Haklarımızın kefili neden Avrupa?
İki ay önce Ankara'da Polis Akademisi'nde İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın katıldığı bir toplantıda, 14 aydın "Demokratikleşme Açılımı"nın yöntemini tartışmıştık.
Dün İstanbul Savcılığı, "anayasa ihlali" gerekçesiyle bu toplantı hakkında soruşturma başlatmış. Ne garip ki, yine bu hafta açıklanan Avrupa Birliği ilerleme raporu savcıların ve hâkimlerin kendilerine göre suç ihdas etmesini eleştiriyor. Raporun kastı, tam olarak savclığın açtığı bu soruşturmaya benzer işler olmalı.
Her ilerleme raporu açıklandığında tarih düşüyorum. Bu sene tam 170 yılı geride bıraktık. Önümüzdeki ayın, yani Kasım'ın üçünde Tanzimat Fermanı'nın üzerinden tam bu kadar yıl geçmiş olacak. 170 yıl boyunca bu topraklarda, insan olarak sahip olduğumuz temel hakların sınırları hep Avrupa ile ilişkilerimize bağlı oldu. Bu hafta açıklanan Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu, bu uzun tarihe yapılan yeni bir ilaveden ibaret. İnsanın kanına dokunuyor. Ben eli kalem tutan biri olarak özgürce düşünme ve ifade etme hakkımın güvencesini Avrupa'da aramak zorunda mıyım?
Hukuku ilerletmek
Bu ülkenin vatandaşı olarak devlete karşı sahip olduğumuz hukuku ancak Avrupa'nın kefaletiyle mi ilerletebileceğiz? Burada uygun kelime "kefalet". Devletimiz AB'ye girmeye çalışıyor, çıkarlarını ve geleceğini bu Birlik'in çatısı altında arıyor. AB'de bu kefalet talebini, kendi vatandaşlarının yani bizim hukukumuza riayet şartına bağlıyor. Böylelikle hukukumuz AB kefaletine bağlanmış oluyor.
Komisyon'un genişlemeden sorumlu üyesi tek tek sıralıyor. Hukuku uygulamakla görevli güvenlik görevlilerini suçluya, devleti bir suç örgütüne dönüştüren ve en temel hakkımız olan yaşama hakkına karşı tehdit oluşturan Ergenekon davasını, "demokrasi dışı uygulamaların yaşandığı yakın geçmişle yüzleşme şansı" olarak niteliyor. Devleti hukuk içinde tutmak ve insan haklarını korumak adına, devam eden Ergenekon davası ile ilgili bu kefalete ihtiyacımız var mı? Evet var. Zira devletin, yargının köşesinde bucağında birilerinin bu davayı örtbas etmek, suçluları aklamak niyetiyle kumpaslar planladıklarını hepimiz biliyoruz. Bize göstere göstere ipten adam alacaklar; hiç olmazsa Avrupalılara yutturamazlar diye teselli buluyoruz. Rapor "ilk defa bir askerî darbe teşebbüsü soruşturuluyor" diyerek, darbecilere gözdağı veriyor. "Bu davanın demokratik kurumların doğru işleyişine ve hukukun üstünlüğüne güveni artırmak için bir fırsat sunduğu"nu belirtiyor. Bu fırsata Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak ihtiyacımız var mı? Evet, yargı sistemini şaibesiz işletebilmek için yandan gelen bu desteğe ihtiyacımız var.
Yine temel insan haklarından olan ifade özgürlüğünü kısıtlayan kanunlarımız var. İlerleme raporu tek tek bu kanunları zikrediyor. Üstelik, savcıların ve yargıçların kafalarındaki suç tanımı değişmediği için, çoğu zaman kanun değişikliğinin de işe yaramadığını, aynı suçların başka kanunlara dayanarak ihdas edildiğini vurguluyor.
Rapor "sivil anayasa" çalışmalarına Avrupa Birliği desteğini tazeliyor. Amaç yine daha fazla demokrasi, temel hak ve özgürlüklere daha fazla güvence sağlanması. Bunun için Anayasa'nın özellikle siyasî partiler ve sendikalarla ilgili maddelerinin gözden geçirilmesi isteniyor. Askerî yargının yetki alanının daraltılması, silahlı güce bizim haklarımızı ihlal ettiği zaman ayrıcalıklı korunma sağlanmasını engellemek için gerekli. Rapor da bu konuda AB standartlarını hatırlatıyor. Jandarmanın yetki alanlarının yeniden düzenlenmesi talebi de, iç güvenlik hizmetlerinde insan hakları ihlallerini engellemek ve hukuk güvencesini sağlamak için. Jandarma ihlal mi ediyor? Askerlik görevini yapan gençlerle hukuk güvencesi nasıl sağlanır?
İlerleme Raporu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "siyaseti etkilemeyi sürdürdüğü"nü belirtiyor ve "üst düzey ordu mensuplarının birçok fırsatta etnisite, Güneydoğu, laiklik ve siyasî partiler gibi iç ve dış politika konularında görüş açıklaması" eleştiriliyor. Bu eleştiriler haklı mı? Kesinlikle. Bu raporu hazırlayanların gözünden bakınca bizim kanıksadığımız, doğal karşıladığımız çok önemli bir sakatlık ortaya çıkmıyor mu? Dış güvenliği sağlamakla görevli ordunun, boğazına kadar gündelik siyasetin içinde olduğu bir ülkede hukuk güvence altına alınamaz; bunun ötesinde ülkenin güvenliği de sağlanamaz. Bir yanlışlık var mı? Yine raporda belirtildiği gibi "TBMM'nin savunma harcamaları üzerinde tam denetiminin sağlanması" gerekmiyor mu?
Papuççu muştası
Dönüp dolaşıp Keçecizade Fuat Paşa'nın "papuççu muştası" benzetmesine geliyoruz. Bu benzetmeyi Namık Kemâl 1872'de İbret Gazetesi'nde naklediyor. Fuat Paşa'dan büyük şairin eleştirmek için naklettiği cümlelerde 170 yıllık tarihin özetini bulabilirsiniz: "Bir memlekette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye ihtimal yoktur. Bunun için papuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya mecburuz. O kuvvetler de sefaretlerdir."
AB ilerleme raporunun, Fuat Paşa'nın "papuççu muştası"ndan farkı yok. Yukarıdan gelen ve herkesi ezen kuvveti durduramıyoruz. Bu güç hukuku yok ediyor, haklarımızı tehdit ediyor. Sonra oturup Avrupa'dan fırçayı yiyip yerine oturuyor.
170 yıl önce, bir temel insan hakları şartını "Gülhane Hatt-ı Hümayûnu" adıyla ilan eden Büyük Reşid Paşa, bir diplomattı ve tebaanın can, mal ve onurlu yaşam hakkını teminat altına alan ferman metnini okurken Hariciye Nezareti görevinde bulunuyordu. Yani biz bu fermanı aslında Avrupa kamuoyuna ilan etmiştik. Nitekim aynı gün fermanın Avrupa dillerine çevirisi, büyükelçiliklere ulaşmıştı. İnanç farklılığından kaynaklanan eşitsizlikleri 1856'da Kırım Savaşı sonrasında imzalanan Paris Antlaşması gereği ilan etmiştik. 1876'da ilk anayasayı, Rusya'nın savaş tehditlerine karşı Avrupa desteği elde etmek için Tersane Konferansı toplantı halindeyken 41 pare top atışıyla ilan etmiştik. Çok partili hayata, NATO'ya girebilmek için geçtik. Darbe yapanlar, Avrupa'ya mahcup olmamak için iktidarlarını sivillere devrettiler. Son olarak, 1999 yılından beri demokrasiyi ve hukuku geliştiren reformları, Avrupa Birliği süreci için yaptık.
Kabahat kimin? Kenarından köşesinden ele geçirdikleri devlet iktidarını bu ülkenin vatandaşlarını hukukunu ihlal ederek sürdürmeye çalışanlar değil mi? Peki Avrupa'dan yediği fırçalara göre vatandaşına gönülsüzce hukuk bahşeden bir devlet, bu ülkenin vatandaşlarına layık mı? Bu tarih ne zaman sona erecek? Devlet iktidarı ne zaman kendi iradesi ve kararı ile, kimsenin müdahalesine maruz kalmadan kendi iktidarını vatandaşın hukuku karşısında sınırlandıracak?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT