anda düşünebileceğim en kötü senaryo olarak isteği dışında derdest edilip götürülmesini engellemeye odaklanmıştım.
Kısa süre içinde olayın rengi anlaşılınca bana yaptığı vasiyetin artık hayatını kurtarmak değil, davasını dünyaya duyurmak için çabalamak olduğu sonucuna vardım. Hayatı için yapacak bir şey yoktu, ama haksızca ve vahşice katledilişinin katillerine ödetilmesi gereken bir bedeli olmalıydı. Bu yolda elimden geleni yaptığıma cümle âlem şahit. Katilleri hakkettikleri kadarını değilse bile azımsanmayacak ölçekte büyük bir bedel ödediler. Bunun kesin bir muhasebesi elbette tutulamaz. Gerçek katil kim, azmettiren kim, asıl niyet bu muydu, şu muydu? Bir saatten sonra bunları tartışmanın anlamı kalmıyor. Esasen maşeri vicdan bu konuda hükmünü verdiyse de mahkeme prosedürleri tamamlanamadı, bu dünyanın ahvalinde tamamlanamaz da.
Türkiye, Cumhurbaşkanının sağlam duruşuyla hiçbir ülkenin yapmadığını, yapamayacağını yaptı ve davada hiçbir pazarlığa açık kapı bırakmadan adalet talep etti. Suçluların Türk adaletine teslim edilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de yürüyen dava yapılması gerekenlerin sınırına dayanıncaya kadar devam etti. Bu konuda zanlılar ifade vermeye gelmedikleri için haklarında ceza hukuku gereğince gıyaplarında bir karar verilemeyeceği gerçeğinden hareketle yargılama durmuştu. SA’da yürüyen davada ise zanlıların hepsi suçları kendi istekleriyle işlediklerini duyurdular, aynı ifadeler Türk mahkemesinde tekrarlanacak olsaydı, vicdanınız tamamen aksini söylese de başka türlü bir kararı isteseniz de tesis edemezdiniz. Kaşıkçı’nın ailesi ise suçun tamamını üstlenen kişileri de affettiğini ilan ederek Şeriat’ın kısastan affa giden yolunun makus bir kapısını açtı. Yine vicdan başka şey söylese de yargının yollarını sınırlayan bir yoldu bu.
Gerçi, Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in ve merhumun şehadetinden kısa süre önce ABD’de kurduğu Demokrasi for the Arap World Now (DAWN, Arap Dünyası için Demokrasi, Hemen Şimdi) isimli derneğinin yöneticilerinin halen devam eden bir davaları var. Onun neticesi ne olacak bilmiyoruz.
Türkiye yargısı davanın SA’a intikal talebini kabul ettiğini açıkladığında arayıp görüşümü soranlara söyleyebileceğim tek şey “üzgün” olduğumdu. Çünkü bir yandan da süreçte ne olup bittiğini başından itibaren olduğu gibi bu aşamada da bilmiyordum. Kaşıkçı’nın dostu olarak kendimi ortasında bulduğum davada hiçbir zaman hiçbir resmi makam tarafından resmen bilgilendirilmiş veya görüşlerine başvurulmuş değilim. Savcının bir noktadan sonra ifademe başvurmasının dışında da ilişkimizin mahiyetine dair görüşlerimi veya bildiklerimi merak eden bir kimse de olmadı. Bu konuda herkesten fazla önde olmam bir resmi göreve değil tamamen Kaşıkçı ile olan kişisel hukukuma dayanıyordu.
Dolayısıyla Kaşıkçı meselesine rağmen SA ile yakınlaşma konusunda da olayın tamamen dışındayım. Doğrusu biraz olayda dahlim olsa, bu yakınlaşmada kişisel olarak şehid olan değerli dostumun dışında sadece şahsımla whatsap yazışmaları olduğu gerekçesiyle tutuklanıp yıllardır haksızca hapis yatan bazı mazlumların durumunu sorar ve serbest bırakılmalarını talep ederdim elbet. Yine yıllardır hapiste haksızca ve yaşlarına, hastalıklarına rağmen çok zor şartlar altında yatmakta olan hepsi birbirinden değerli İslam dünyasının yüzakı yüzlerce alim ve entelektüelin durumunu da sormak isterdim.
Bu arada yargının durumunun bu ahvaliyle birlikte aradan 4 yıl geçti. Bu esnada dünyada da çok şey değişti, değişiyor, bir dizi gelişme oluyor. Türkiye’nin Arap dünyasıyla arasında şu veya bu sebepten oluşan mesafeler Türkiye etrafında da İslam dünyası etrafında da bir kuşatılmışlık durumu oluşturuyor. Arkasına AB ülkelerini almış Yunanistan Türkiye ile Arap dünyası arasındaki mesafelerin daha da açılması için emsalsiz bir fırsat yakalamış oluyor bu açık mesafeden Türkiye’ye kafa tutmaya cüret ediyor.
Yeri geldiğinde adalet için bütün dünyayı karşısına almayı göze alabilen sayın Cumhurbaşkanının Türkiye’nin ve bütün İslam dünyasının yararını gözetme konusunda da ne kadar duyarlı olduğunu biliyorum, bunun yıllardır en yakın şahitlerindenim, esasen bütün millet ve hatta bütün İslam dünyası buna şahit. Onun bu olayda bütün faktörleri Türkiye için ve İslam dünyası için en adil şekilde değerlendirmiş olduğuna inanıyor ve güveniyorum. Gerek Kaşıkçı meselesinde gerek Arap karşı-devrim süreçlerindeki tutumu dolayısıyla Türkiye’ye ve Erdoğan’a büyük saygı ve hayranlık duyan İslam dünyasından bile Türkiye ile Arap dünyası arasında aradaki bütün ihtilaflara rağmen buzları eritecek ve ilişkileri normalleştirecek bir hamle beklentisi var. Bu beklenti sadece ve basitçe Türkiye’nin ihtiyacı değil bütün İslam dünyasının ihtiyacıdır. Aradaki kopukluk yüzünden bugün İslam dünyasında ciddi bir siyasetsizlik sorunu var. Tam da bundan dolayı şimdi yapılan açılımlar ile önceki ilkeli tutumlar arasında bir çelişki bilakis bu normalleşme adımları umutları ve heyecanları depreştirmiş durumda.
Benimse dostumla ilgili davam elbette bakidir. Mahkemeler ve siyaset ne derse desin hesabını Allah katında gütmeye devam edeceğim. O en güzel en adil hükmü verir.
Bu arada ne kaşıkçı meselesinde ne de hiçbir davada Erdoğan’ın yanında durmayanların bu olayda kendisinden ve tabii ki benden keskin bir radikallik beklentisinin ne adalet ne de ülke yararıyla bir ilgisi olmadığı gün gibi ortada. Bu çakalca kışkırtmalara verilecek bir cevabımız da bir saniye harcayacak zamanımız da bir nebze değer verecek enayiliğimiz de yoktur.
HABERE YORUM KAT