Güzellik diktatörlüğü ve "estetik" ameliyatlar
Ali Osman Aydın, "estetik operasyon" denilerek insanın karakterine yönelik ciddi bir tehdit dalgası olduğuna dikkat çekiyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Güzellik diktatörlüğü ve Güldür Güldür
Güldür Güldür Ekibi harika bir skece imza atmış. Adı: Tek Tip Estetik. İzlemeyenler izlemeli. Bu kısa, düşündürücü ve trajik skeç yaşadığımız gerçekliği apaçık ama çok rafine bir biçimde ve mizah sosuyla sunuyor izleyiciye…
Güzellik merkezine eşlerini getiren birkaç adamın, eşleri ve onların giderek birbirinin aynısı haline gelen görünüşleri ile ilgili yaşadıkları trajikomik anlar üzerine kurulu skeç televizyonun gördüğü en güzel taşlamalardan biri bana kalırsa.
Güzelliği çok somut, çok canlı ve çok hayati bir sorunu deşifre etmesine dayanıyor. Tolstoy ölümsüz eseri Savaş ve Barış’ta; siması, duruşu, yürüyüşü, el ve kollarını kullanışı, gülüşü, ağlayışı ile birbirinden tamamen farklı 500 karaktere yer verir. İnsan tabiatının oluşturduğu bu zengin çeşitlilik, Tolstoy o romanı bugün yazsa acaba ne kadar yansıyabilirdi edebiyata.
Dostoyevski, Balzac, Peyami Safa ve Necip Fazıl gibi edebiyatçılar da sima, karakterin tebarüz ettiği biricik bir alan olarak tasvir edilir. Kişiliğin en derin çizgileri daima ve en önce simadan okunur.
Necip Fazıl, Bahçedeki İhtiyar adlı şiirinde:
“Süzüyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında.”
der mesela… Burada dış hayat olanca renkleriyle yüz çizgilerinden okunur. Yüz, iç ve dış alemin temaşa edildiği büyük bir sinema perdesi gibidir…
Büyük Rus ressam Repin’in tablolarında her bir yüz, ifadesi ve çizgileriyle diğerlerine hiç benzemeyen bir kişiliği, bir hikayeyi, bir yaşanmışlığı anlatır…
Simanın şahsiliği ile ilgili güzel örneklerden biri de Karl Marks’ın karısına yazdığı “Yürekten Sevdiğim” diyerek başladığı mektubundadır. O mektubu bitirirken Marks şöyle söyler: “Dünyada çok dişi var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı, hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü bir daha nerede bulabilirim? Senin tatlı çehrende sonu gelmez acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı yüzünü öptüğümde acıyı öperim.”
Bugün estetik endüstrisi Marks’ın, eşinin yüzünün her bir kırışığında bulduğu o “şeyi” yok etmeyi vadederek müşteri topluyor. Marks “nereden bulabilirim” vurgusuyla şahsiliği ve “tekrar edilemezliği” işaret ederken, kültür endüstrisi estetik klonlama sayesinde “aynıyı”,her yerde bulunanı öne çıkarıyor.
****
Aliya İzzetbegoviç: “Karakter hür ve tekrarlanmayan bir şeydir” der. Veşunu da ekler: “Bir suratı karakter haline getiren şey bireysellik, iç hayat ve özgürlüktür.”
Kültür endüstrisinin modern toplumda insanlardan ilk çaldığı şey onların bireysellikleri. İnsanlar şahsılarına özgü bir dinamikle bireyselleştiklerini düşünseler de bugün ortalık anonimleşmiş kişiliklerle dolu. Toplum, kullanıcılarının kimliklerini gizledikleri sahte hesaplarla dolu sosyal medya hesaplarına benziyor. Kimin, gerçekte kim olduğunu anlamak imkansızlaşıyor. Kamusal alan giderek her bir ürünün diğerinin kopyası olduğu büyük Apple marketlere yahut Toyota galerine dönüşüyor. Adorno ve Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği’nde bu sentetik, mekanik insanı anlatırken, “Modern özne bir cyborg’tur, cyborg yarı insan, yarı robottur” demişlerdi, ta 1947’de.
Geçmişte insanlar manevi kurtuluş için ruhlarına dönüyorlardı. Şimdi “kurtuluş” bedende aranıyor! Bedende ve onun kapılarını araladığı yeryüzü cennetinde.
Günümüzde beden kültürel söyleme göre sürekli değişen, düzenlenen, şekillenen bir sembol. Estetik çılgınlığının kökeni kadınların kendilerini sömürme, bedenlerinden mümkün olan en büyük faydayı elde etme arzularında yatıyor. Estetik operasyonlarla tek tipleşme, kadınların hayatta özne olmayı reddetmeleri ve nesneleşmelerini getiriyor.
Operasyon kararını kendileri veriyormuş gibi görünseler de bu durum kadınların bedenlerini (tabi ki kişiliklerini) diğerlerinin arzu ve isteklerine göre biçimlendirdiklerini, “onay”arayışında olduklarını, erkekleri egemenlikleri altına almak istediklerini gösteriyor.
Bir dönemin meşhur dizisi Aşkı Memnu’nun baş karakteri Bihter’in giydiği ve taktığı her şey moda olmuştu. Genç kadınlar dizinin yayınının ardından mağazalara akın ediyor ve “Bihter yüzüğü, Bihter Çizmeleri, Bihter Saati” gibi aksesuarları kapış kapış ediyorlardı. Sadece bir takı değil kültür endüstrisinin onayladığı bir kimlik satın alıyorlardı. En çok arzulanana benzeyerek kabul görmek, takdir edilmek, onaylanmak, istiyorlardı.
****
Kadınlar kültür endüstrisi tarafından hazırlanmış güzellik kalıplarının köleleri haline geldikleri için estetik operasyonları popüleşiyor. Özgürlük, sahicilik, doğallık ilk neşter darbesiyle yitiriliyor. Damak zevkini dışlayan ve insan psikolojisini yıpratan acı verici diyetlerle kadınlar toplama kamplarındakine benzer bir disiplinle kendi kendilerinin gardiyanı haline geliyorlar.
Byung Chul Han modern toplum insanı için, “Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir” demişti. Bugün bu söz aynıyla gerçekleşiyor. Tüketim kültürünün ve estetik endüstrisinin tutsakları da kendilerini “özgür, medeni; fikri hür, vicdanı hür insanlar” kabul ediyorlar.
Zaten olayın sihri de burada. İzlediğiniz her reklamın, her dizinin, her videonun bir yerine ilişerek;rol modellerle, imajlarla, idealize ettiği kalıplarla zihin ve kalplerde tahakküm kuran bu kültürel iktidarın en temel özelliği kendini ustalıkla gizlemeyi bilmesi.
Güldür Güldür’de vurgulanan gerçeklik geleceğin aileler ve toplumlar için ne kadar karanlık olduğunu anlatıyor.Adam aynen şunu soruyor: “Kardeş biz de karımıza aşığız da, hangisi karımız?”
HABERE YORUM KAT