Hadislerimize Mevzu Hadis Kriterleri Uygulandı mı?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yücelerin yücesi olan Allah’a hamd, sevgili resulüne selam olsun. Bir önceki yazımızda; “İnşallah gelecek yazımızda bu dile getirdiğimiz (var olan hadislerin, tespit edilen kriterlere uymaması) sorunu, tespit edilen mevzu hadis kriterlerini vererek ve bu kriterleri muteber hadis kitaplarındaki bazı rivayetlerle karşılaştırarak somutlaştırmaya çalışacağız” demiştik. Şimdi Allah’ın izniyle bunu gerçekleştirmeye çalışalım;
Mevzu hadislerin özellikleri;
1-)Kur’an’a ve meşhur sünnet verilerine, akl-ı selime, kesinleşmiş tarihi ve tecrübî bilgilere aykırı olması.
2-)Hadisin, rivayet döneminde telif edilen temel hadis kaynaklarında bulunmaması.
3-)Şahısları öven veya yeren rivayetler.
4-)Tefsir, İsrail oğulları, önceki peygamberlerin kıssaları ile ilgili rivayetler.
5-)Şehirler, mezhep ve ekoller ile ilgili rivayetler.
6-)yiyecekler, içecekler, hayvanlar ile ilgili rivayetler.
7-)Nafilelerin sevaplarıyla ilgili rivayetler.[1]
8-) Geleceğe ilişkin olayların haber verildiği rivayetler.
9-)Siyasi ve politik konulardaki rivayetler.
10-)Rivayetin isnadında yalancılıkla şöhret bulmuş bir mecruh (cerh edilmiş/güvenilmez olduğu tespit edilmiş.) ravinin olması.[2]
Bu kriterlerin iyi uygulanmaları durumunda ciddi bir sorun kalmayacağı açık bir konudur. Zira bu ölçütler hem senet, hem de metinle ilgili kıstasları içermektedir. Yalnız geçen yazıda söylediğimiz nedenlerle[3], bu ölçütlerin eldeki hadislerimize maalesef ciddice uygulanmadığı da açıktır. Şimdi muteber hadis kitaplarımızdan alacağımız örneklerle bunu göstermeye çalışalım;
Aişe (r.a.)’ dan : Peygamber (s.a.v.) geceleyin bir kimsenin Kur’an okumasını işitti de; “Allah o zata merhamet ihsan buyursun. Gerçekten o, şu ve şu sureden unutturulduğum falan ve filan ayetleri bana hatırlattı” buyurdu[4].
a-) Bu rivayetin Ku’an’ın “Sana Kur'an'ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.”[5] “Onu (Kur'an'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip durma. Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş)tir. Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle. “[6] Şüphesiz o Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”[7] Ayetlerine ters düştüğü açıktır.
Allah resulüne indirilen ayetlerin ve hatta bazı surelerin unutturulduğunu iddia edenler, şu ayeti kendilerine delil getirmeye çalışırlar; “Ancak Allah'ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de.”[8] Hâlbuki bu ayet, Kur’an’ın unutturulabileceğine değil, Yüce Allah’ın iradesinin mutlaklığına işaret etmektedir. Nitekim şu ayetlerden de bu rahatlıkla anlaşılmaktadır; “Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır “. Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır. Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.”[9] Bütün müminler icma etmişlerdir ki, müminler cennetten çıkarılmayacaklardır. Öyleyse buradaki istisnayı, yüce Allah’ın iradesinin mutlaklığına vurgu olarak anlamak, aklen ve müminlerin ittifakınca da zorunludur. Yine şu ayete bakalım; “Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik.”[10] Evet, bu ayetten de anlaşılacağı gibi, yüce rabbimiz elbette Şuayb (a.s)’ın küfre dönmesini dilemez. Burada kastedilen yüce Allah’ın iradesinin mutlaklığına vurgu yapmak ve O’nu tenzih etmektir.
b-)Diğer yandan indirilen her sure ve ayeti Nebi (a.s.) hemen vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. Hâşâ unutturulsa da o sahifeler resulün/müminlerin elinde mevcuttu. Bu durumda unutturulma anlamsız kalmaz mıydı?
c-) Diğer yandan Allah resulüne unutturulan bir şeyin ümmettin diğer fertlerine unutturulmasının gerekliliği de ortadır. Ama dikkat edilirse, Resulullah (a.s) efendimize (sözde) unutturulan Kur’an ayetleri, hala başkaları tarafından namazda okunabiliyor.
d-) Nebi (a.s.) ise (haşa) bunu rastlantı sonucu öğreniyor ve duygulanıyor. Demek ki resulullah bunu rastlantı sonucu öğrenmese, bu sözde nesh edilen/unutturulan Kur’an ayetleri okunmaya devam edilecek. Ayrıca dikkat edilirse rivayette bu şahsa dönük bir bilgilendirme ve uyarıdan da bahsedilmiyor. Peki, bu durum haklı olarak, böyle unutturulmuş başka bazı ayetlerin de var olabileceğini ve bu iptal edilmiş ayetlerin Kur’an’a girmiş olabileceğini akla getirmez mi? Şüphesiz hangi açıdan bakılırsa bu rivayetin tutarlı ve kabul edilebilir bir boyutu yoktur.
Kaldı ki bu tür muteber kitaplarımıza giren rivayetlere göre, bu iptal edilen/unutturulan ayetler de çok fazla imiş. Şimdi o rivayete bakalım;
Ebu Harb ibn’ül Esved babasından: (Basra valisi) Ebu Musa el-Eşa’ari (r.a.), Basra ahalisinin kuralarına haber saldı. Bunun üzerine Kur’an’ı Kerim’i iyi okumuş üçyüz(hafız) kişi huzuruna girdi. Sonra Ebu Musa (onlara) şöyle dedi; -- Sizler Basra ahalisinin en hayırlı ve okuyucu (hafız)larısınız. Kur’an’ı (kerimi devamlı) okuyunuz. Sakın ha , üzerinize (Kur’an okumadan) zaman uzamasın. Böyle olursa, sizden öncekilerin kalpleri katılaştığı (gibi sizin de) kalpleriniz katılaşır. Doğrusu bizler, uzunlukta ve şiddette Berae (tevbe) suresine benzetmekte olduğumuz bir sureyi okurduk. Sonra o sure, bana unutturuldu. Şu kadar var ki ondan hafızamda tutmuş olduğum (şey) şudur; “Adem oğlunun iki vadi dolusu malı bulunsa, muhakak üçüncü bir vadi daha olmasını ister. Adem oğlunun karnını ancak toprak doldurur.” Ve yine bizler “sebbeha” ile başlayan surelerden birisine benzettiğimiz bir sureyi okurduk. Derken o sure de bana unutturuldu. Lakin ben, o sureden şunu hatırımda tuttum: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?” “Sonra boyunlarınıza bir şehadet olarak yazılır da kıyamet gününde onlardan mesul tutulursunuz”[11]
a-)Dikkat edilirse (haşa) Ebu Musa el – Eş’ari’nin hatırlıyorum dediği “Adem oğlunun iki vadi dolusu malı bulunsa” ayeti şu an elimizde olan Kur’an’ı Kerimde bulunmayan bir şey. (Haşa) o zaman elimizdeki kitabın eksik olduğu iddia edilmiş olmuyor mu?
b) Basra, Hz. Ömer zamanında kurulmuş yeni bir şehirdir. Halbuki Müslümanlar inen vahyi, hemen yazmış ve sonrasında da mushaflaştırmışlardı. Eğer Ebu Musa el- Eşa’ri (r.a.)’ ya unutturulmuşsa da, Mushaf’a bakmak imkânının olacağı açıktır. Bu nedenle böyle bir zaman diliminde Ebu Musa el – Eşa’ri’nin bunları söyleme imkânının olmadığını söyleyebiliriz.
c-)Bu rivayetle Ebu Musa el –Eş’ari’nin insani unutkanlığına vurgu yapıldığını söylemeye de imkân yoktur. Zira dikkat edilirse, özellikle unutturulmadan, yani Kur’an’ın kaybedilme tehlikesinden bahsediliyor, Daha sonra da Kur’an’dan olmayan bir şeyler de Kur’an ayeti gibi sunuluyor.
c-) Bir diğer boyut; binlerce kur’an hafızın hafızasına ne olmuştu ki, Ebu Musa’ya unutturulduğu için berae/tevbe suresi gibi bir sure kayboluyordu?
d-) Her şeyden önce bu rivayet Kur’an’a ve Ümmetin Kur’an’ın eşsizliğine dönük ittifakına ters düşüyor. Nitekim yüce rabbimiz şöyle buyuruyor “ Şüphesiz o Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik, biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”[12]
Sonuç olarak bu iki rivayetin mevzu hadis kriterlerine ters düştüğü açıktır. Başka rivayetlere bakmaya devam ediyoruz;
Hz. Aişe (r.a.)’dan: Resulü Ekrem (s.a.v.), Ensar’dan bir küçük çocuğun cenazesine çağrıldı. Bunun üzerine ben: Ya resulullah, bu çocuğa ne mutlu, o cennet serçelerinden bir serçedir. Zira o kötülük işlemedi ve kötülük işleyecek çağa erişmedi, dedim. Resulullah (s.a.v.): Ya Aişe, bundan başka sözün yokmu? Şüphesiz Allah, cennet için bir ahali yarattı ki, onlar babalarının sülbünde iken Allah onları cennetlik yaratmıştır. Ve keza Allah cehennem için öyle bir ahali yaratmıştır ki, onlar henüz babalarının sulbünde bulunurken, Allah onları cehennemlik yaratmıştır, buyurdu.[13]
Bu rivayetin Kur’an’a aykırı olduğu açıktır. Nitekim Rahman ve Rahim olan rabbimiz şöyle buyurur: “Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.”[14] Ayrıca bu rivayet akla da aykırıdır. Zira bu rivayet apaçık adaletsiz bir tavrı, hâşâ Yüce Allah’a nispet etmektedir. Zira vefat eden bir Müslüman’ın küçücük çocuğudur. (ki kâfirin çocuğu da olsa aynı şey geçerlidir.) Hâlbuki yüce rabbimiz: “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”[15] Ve “Allah iyilik yapmayı kendisi için yasa haline getirmiştir”[16] Buyurmaktadır.
Bu rivayetin de mevzu hadis kriterlerinin uygulanması durumunda elenecek rivayetlerden olacağı açıktır.
Şimdi de başka bir rivayete bakalım;
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi (a.s.) Şöyle buyurdu: “Eğer beni İsrail olmasaydı et kokmazdı. Sonra Havva (anamız) olmasaydı kadın cinsi, eşine hıyanet edip aldatmazdı” dediği rivayet olunmuştur.[17]
Bu rivayet Kur’an’a, akla, insanın kesinleşmiş tecrübelerine aykırı olduğu gibi, bir cinsi (kadını) ve kavmi(beni israili) aşağılaması da mevzu hadis prensiplerine ters düşmektedir. Diğer hususlar açık olduğu için Kur’an’a aykırı boyutunu ifade ederek şu rivayeti geçelim; “Böylece ikisini de aldatarak, onları mevkilerinden düşürdü. Ağacın meyvesini tattıkları zaman, ayıp yerleri kendilerine açılıverdi. Onlar da hemen cennet yapraklarından üst üste koymakla örtünmeğe başladılar. Rableri onlara şöyle nida etti: "- Ben, ikinize de bu ağacı yasak etmedim mi; şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?"[18] Ayet işlenilen hatadan ikisini de suçlarken, rivayette sadece Havva annemiz suçlanıyor ve tüm sonraki kadınların yaptıkları hataların yegâne sebebi olarak gösteriliyor. Hatta bu yanlışta, (farzı muhal) annemizin daha fazla payı olsa bile, daha sonra Dünya’ya gelenlerin bu suçu işlemesinin tek sebebi olamayacağı açıktır. Aynı şey beni İsrail için de geçerlidir. Dikkat edilirse Beni İsrail kavmi, etin bozulmasının sebebi olarak gösteriliyor. Takdir edilir ki, bu yanlışlığı kesin olan bir iddiadır. Ayrıca bu rivayetteki iddia, bir kavmin aşağılanması içerdiği gibi, etlerin bozulmasına sebep olarak gösterilen hususta, insanların bu konudaki kesin tecrübelerine aykırı düşmektedir.
Diğer bir rivayete geçelim;
Ömer b. Hattap (r.a.)’dan, Nebi (a.s.) buyurdu ki; “ Ölü kendisine arkasından feryad ve figanla ağlanılmak sebebiyle azab olunur. Bir rivayette; ölüye ağlanıldığı ve feryat koparıldığı müddetçe azap olunur, buyrulmuştur. (Buhari –Müslim)[19]
Bu rivayetin “ Hiçbir günâhkâr başkasının günâhını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiçbir şey, taşınmaz; akrabâsı dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz). Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarırsın”[20] ayetine aykırı olduğu gibi, insanlarda genel kabul gören suçun ferdiliği ilkesine de aykırı olduğu açıktır.
Diğer bir rivayete daha bakıyoruz;
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi (a.s.):” Devs kabilesi kadınları kıçlarını Zul-halasa’nın etrafında ırgalamadıkça kıyamet kopmaz, diye buyurdu. (Zu- Halasa;Yemenin Tebale mevkiinde cahiliyet devrinde Devs kabilesinin ibadet edegeldikleri bir puttu.)[21]
Kıyametin ne zaman kopacağına dair ilmi, yüce Allah sadece kendisinin bildiğini Kur’an’da defalarca ifade buyururken böyle bir rivayetin değeri ne olabilir ki. Diğer yandan peygamberimizin kıyamete dair sözde alamet olarak Devs kabilesi kadınlarının yaptıkları gibi bayağı bir şeyden bahsetmesi ne derece makul bir şeydir. Doğrusu insan, buna benzer rivayetleri okurken, zındıkların, Salih insanlar adına uydurdukları rivayetleri hatırlamaması mümkün değil. Bilindiği gibi zındıklar dinle alay etmek için hadis uyduruyor ve en sağlam insanlardan oluşan senetlerle bu uydurduklarını aktarıyorlardı.
Diğer bazı rivayetlere de topluca bakalım;
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi (a.s.): “ Fırat nehri altından bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar ona sahip olmak için harp edip birbirlerini öldürecekler. Neticede her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecek. Onlardan bir kimse; Keşke kurtulan ben olsaydım diyecektir, buyurdu.”[22]
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi (a.s.); “Sizler kıyametten önce, öyle bir kavm ile muharebe edeceksiniz ki onların ayakkıbaları kıldandır. Yüzleri kılıflı kalkanlar gibidir. Yüzleri kırmızı, gözleri küçüktür”, buyurdu”[23] (Hadis şarihleri, bunları Türkler veya Moğollar olarak açıklıyor)
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi (a.s.) ; “ Kahtan kabilesinden bir kimse çıkıp da insanları asası ile sürmedikçe kıyamet kopmayacaktır”, buyurdu.[24]
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi(a.s) ; “Cehcah denilen bir kimse melik olmadıkça günler ve geceler gitmeyecektir (kıyamet kopmayacaktır.)”, buyurdu.[25]
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Nebi(a.s) ; “ Müslümanlar, Yahudilerle bir harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Şöyleki, Müslümanlar Yahudileri öldürüp imha edecekler. Hatta Yahudi firar ederek taş, yahut ağaç arkasına saklanır da o taş yahut ağaç: Ey müslüman; Ey allah’ın kulu, şu arkamda bir Yahudi saklanmaktadır. Binaenaleyh, gel onu öldür, diye nida eder, fakat Gargad müstesnadır, Çünkü bu Yahudilerin ağaçlarındandır”, buyurdu.[26]
Kıyamet bilgisi sadece Allah’ta olduğu halde, bu rivayetlerin bu konuda bilgi vermeleri, gaybla ilgili bir peygamberin bilmeyeceği, gereksiz ve detaylı bilgiler içermeleri, özel şahısları ve kavimleri yermeleri, Kur’an’ın Allah’ı sürekli andıklarını söylediği[27] ağaçları bile, Müslümanların ve Yahudilerin ağaçları diye ikiye ayırmaları gibi, Kur’an’a ve akla aykırı bilgiler içermelerinden dolayı, mevzu hadis kriterlerine aykırı oldukları açıktır.
Örneğin, rivayette Gargat ağacının Yahudilere ait olduğu ve Müslümanlara ihanet ettiği söyleniyor. Hâlbuki Kur’an bütün ağaçların Allah’ı kendi dilleriyle tesbih ve zikir ettiğini bize haber vermektedir; “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tespih ederler. Her şey O'nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm'dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.”[28]
“Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıkların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların ve çok sayıda insanın Allah'a secde ettiklerini, O'nun buyruğuna boyun eğdiklerini görmüyor musun?”[29]
Mevzu hadisleri belirlemek için belirlenen kriterlerin, rivayetlere uygulanıp uygulanmadığına bakmaya devam ediyoruz;
Ma’n’dan; Ben babam(yani ibni Mesudun oğlu Abdurrahman)dan işittim, şöyle dedi; Ben Mesruk’a ; “Kur’anı Kerim’i dinledikleri gece cinlerin geldiğini Nebi(a.s)’a kim bildirdi? Diye sordum. Bunun üzerine Mesruk; Bana baban (yani ibni Mesud) tahdis etti ki; onların gelişlerini Resulullah’a bir ağaç bildirmiştir, dedi[30].
Hâlbuki Kur’an apaçık bir şekilde nebi (a.s)’a, Cinlerin Kur’an’ı, onun haberi olmadan ondan dinlediklerini o’na haber veriyor; “ (Ey Muhammed!) De ki: "Bana cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahiy edildi: "Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur'an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız."
Cinlerin Kur’an’ı dinlemesi olayının etrafında nasıl bir efsanenin üretildiğine bakmak için Sahihi Müslimde rivayet edilen şu rivayete de bakalım;
Amir’den, o şöyle dedi; Ben Alkame’ye; Cin gecesinde ibni Mesud Nebi (a.s.) ile beraber bulundu mu? Diye sordum. Alkame (de bana şöyle dedi;), Bende İbni Mesud’a “Cin gecesinde sizden herhangi biriniz Nebi (a.s.) ile birlikte bulundu mu?” diye sordum. İbni Mesud; Hayır fakat biz bir gece Nebi (a.s.) ile beraber bulunuyorduk. Derken onu kaybettik. Akabinde onu vadiler içinde ve dağ yollarında aradık ve ; << Acaba onu cinler mi uçurdu? Yahut gizlice öldürüldü mü ?>> dedik. Ve böylece biz merak içinde, insanların geçirmekte olduğu en fena bir geceyi geçirdik. Nihayet sabaha erince birde baktık ki; Allah’ın resulü Hira tarafından geliyor. Bunun üzerine biz; Ya Resulullah, seni kaybettik, aradık, fakat bulamadık. Bundan dolayı halkın geçirdiği en kötü ve endişeli bir geceyi geçirdik, dedik. Nebi (a.s.):<< Bana cin taifesinin davetçisi geldi de onunla gittim. Cinlere Kur’an okudum.>> buyurdu. Sonra bizi götürüp onların izlerini ve yaktıkları ateşlerin eserlerini gösterdi. Cinler Resulullahtan azık istemişler de Resulullah (a.s.)onlara: <<Elimize geçen üzerine besmele çekilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve gübresi de, hayvanlarınız için yemdir, >> buyurmuş. Ondan sonra Resulullah (a.s.) : << İşte bundan dolayı, sizler asla kemik ve hayvan tersi ile taharetlenmeyin. Çünkü onlar (cin) kardeşlerinizin yiyeceğidir, >> buyurdu.[31]
Yukarıda da söylediğimiz gibi bu rivayetler Kur’an’a aykırıdır. Zira Kur’an, Nebi (a.s.)’ın olaydan haberdar olmadığının altını çiziyor ve şöyle buyuruyor: “ (Ey Muhammed!) De ki: "Bana cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahiy edildi: "Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur'an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız."
Bu rivayetlerde ise;
a-) Cinlerinin elçisinin geldiği ve Nebi (a.s.)’ın onlarla gittiği rivayet ediliyor.
b-) Hâlbuki önceki rivayette, cinlerin gelişini bir ağacın haber verdiği rivayet ediliyordu. (Yahudilerle kıyamet öncesi yapılacak savaş ile ilgili rivayette ise, Gargad adlı ağacın Yahudilerin ağacı olduğu için Müslümanlara ihanet ettiğinin söylendiği de hatırlayalım.)
c-)Cinlerin azık isteyişi olayı da makul durmuyor. Zira cinlerin insanda önce yaratıldığını “Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.”[32] Ayetinden biliyoruz. Bu zaman dilimine kadar Rabbimiz onlara uygun olan bir rızık vermemiş olabilir mi? Elbette hayır. Sonra ifadedeki “Elimize geçen üzerine besmele çekilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir.” İfadesi, bıraktığımız kemikleri mümkün olduğu kadar etli bırakmaya ümmeti sevk etmeyecek mi? Zira “cinler de kardeşimiz, öyleyse kemikleri etli bırakalım ki sadakamız olsun denilmeyecek mi?” Ama diğer yandan bıraktığımız bol etli kemikleri, İslam düşmanı kâfir cinlerin yememesi için de bir şeyler yapmamız gerekecek. Diğer yandan, eğer bu rivayetler doğruysa, Nebi (a.s.) ve sahabe de (r.a.) kemiklerini etli bırakacakları açıktır. Neden kemikleri etli bıraktıklarına dair bir uygulamayı hiç işitmedik?
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, bu rivayetler de mevzu hadis kriterlerinden geçmeyecek rivayetler gibi duruyor.
Bu konuyu daha da fazla uzatmamak için, Buhari ve Müslimde geçen buna benzer bazı rivayetlere kısa atıflarda bulunacağız. İsteyen araştırmacı kardeşlerimiz, bu rivayetleri kaynaklarında rahatça inceleyebilirler.
Haşa Yüce Allah’ın kıyamette müminlerin kendisini tanımaları için sak (bacak) ını ortaya çıkarması,[33] Hastalıkta bulaşıcılığın olmaması[34], Uğursuzluğun kadında, atta ve evde olması [35] Erkeklerin çoğu kemale erdiği, Hâlbuki kadınlardan yalnız Asiye ve Meryem’den (r.a.) başka hiç kimse kemale ermediği[36] kadınların eksik akıllı ve eksik dinli olması, buna rağmen erkeklere galebe çalmaları,[37] ibni Sayyadın deccal olup olmadığını Nebi (a.s.)’ın (hâşâ) onu gönlünde bir şey gizleyerek denemesi,[38] Decallın Medineye girememesi, insanları öldürüp diriltmesi,[39] Hızırın bir yerde oturduğunda hemen oranın yeşillenmesi,[40] Allah’ın (hâşâ) ölümü takdir etmesi konusunda tereddüde düşmesi[41] ve daha nice benzeri rivayetleri, Mevzu hadislerin ortaya çıkışı için ortaya konulan kriterler ters düştüğünü söyleyebiliriz.
Bu arada şunu da bilmeliyiz ki, hadis kaynaklarımızda yanlış bir rivayetten önce veya sonra, o rivayetin zıddı veya o rivayetin belki asıl şekli, zaman zaman rivayet edilmiştir. Dolayısıyla bizim söylediklerimizden, kaynaklarımızda geçen her rivayetin yanlış olduğu şeklinde bir algı oluşmamalıdır. Söylediğimiz şey şudur; hadis kitaplarımızdaki rivayetler, sadece sened kritiğinden geçmişlerdir. Ama çoğunluğu metin kritiğine dönük olan mevzu hadis kritiklerinden ise geçememişlerdir. Zaten mevzu hadis kriterleri çoğunlukla metne dönük kıstaslardır ve çok sonraları ortaya çıkmışlardır. Buna karşılık kitaplarımızdaki rivayetleri toplayanlar ise, ehli hadis ekolüne mensup muhaddislerimizdir. O hadis alimi kardeşlerimiz ise, metin kritiğini red etmekte ve sened kritiğiyle yetinilmesini savunmaktaydılar. Bu nedenle muteber hadis kitaplarımızda bile, harika güzellikteki rivayetlerle beraber, çok yanlış rivayetler de hala mevcudiyetlerini korumaktadırlar.
Dolayısıyla hadis kitaplarındaki rivayetlerimizin gerçekten sahih olup olmadığı, ehil olan âlimlerimizin ciddi bir metin kritiği sonrasında ortaya çıkacaktır. Bu nedenle Buhari ve Müslimdeki rivayetler dahil, bu hadisler sahihtir denildiğinde, bu sahihliğin metin tenkidi yapmayan hadisçi kardeşlerimizin ölçülerine göre sahih olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Rabbimiz, iyi niyetlerle çaba sarf eden hadisçilerimiz, fakihlerimiz ve kelamcılarımızdan da razı olsun ve kusurlarını da affetsin. Bizleri de ihlasla ilmini, amelini artırmaya çalışanlardan eylesin. Sözlerimizin sonu Yücelerin yücesi olan Allah’a hamdtır. Rabbimiz sana teslim olmayı ve resulünün pak sünnetini uymayı bize nasip eyle. Amin…
[1]Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.214. prof. Dr. İsmail Lütfü Çakan, Hadis usulü, S.138,139. DİA. C.29. S.495
[2] Prof. Dr. Ahmet Keleş, Hadis Tarihi ve usulü Dersleri, S.187.
[4] Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S.450. Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 8. S. 69.
[5]87/6.
[6]75/16--18
[7]15/9
[8] 87/7
[9] 11/106--108
[10] 7/89
[11]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 1. S.581.
[12] 15/9
[13] Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S.212.
[14]2/286
[15]10/44
[16] 6/12,54
[17] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 9. S.81.
[18] 7/22
[19]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 1. S.98.
[20] 35/18
[21]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3.S.352.
[22] Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S. 355.
[23]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S. 356.
[24] Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S. 357.
[25]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S. 357
[26]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S. 360.
[27]22/18, 17/44
[28]17/44
[29]22/18
[30] Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S. 453.
[31]Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S.452.
[32] 15/27
[33] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 10. S 213
[34] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12. S. 86.
[35] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 8. S. 312
[36] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 9. S.148.
[37] Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 1. S. 551.
[38] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12. S. 412. Ayrıca,Yine Buhari, C.4. S. 520. (Nebi(a.s.) haşa gizlice ibni Sayyadı gözetleyerek açıklarını bulmaya çalışıyor.)
[39]Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 6. S. 242
[40] Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 8. S. 144.
[41]Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12. S. 203.
YAZIYA YORUM KAT