Haberleri araştırmaksızın kabullenmek..
Kur’an-ı Mubîn, Hucûrât Sûresi, 6. âyette, mu’minlerine, ’Size bir fâsık haber getirirse, onu tahkik etmeden kabullenmeyiniz; yoksa, bir topluluğa kötülük edersiniz de pişman olursunuz..’ meâlinde ikazda bulunuyor.
Evet, kendilerine bir haber ulaştırıldığında, tahkik etmeden, hakikatini, gerçeğini araştırmadan kabullenmemek gerektiği ihtar olunuyor, müslümanlara.. ’Hemen reddedin..’ de denilmiyor; tahkik etmemiz, araştırmamız isteniyor. Hattâ, onu fâsık bir kişi bile getirse bile..
Fâsık (fâsıq) ne demek?
Fısq’u fucûr üzere olan.. Yani, haramları, özellikle de zina vs benzeri haramları pervasızca işlemek durumu.. Ve, bu gibi kişilerden gelen haberlerin bile, hemen reddedilmeyip, araştırılması isteniyor..
Çünkü, öyle birilerinin verdiği haber bile, yalan olabileceği gibi, doğru da olabilir. O gibilerin haberini araştırmak imkanımız yok ise, birilerinin sürüklemesine kapılmayıp, gerçeği öğreninceye kadar, kaynağı belirsiz, şübheli haberlerle harekete geçmenin dolduruşa gelmek olacağının idrakinde olmak..
Hele de, teknolojik imkanlarla bir anda milyonlarca insana ulaştırılabilen haberlerin çok büyük bir kısmının fiilen, fısq’u fücura bulanmış bir şeytanî global haber imparatorluğunun tekelinde olduğu ve bu korkunç bir haber bombardımanı altında kalan günümüz insanının çaresizliği gözönüne getirilirse, Kur’an’ın ölçüsünün ne kadar sıhhatli olduğu daha bir iyi anlaşılır.
*
Acaba, bu ölçüye riayet edebiliyor muyuz?
Birkaç örnek..
Gecenin yarısı..
Taksim Meydanı’nda yanan iş makineleri, TOMA denilen özel polis araçları, otomobiller, barikatlar, taşlardan başka, ortalıkta birkaç kişi dışında kimse gözükmüyor ve yanmakta olan iş makineleri ve otomobillerin alevleri gecenin karanlığını parçalıyor ve o yangın sahneleri o karanlıkta daha bir dehşet verici manzara oluşturuyor.
O dehşet verici görüntüleri canlı yayımlayan mâlum medya kuruluşlarının internet sitelerinde kocaman bir başlık kullanmış, ’İSTANBUL YANIYOR..’ şeklinde kocaman bir manşetler.. Halbuki, hadiseyi küçümsemeye gerek yok, ama, yanan, İstanbul’un bir meydanındaki birkaç arabadan ibaretti. Lâkin, , gecenin karanlığında asumana yükselen alevlerin görüntüsü, hele de, ’İstanbul yanıyor..’ başlığıyla verilince daha bir etkiliyordu görenleri..
Nitekim, bu haberi alan bazı müslümanlar bile, heyecana kapılıp, o görüntülerle birlikte sunulan haberi hemen olduğu gibi, iletişim teknolojisinin imkanlarıyla başkalarına geçiyorlar ve gecenin o saatinde, o dehşet verici görüntülerle karşılaşanlar da, kendilerine ulaşan mesajları başkalarıyla paylaşıyorlardı. Halbuki, birilerinin hedefinin de esasen, bir rahatsızlığı, huzursuzluğu, sosyal bir panik havasına, bir travmatik şoka dönüştürmek olduğu düşünülemiyordu bile..
Şu son Taksim Hadiseleri’nin cereyan ettiği üç haftalık dönem içinde açılmış olan 500 bin ’tweetter’ hesabından 300 bininin sahte isim ve adreslerle alındığı belirlenmiş.. Bunlar bile, ne kadar yalan-yanlış haber yayılmasının planlandığını gösterebilir. Ayrıca, gerçek kişiler bile, başlarını ağrıtacak mesajları yazdıktan sonra, hemen, ’benim hesabım çalınmış’ veya ’benim adım kullanılmış, ben yazmadım, başkası benim hesabıma girerek yazmış..’ demiyorlar mı?
Başbakan’a ve hattâ ailesine varıncaya kadar, en ahlâksız, en galiz hakaretlerin yazılabildiği bu frensiz ve de şerefsiz ve ancak yazanların cibilliyetlerini ortaya koyan ’tweet’ furyasında, onbinlerin, ahırdan boşanmış azgın sığırlar misali, her tarafa toslamaları bir ayrı konu.. Sonunda, hattâ‚ ’ülkeye medeniyet getirmek için bu meydanlara Almanya’dan geldiğini, kendisinin doktor olduğunu’ iddia eden bir şırfıntının, Taksim Meydanı’nda, kalabalıklar karşısında, ’Benim Tanrım kalbimde..’ gibi bayat iddialarla ve plaj kıyafetiyle arz-ı endam etmesi ve kitleyi tahrike yeltenmesi numarasına kadar, her yol denendi.. (Kendisinin de bir tanrı inancı olduğunu iddia eden bu şırfıntının sergilediği iğrenç tablo karşısında, tepkisini ortaya koymak isteyen tesettürlü bir hanımın da, ancak, ’Ben bir atatürkçüyüm..’ diyerek ileri çıkması ise, bir diğer traji-komik tablo..
Her tarafı yakıp yıkarak özgürlük hakklarını kullandıklarını zannedenlerin, karşılaştıkları en küçük bir itiraz karşısında hemen, ’Seni, para vermişler de konuşturuyorlar!’ diye bütün ülkeye ve dünyaya yansıyacak şekilde çiğ suçlamalarda bulunanların karşısında ise, insanın, bu gibilere, ’Ne o, siz kendi halinizden mi biliyorsunuz ve siz kimden para alıyorsunuz ki, bu yakıp dökmeleri sergiliyorsunuz?’ diye soracağı geliyor.)
Bunca yalanları tezgahlayanlar özür dilemeyi de bilmiyorlar
Birilerinin polisten kaçmak için, Dolmabahçe Camii’nin kapılarını kırıp, ellerindeki bira şişeleriyle içeriye girmeleri, o mekanı, mâbedlerde nasıl davranılacağından habersiz laik görgüsüzlüğün en saygısız sahnelerini sergileyerek kendilerine bir karargâh haline getirmeleri ve orada güyâ tedavi edildikleri bahanesine kılıf olarak, doktor görünümü verilmek için beyaz gömlek giydirilmiş birkaç kişiyle durumlarını kamufle ederek, güvenlik güçlerine karşı yeni saldırı planları hazırlamalarının ortaya çıkması ilginç değil mi? Ki, o kişilerin güvenlik güçlerince gözaltına alınması üzerine, İst.- Tabib Odası’nın hemen, ’Doktorları bile tutukluyorlar!..’ diye feryad edip, bildiri yayınlamaları ve amma, bu kişilerden hiçbirisinin doktorlukla hiç bir ilgilerinin olmadığı; hattâ onlardan birisinin aranmakta olan bir sabıkalı mahkûm olduğunun belirlenmesi; bu sahte doktorların mahkemeye sevkedildiklerinde, ’birbirimizi tanımak için ve üzerimiz kirlenmesin diye beyaz gömlek giymiştik..’ demelerine rağmen, İst.- Tabib Odası’nın, kamuoyundan özür bile dilememesi de düşündürücü değil mi? *
Dahası, yalan ve yanıltıcı haber bombardımanı altında, toplumu bir ’sürü’ gibi yönlendirmek isteyen haber odaklarından birçoğunun, hattâ kontrol edilmesi mümkün olmayan CNN vs. gibi uluslararası haber merkezlerden yönlendirildiği gerçeği bile insana bir şeyler hatırlatmalı değil mi?
Ya, içerdeki fitne odaklarının, hattâ trafik kazalarından veya başka ülkelerdeki bazı çatışma sahnelerinden araklanmış bazı sahneleri alıp, ‘tweet’lerinde, bu son hadiselerde yaşanmış gibi göstermeye kalkışmaları?!
Bereket ki, bazılarının yalanı, dikkatli kimselerce hemen yüzlerine vuruluyor, ama, adamlarda utanma ve topluma karşı bir sorumluluk duygusu yok ki.. Onların hedefleri, anlık olarak bir tepki oluşturmak, yalan-dolanla da olsa..
Halk bu gibi yalanların geçmişte de nasıl tezgahlandığını unutmuş olabilir mi?
27 Mayıs 1960 Darbesi’nden önceki günlerin -bugünün yaşlı- nesilleri, -T.C.’de tv.’nin olmadığı o dönemde-, bir gece önce BBC’den dinledikleri ve ‘10’larca kişinin öldüğü’ şeklindeki iddiaların, ertesi günü, devlet dairelerinde bile, dehşetle anlatıldığını, ‘Menderes Hükûmeti’nin bu gerçekleri gizlediği’ şeklindeki zehirli hatırlıyorlardır, herhalde.. Ki, o zaman, yüzlerce üniversite öğrencisinin kıyma makinelerinde doğranıp, asfaltlara karıştırılarak yok edildiği bile iddia edilebilmişti ve yazık ki, TSK gibi bir büyük ve hassas kurum da, ihtilalcilerin bu yalanlarına âlet oluyordu, sırf, onların başarılı olabilmesi için..
12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980 ve nihayet 28 Şubat 1997 Askerî Müdahaleleri ve daha sonra, Danıştay Saldırısı’nda bu gibi entrikaların nasıl tezgâhlandığını, ne acaib yalan bombardımanları yapıldığını halkımız çabucak unutacak mı?
Sonrasında n’oldu?
Sadece 28 Şubat Zorbalığı günlerinde, ‘cambaza bak..’ gösterileriyle sergilenen ‘avanak avcılığı’na akıllı, vicdanlı insanlar, toplum halinde, tepki ortaya koyamadıkları için, fakir-fukara kitlelerin alınterinden imbiklenmiş onmilyarlarca dolar halinde yağma edilivermişti..
‘Hedefe varmak için, her yol mübahtır!’ şirretliği..
Bugün de, aynı sahneler tekrarlanmıyor mu?
Hele de, son günlerde, ‘Ben bir müftü karısıyım’ diyerek, bir tesettürlü hanım görünümünde internetlerde gözüken ve Başbakan’a saldıran ve ona aklınca, din öğretmeye kalkışan kadının, gerçekte, nasıl bir tip olduğu, Balıkesir- Burhaniye CHP’li eski ilçe başkanının, -geçmişinde bar işletmeciliği de bulunduğu ortaya çıkan- eşi ve tesettürle filan alâkasının olmadığı kısa zamanda ortaya çıkmadı mı? (O kadının bu sahtekârlığına rağmen, o tesettürün, ona bil, zâhiren bir asâlet kazandırdığı gözönünde bulundurulabilir.)
CHP Balıkesir İl Başkanlığı, bu konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, ’Bu hanımefendi, … eski ilçe başkanımızın eşidir. (…) Bu tutum ve davranışları hoş karşılanmamıştır. …Bu eylem kesinlikle CHP’ye bağlamaz. Ferdî bir eylemdir. Hiçbir gerçekliği olmayan bir şeyi partimizin yapması düşünülemez zâten. Onun için de biz o kadar önemsemiyoruz bu olayı. Bütün sorumluluk kendisine aiddir.’ diye sorumluluktan sıyrılmaya çalışmakta..
Bu kadın ise, ‘Evde, aile içi bir şaka yapmıştık, çocuklar internete yüklemişler; ben medya mağduruyum..’ gibi tuhaf yakınmalarla bir tuhaf gözyaşları döküyor, mâsumiyet libası giymeye kalkışıyor!
Ama, eğer, o cebheden olmayıp da, benzer şekilde bir şaka yapmaya kalkışan bir başkası olsaydı, kemalist-laik medyanın konuyu ülke çapında nasıl büyüttüğü görülürdü. Şimdi ise, konuyu önemsizleştirmek için, basit bir sululuk imiş gibi geçiştiriliverdi..
*
Dünya kamuoyunda, son birkaç yıldır, ‘Türkiye güçleniyor!’ diye hayranlık ifade eden çevrelerin gerçekte nasıl bir kıskançlık ve korku sarmalıyla hareket ettiği, bu son hadiselerde daha bir görüldü. Bu hadiselerin, âdetâ, ‘fırsat bu fırsat, böylesi bir daha ele geçmez’ mantığınca, dünya çapında tırmandırılmaya başlanması üzerinde düşünülmeli değil mi?
Ki, bu, durum, o günlerde, Silivri’de devam eden duruşmalara da yansıyordu. Nitekim, Doğu P. isimli mâlum kişi o günlerdeki savunmasında, mahkemede, ’Bizi burada Hükûmet’i yıkmak için çalışmakla suçlamaktasınız.. Bu suçlamaya gerek yok.. Evet, bizim hedefimiz bu.. Nitekim, yıkılıyor da.. Siz yargıçlar, vereceğiniz hükümlerin altına atacağınız ’ıslak imza’larınızın hesabını vereceğinizi de düşünmelisiniz..’ diyordu. O ve benzeri kişilerin iştahlarının, bu son hadiselerle nasıl kabardığı bu ifadelerden bile görülüyordu.
*
Kezâ, Genelkurmay eski Başkanı em. Org. İ. Başbuğ da aynı gün, mahkemede, bu zamana kadar yapmadığı şekilde diklenip, ’Ben Genelkurmay Başkanı olarak buradaki askerlerin komutanı ve sorumlusuyum; onların bir suçu yok.. Ben buradayım ve dimdik ayaktayım, bırakınız bunları, ne yapacaksanız bana yapın!.’ diyor, bu sözleri dinleyicilerce alkışlanıyor, arkasından marşlar okunuyor ve duruşma erteleniyordu.
Balyoz Dâvâsı’ndan 16 yıla mahkûm olan em. tümamiral Fikret G’in‚ ’tweet’i de devredeydi.. O da, ’Direniş ateşiniz, biz içerdekilere güç veriyor, sizinle gurur duyuyoruz. Önemli olan içerdeki tutsaklık değil, dışardaki tutsaklık. .Sizler tutsaklıktan kurtulma mücadelesi veriyorsunuz, artık önünüzde kim durabilir?’ diye gaz veriyordu..
Sanılıyordu ki, geçmişteki tahrik ve karışıklıklarda hemen korkuya kapılan veya çaresizlik sergileyen siyasetçi geleneği hükmünü yine icra edecekti.
*
Ve, ’selden kütük kapmak’ hesabıyla tetikte bekleyenler..
Bu arada, F.G ve ekibinin ve ellerindeki medya imkânlarının, nasıl da, selden kütük kapmak istercesine veya yarınlarda ortaya çıkabilecek muhtemel yeni güç odakları karşısında pozisyonlarını şimdiden ayarlamak ve kendi varlıklarını garantiye almak ümidiyle olsa gerek; hemen, acaib akıl hocalıkları yapmaya kalkışmaları ve sanki, bugünkü iktidar sahibleri ’kimseyle istişare etmiyor’muş gibi, ’istişare yapmayanların yaptıklarının onda dokuzu hatalı olur..’ diye, kuzu boynuzlaması denilen cinsten, dolaylı ahkâm kesmeleri ve bu değerlendirmelerde bulunurken, kendilerinin kimlerle istişare ettiklerini açıklamamaları düşündürücü değil midir?
Bu iktidar yıpratılamadığında da, o çevrelerin aslan payını yine kapmaya çalışacakları ve birbirlerine iktidarın, kendilerinin desteği ve büyüklerinin himmetiyle ayakta kaldığını fısıldayacaklarını tasavvur edebilirsiniz..
Evet, mevcud siyasî iktidardan en çok faydayı sağladığı gözlenen bir kesimin, en küçük bir sarsıntı ânında, hemen, muhalefete geçmek için hazır beklemesi..
Fesubhanallah..
*
Ya, T.C.’de sanki sünnîler ve sünnî müslümanlığın gereklerine göre hükmediyormuş gibi, bir takım alevîlik iddiasıyla ortaya çıkan bazı örgütlerin ortaya koyduğu ve uluslararası güçlerle işbirliği içindeki tezgahlarına ne demeli? Bu çevrelerin sünnî müslümanlar da benzeri bir örgütlenmeye kalkışacak olsalar, nasıl feryad edeceğini tasavvur etmek zor olmasa gerek..
Kendilerini alevî olarak niteleseler de, gerçek alevîlikle de ilgisi olmayan ve emperyalist güç odaklarıyla bağlarını da gizlemeyen laik çevrelerin sergiledikleri çabalar da daha bir ilginç..
Alman kamuoyu, haftalardır, gazeteleriyle, radyo-tv. yayınlarıyla, neredeyse sürekli, ’Diktatör Erdoğan’ etrafında dönüp duruyor. Hele de, yakıp yıkmaları önlemek için ortaya konulan bazı polisiye tedbirlerle diktatör olunuyorsa, o zaman, dünyada diktatör olarak suçlanmıyacak yönetim bulunamaz herhalde..
Bu kesimlerin, 22 Haziran günü, Almanya- Köln’de, Almanya’nın uzak-yakın her tarafından ve de, Avusturya, İsviçre, Fransa, Danimarka, Belçika, Hollanda ve hattâ İskandinav ülkelerinden gelen ve 30 bin civarında oldukları söylenen alevîlerin ve de ateist kesimlerin ve Almanya’daki hemen bütün siyasi partilerin ve kamuoyu desteğini de alarak ve ’Schluss mit Erdogans diktatur’ / Erdoğan’ın diktatörlüğüne son!’ , ’Blutigen Sultan/ Kanlı Sultan Tayyip Erdogan ) ve ’Firavun, sonun geldi!..’ gibi yazıların yer aldığı pankartlarla yaptıkları gösteriye ve mezhebçi yaklaşımlara, inşaallah bir sonraki yazıda değinmek ümidiyle..
YAZIYA YORUM KAT