Hafızamız eyvah!
Sekiz küsur yıl önce Türkiye "Temiz Eller Operasyonu" ile sarsılırken -Zaman'ın arşivine teşekkür- 11.3.2000 günü "İnanalım mı?" başlığı altında şöyle yazmıştım:
"İçişleri Bakanı'nın atıfta bulunduğu Türkiye'de kökü dışarıda örgütlerin, egemen güçlerin faaliyetleri çözülmeden, Türkiye'nin en az 19. yüzyılın başından itibaren tarihi objektif olarak ele alınmadan, hür düşüncenin ve onu ifade etmenin önündeki engeller kalkmadan, Türkiye'nin birtakım dış münasebetleri tam bir şeffaflık kazanmadan... darbelerin perde gerisi tam manâsıyla aydınlatılmadan, güç-bürokrasi-sermaye-medya ilişkileri çözülmeden... Ayrıca, MGK'da hâlâ ağırlıkla irtica ile mücadele üzerinde durulmaya; mezunlarından, mensuplarından neredeyse hiçbirinin yolsuzluğa, ahlâksızlığa, anarşi ve teröre karışmadığı birtakım özel okullar, imam-hatip liseleri ve Kur'an kursları tehlikeli birer örgüt yuvası gibi görülüp, tamamen kapatılmaları için planlar yapılmaya; bu ülkenin ona en büyük hizmetleri yapmış İslâm hassasiyetli vatandaşları potansiyel tehlike addedilmeye... genç kızlarımızın başörtüsü ülkeye çevrilmiş en büyük silah gibi değerlendirilmeye... bu milletin dinine saldırılıp, ahlâk ve maneviyatı sürekli rendelenmeye... devam edildiği sürece, yolsuzlukla yapıldığı ileri sürülen mücadelenin de arkasında başka şeyler mi var diye şüphelenmeden edemeyeceğiz."
Türkiye'de tarih sürekli tekerrür ediyor. 28 Şubat ve Temiz Eller Operasyonu, 11 Eylül 2001'le uygulanmasına teşebbüs edilecek BOP'un siyasî ve ekonomik sahada Türkiye hazırlık ayağıydı. Darbelerde ve birer darbe özelliği taşıyan bu tür operasyonlarda 2000'den itibaren Ulusalcılar olarak anılan bir damara bağlı ekipler daima zemin hazırlayıcı olarak kullanılmıştır ve kullanılır ama bunlara idare devredilmez; bunlar, Türkiye derin devleti değil, derin devletin tetikçisidir. Operasyon başarıya ulaştıktan sonra damar muhafaza edilmek üzere tasfiyeye uğrarlar. 27 Mayıs bunlara yaptırılmış ve arkasından 300'e yakını general ve amiral olmak üzere 5.000 civarında subay emekliye sevk, yani tasfiye edilmiştir. 12 Mart'a giden yolu da aynı kadro döşedi; ne çabuk unuttuk, bugün hangi ortam içindeysek, yargısı ile, İlhan Selçuk'lu Cumhuriyet Gazetesi ile o zaman da aynı ortam var idi. Meselâ, dönemin Yargıtay Başkanı Ferruh Adalı, "Lâiklik temel ilkesi karşısında vicdan hürriyetinin sınırının olacağı şüphesizdir." diyor; Oktay Akbal, "Seçim sonunda bugünkü meclise benzer bir sonuç çıkar ortaya. Sandıksal demokrasi oyunu başka sonuç vermez ki! Gülünç işler bunlar."; Cihat Baban, "Bizde halkın % 70'i ümmîdir... Ata şapka giyerken siz takke giyemezsiniz; lise açamazken 90 tane imam-hatip okulu açarsanız, yobaza cesaret verirseniz, Türkiye 23'lerden de geriye gider." diye yazıyordu. 9 Mart Cuntası devrim hazırlığı yaparken, bunlar da devrim beklentisi içindeydi. Meselâ yine Oktay Akbal, 2.3.1971 günü Ayak Sesi başlıklı yazısında F. Hüsnü Dağlarca'dan mısralar aktarıyordu: "İşte ayak sesi, yürüdü bir adım. / Umudunu yitirmek üzereydin ki / Yürüdü bir adım. / Belki köylerdedir / Belki kentte, belki dağlarda / Duydun mu? / Yürüdü bir adım." Aynı Oktay Akbal, 17.3.1971 günü 5 general, 10 albay emekli edilip, 46 subay kıta hizmetine gönderilince, iki gün sonra "Umut dağın arkasında" diye yazacaktı.
Evet, bugün Ergenekon denilen örgüt, dün darbelerin yolunu döşeyen aynı gruptu. Bugün bu örgüte mensup diyerek tutuklanan asker emeklilerinin önceki dönemlerdeki hem de muvazzaf mukabilleri tasfiyeye uğrarken, sivil kanat, meselâ 12 Mart'tan sonra Bahri Savcı, T. Zafer Tunaya, Kemal Türkler, Ulvi Alacakaptan, B. Nuri Esen, Fakir Baykurt, Cahit Talas, Mümtaz Soysal hep gözaltına alınmıştı. En azından mevcut manzarasıyla yeni bir şey yok; büyütülecek bir şey yok. Küresel sistem bilhassa ekonomik çöküntü yaşar ve dünyaya yeni bir ekonomik ve siyasî düzen verilmeye çalışılırken, Türkiye ekonomisi ve iç siyaseti için de yeni düzenlemeler var planda. Ama hafızasız Ergenekoncular kullanılıp tasfiye edilmekten bıkmadığı gibi, karşı taraf da hep bu tür oyunlara ümit bağlamaktan bıkmadı.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT