1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Hakkını lütuflardan bekleyen sığıntı ruh hali, bulaşıcıdır!
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Hakkını lütuflardan bekleyen sığıntı ruh hali, bulaşıcıdır!

04 Eylül 2007 Salı 12:57A+A-

İslamî örtü’yü bir inanç hakkı ve özgürlüğü olarak taleb etmek yerine, hakkımızı, sığıntı bir ruh haliyle, ‘filanca’nın annesi ve eşinin fotoğraflarına tutunarak istemenin ve kendimizi ona sığınarak mâzur göstermenin utanç verici halini sergiliyoruz, bazılarımız.. Halbuki, bu hal, bir hakkın, lûtufla istenip, korunmaya çalışılmasıdır ve bizi küçük düşürmekten başka bir sonuç vermez.. Onlar öyle olmasaydı, birileri nasıl istediyse, öyle mi yapacaktık?

Masonluğa mı karşı çıkacaksınız? Gelsin, ‘M. Kemal masonluğu yasaklamıştı!’ yâvesi..

Kaldı ki, M. Kemal, ülkede o sırada bir tartışma çıkmasının kendi iktidarına zarar vereceğini görmüş ve o zaman, mason locaları başkanı olan özel doktoru Mim Kemal Öke’yi (şimdiki Prof. Mim Kemal Öke’nin dedesini) çağırıp, ‘Masonlukla Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (partisinin) umdeleri aynı olduğuna göre, bir hedef için iki vasıtaya ve böyle gürültülere gerek yok!’ demiş ve o da hemen kapatmıştır, o locaları.. Buradan, M. Kemal’in masonluğu yasakladığını söylemek ve masonluğa, ona sığınarak karşı çıkmak zavallılık değil midir? 

Çocuğun kendisini döven annesinden kaçmak yerine, yine annesine sığınması gibi çocukça bir ruh hali, bir paradoksal tutum.. Hakkı, güce sığınarak kazanmaya çalışmak zavallılığı..

Kabul.. Güç karşısında herkesin tepkisi aynı olmaz.. Ama, bazıları gücü sonunda kutsuyor da.. Ama, bir güç hakka dayanıyorsa, ona karşı çıkmak gerekmez. Güçlü olan, kendi ölçülerimize göre doğru ve haklı bir konumda gözüküyorsa, o gücün hak istikametinde kullanılmasına yardımcı olmak ve illâ da karşı çıkmak adına, bir şeyleri karıştırıp, ‘Aaa, burada bir sümüklü böcek var’ dememek de gerekir. Yanlışı önlemenin başka yolları da vardır.

Şimdi, bozulanlarımız olsa da tekrarlayalım ki, , bazı hata ve yanlışlarına rağmen Müslüman halkımızın mevcud yapı içinde çıkarabileceği en iyilerden oluşan bir çekirdek ekip, geminin kaptan köşkündeler.. Geminin kömür deposundaki ateşçilik veya anbarlarındaki amelelikten, temizlikçilikten, buraya kadar gelebilmişlerdir.. Bu her şey olmadığı gibi, az şey de değildir..

Ama, yine de başkalarınca hazırlanmış bir pusulayla hareket edeceklerdir. Ve bu pusula öyle bir-iki rötuşla geminin yönünün değiştirilmesine izin vermiyecek kadar uluslararası bağlantılarla tahkim edilmiştir. (Kasım-2003’de 60 kadar insanın ölümüyle neticelenen İstanbul’daki büyük patlamalar üzerine, emperyalist dünyanın yayınlarında, ‘İstanbul’u bırakmıyacağız!’ diye nâralar atılması üzerinde düşünmeliyiz. Ölen 60 kişi değildi, üzerinde titrenilen,; rotası 200 yıldır Garb’a çevrilen Müslüman bir toplumun başka bir rotaya yönelmesinden duyulan korku yüzündendi, o hışımlı sahiblenmeler..) 

O halde, birileri kendilerini ‘iktidardayız..’ sarhoşluğuna kaptırmamalıdırlar.. Belki, milletin iktidarına yönelik adımlar atılması yolunda bir takım yeni avantajlar kazanılmıştır.

Nicelerimizin karşıtlarımıza sığınarak hareket alanı açmak taktığı şimdi, başkalarınca da deneniyorsa; bu, iktidar gücünden onların mahrum oluşları yüzündendir, evvel emirde; insafa gelişlerinden değil.. Onlar da iktidar güçlerine karşı tavırlarını yeniden ayarlamak ve halkı kazanmak ihtiyacını hissediyorlar. Halk, beşer planında küçümsenmemesi gereken bir güç..

Tayyîb Erdoğan’ın, yıllardır, ziyafet sofralarına itibar etmeyip fukara evlerine yaptığı alâyişsiz ziyaretlerin şimdi, bazı komutanlarca da taklid edilmek istenmesi, bunun için.. Oğullarını iç çatışmalarda kurban vermiş ailelerin evlerine gizlice ziyaret yapılıyormuş.. Ama, onlar, materyalist-laik anlayışlarının tabiî gereği olarak, kalblere girmenin yolunu bilemezler..

Niceleri de, ‘Yahu, bizim annemiz, büyük annemiz de örtülüydü, bizim dedelerimiz de filan yerde müftü idi..’ gibi laflar ediyorlar.. Kenan Evren de, en diktatör döneminde bile, ‘Ben de hoca çocuğuyum..’ demek zorunda kalmamış mıydı? Bazı Müslüman tiplerin haklarını, M. Kemal’e sığınarak taleb etmesindeki gibi bir çarpık/ ezik ruh halinin tersinden çalıştırıldığı, ‘Ayy, vallaaaa, biz de öyleyiz!’ demek noktasına doğru gelindiği de daha bir göze çarpıyor..

Dün, Vatan’da, İsmet İnönü'nün torunu (CHP’nin geçen dönem m.vekili) Gülsün Bilgehan’ın sözlerini okurken, o hâlet-i ruhiyeyi, bizim değerlerimize ayarlanma ihtiyacını gözlemledim..

Özellikle Batı medyasının ‘Çankaya Köşkü’ne ilk kez seccade girecek’ yorumundan üzülmüş, Gülsün Hanım.. ‘Köşk’e ilk kez Abdullah Bey’le mi çıkar seccade? Bu ülkenin yüzde 98’i müslüman. Her evde seccade varken, Çankaya’da olmaz mı?’ diyordu..
Gülsün Hanım’ın anlattıkları ilginç.. ‘(…) İsmet Paşa beş vakit namazında değilmiş belki, ama, eşi kazaya bırakmazmış. O Köşk’te mevlid de okunmuş, oruç da tutulmuş, bahçesinde kurban kesilip, etleri fakirlere de dağıtılmış. ‘(…) Bu bizim çok alışık olduğumuz bir hayatın parçasıydı.. (İsmet Paşa’nın da) zaman zaman kıldığı olmuştur. Bunu anılarından öğreniyoruz. (…) Seccade yıllardır Köşk’te... (…)Ayrıca bugün de seccade kullanılıyor. (…) Anneannem, İsmet Paşa’yı Meclis’e dualarla uğurlardı. (…) Bizi de okula aynı şekilde arkamızdan dua okuyarak gönderirdi... (…) Ayrıca, Çankaya Köşkü’ne bir hoca gelir ve evde anneme ve iki dayıma (Erdal ve Ömer İnönü’ye) din dersi verir, Kuran okumayı öğretirdi. 

(…) Eminim ki Latife Hanım da çeyiziyle birlikte Mevhibe Hanım’ınki gibi bir seccadeyi Çankaya Köşkü’ne götürmüştür. Çünkü o da Müslüman bir ailenin kızıydı. (…)

(Bunları okurken, Yahya Kemâl’in annesine dair yazdıklarını hatırlıyorum. O dindar kadın, akşamları homurdanarak, kocasının rakı sofrasını hazırlarmış, Üsküb’de; ‘dışarıya gidip, daha büyük haramlara bulaşacağına, burada tazakkum etsin /zıkkımlansın! diye..)
-Mevhibe Hanım’ın dindar olduğunu halk bilseydi daha iyi olmaz mıydı?

‘Gerekmezdi herhalde. Çünkü onlar laikliği sadece devlet ve din işlerinin ayrılması olarak görmemişlerdi. Aynı zamanda dinin insanların özel hayatında kalması gerektiğini düşünmüşlerdi. Bence zor, ama doğru bir karar vermişlerdi. (…) Ben 1950’ye kadar olanın doğru olduğunu düşünüyorum.. Peki ama doğru mu yapmıştı? Bu yüzden dinsiz olmakla suçlanmadı mı hep? Bu yüzden CHP halktan kopuk bir görüntü vermedi mi? (…) ‘Tabii ki biz de nerede yanlış yaptık diye düşünüyoruz. Belki din duygularının özel hayatın içine bu kadar kapatılması abartılmış olabilir.’

İlginç bir tesbit ve itiraf.. Üstelik, kendisine kimsenin laiklik dersi vermeye kalkışamıyacağı bir Gülsün Hanım’ın bu tavrı dürüst bir ‘kendini sorgulama’ olarak da algılanabilir.. Ama, bu sorgulamayı nicelerinin, sığıntı ruh halini tersinden çalıştırabilecekleri ve bu tavrı yanıltma taktiklerine, şark toplumlarındaki bir bulaşıcı hastalığa dönüştürebilecekleri de unutulmamalı..

YAZIYA YORUM KAT