Hakkârili annenin dinlediği Yasin-i Şerif
'Oğlu her ne sebeple hayatını kaybetmiş olursa olsun... Yozgat'taki anne ile Hakkâri'deki anne, oğullarının başında aynı duayı ediyorsa, evladı için Yasin ve Fatiha okuyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa, burada çok ciddi bir yanlış olduğu ortadadır.' Bu sözleri Başbakan, 2009 yılında söylemişti.
Bu sözler, çoğumuzun aklında 'anneler ağlamasın' diye kalmıştır. Vahdettin İnce, Star Açık Görüş'te 'Dil yarası nasıl geçsin' başlıklı yazısında, Yasin okuma meselesini, insanın ciğerine işleyen bir anekdotla anlatıyor. Anneannesi her sabah elinden tutar Kürt köyündeki medreseye götürürmüş. Dersini tamamlayıncaya kadar da kapıda beklermiş. '...Anneannemin amacı dinî eğitim alıp bir molla, bir alim olmam değildi. Onun bütün derdi, perşembeyi cumaya bağlayan akşamlarda... Kur'an okuyacak birini yetiştirmekti' diye, ilim öğrenmesinin vesilesini özetliyor. Ve her cuma gecesi anneannesi yanında oturur ve o da ölenlerin ruhu için Yasin okurmuş.
Bugün, öldürülen 12 PKK'lının her birinin evinde ayrı ayrı Yasin okunuyordur. Anneleri, ağlamaktan kurumuş gözpınarlarına rağmen, o Yasin'i dinlerken dökecek gözyaşını mutlaka buluyordur. Tıpkı, Silopi'de şehit edilen polisin Samsun'daki, Edirne'deki baba ocağında olduğu gibi. Grup grup başsağlığına gelenler ayrılmadan önce, o kasvetli havada bir Fatiha ile taziyeyi tamamlıyordur.
Burada büyük bir yanlış olduğu ortada değil mi?
İddiaları, tartışmaları, suçlamaları bir kenara bırakalım. Artık evladına bir Yasin-i Şerif ve bir Fatiha okutmaktan başka çaresi kalmayan annelerin yürekleri tam olarak aynı parçalara bölünmüş durumda. Her birinin gözünün önünden evladını doğururken çektiği sancılarla başlayan ve bugüne kadar süren sıkıntılar film şeridi gibi geçmiyor mu? Bir fırsat verilse, hangisi evladına gelen kurşuna siper olmazdı?
Peki bu ölümlere sevinenler kimler? Hakkârili annenin de, Samsunlu annenin de evladını kaybetmesinden çıkar sağlayanlar aynı kişiler değil mi? Silopi'de iki polis öldüğünde, Hakkari'de 12 PKK'lı hayatını kaybettiğinde kimlerin ağzı kulaklarına vardı? Bu ölümlerin sorumlusu aynı kişi veya aynı merkez değil mi?
Hüseyin Yayman'ın, Açık Görüş'te 'Kürt sorununun camdan duvarları' başlıklı analizi, röntgen filmi gibi bugün yaşananların bütün ince detaylarını veriyor. Yayman'ın sıraladığı, iki tarafın karşılıklı hataları akıl ve mantık zemininin kaybolduğunu gösteriyor. Cesaret eksikliği, siyasî istismar, gözü dönmüş bir milliyetçilik ortalığı bulandırıyor. İşte bu bulanık havada birileri ava çıkınca, olan Hakkâri'deki ve Samsun'daki annelere oluyor.
Hava bulanık ve kirli. Sorunları sakin ve soğukkanlı bir şekilde müzakere etmenin imkânı yok. Seçim atmosferi Kürt sorununun eksenini kaydırıyor. AK Parti, çözümü seçim sonrasına erteledi. Anayasa tartışmaları ile paralel olarak Kürt sorununun çözümü ilerleyecek. Bugün ölümlerden kim kazançlı çıkıyor? 12 PKK'lının ölümü kime aradığı şeyi veriyor? BDP'liler 'sürekli eylem' haline, PKK'lı cenazeleri ile nasıl bir derinlik kazandırıyorlar? Ve BDP adayları, ölen PKK'lılar için ağızlarını açar açmaz neden AK Parti'yi sorumlu tutuyorlar? Türkiye sathında AK Parti seçim büroları neden saldırıya uğruyor?
Dökülen kanın BDP'ye bir miktar daha oy kazandırmak, AK Parti'ye de mümkün olduğu kadar çok oy kaybettirmek dışında hiçbir mantığı ve gerekçesi yok. Sonuçtan sebebe gidelim: 12 PKK'lının ölümünden yarar sağlayanlar kimler? Onların kanı ve cenazeleri ile kampanya eylemlerine kimler 'süreklilik' kazandırıyor?
Kürt sorunu bambaşka bir aleme taşınıyor. Selahattin Demirtaş'ın 'iki başbakan' metaforu ile, Kürtler adına dile getirdiği özerklik talebinin ne anlama geldiğini, bu talebin sahibi olması gereken Kürtler biliyor mu? 'Çözüm' BDP tarafından hak arayışından, bölgesel özerklik adıyla statü arayışına taşındı. Baskın Oran hoca bu hafta Radikal 2'de biraz da kızgın, bu statü talebinin, 'azınlık olmayı reddedenlerin hiç farkında olmadan azınlık hakları istemeleri anlamına gelen, artık çağı ıskalayan bir statü' olduğunu anlatıyor.
Ortada ince hesaplar dönüyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT