Güya eleştirileri ilkesel temelliydi; oy uğruna ırkçı siyasete payanda oldular
Bu ülkede seçim sonuçlarını eli yüreğinin üstünde “güvercin tedirginliğiyle” izleyen garipler var. Bir de o güvercinleri ezmeyi veya umursamamayı siyasetçilere fısıldayanlar...
HAKSÖZ-HABER
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için söylemini sertleştirme ve muhacirler üzerinden ırkçı bir kampanya yürütmeyi tercih ederken Erdoğan, muhacirleri gözeten; seçim sonuçlarını eli yüreğinin üstünde “güvercin tedirginliğiyle” izleyen garipleri ürkütmeyen insani siyasetine devam ediyor.
Bekir Berat Özipek, “Sabahın bir sahibi var” başlıklı bugünkü yazısında tam da bu konuyu ele alıyor. Göçmen karşıtı propagandanın neden halk nazarında ciddi bir itibar görmediğini somut tespitler üzerinden ortaya koyan Özipek, muhacirlerin sosyal medyadaki ve siyaset arenasındaki linç kalabalığıyla beraber cüzzamlılar vadisine sürülmek istendiğini belirtiyor; bu konuda DEVA ve Gelecek partilerinin ırkçılık-ayrımcılık siyasetine payanda olduğunun altını çiziyor. Böylece ahlak, ilke, değer temelli siyaset yaptıklarını iddia edenlerin oy uğruna nasıl kaybedenler kulübünde yerlerini aldıklarını gözler önüne seriyor.
***
“Sabahın bir sahibi var”
Bekir Berat Özipek / Her Taraf
Kabadayı berber dükkanına girer. Tıraş olan kalenderiye “kalk lan kabak” diye bir tokat indirir ve onu berber koltuğundan atıp yerine oturur. Kalenderi tepki vermez, sessizce kenara çekilir.
Tıraşı biten kabadayı tam berber dükkanından çıkmıştır ki, hızla gelen bir at arabasının altında kalır.
Kalenderinin boş olmadığını bilen berber, “üstat bu biraz ağır olmadı mı?” diye sorar. Kalenderi, “ben aslında onu affetmiştim” der; “ama kabağın sahibi affetmedi.”
“Yeryüzünün lanetlileri”
Sığınmacılarla ilgili bütün anketler toplumun onlara karşı olduğunu gösteriyordu. Herkes bunun oy davranışını ciddi biçimde etkileyeceğini düşünüyordu. Onlarla ilgili algı haksız olsa da uğraşmaya değmezdi. Çünkü siyasi bir getirisi görünmüyordu. Oy hakları yoktu ve yangında ilk yakılacaklardandı.
Kılıçdaroğlu, Suriyeli sığınmacıların hangi şartlarda buraya geldiklerini çok iyi biliyordu. Devletin onlara 40 milyar dolar harcamadığını veya diledikleri üniversitede bedava okumadıklarını da. Ama bile bile tersini söyleyip, onları nefretin hedefi haline getirip, çoluk çocuk canlarının yanması için ciddi emek verdi. Hem de yıllar boyunca.
DEVA ve Gelecek partilerinin de sınavıydı bu mesele. Çünkü CHP’den farklı olarak onların iktidarı ilkesel temelde eleştirme iddiaları vardı ve bu yüzden de ahlâk ile muhayyel oy ya da ilke ile maslahat arasında bir tercih yapmaları beklenmezdi. O masada kalmamaları, kalacaklarsa da “biz değer bağımsız siyaset yapmayız, kırmızı çizgimiz ırkçılık, ayrımcılık yapmamanızdır, vekiller sizin olsun, tümünü alın adaleti verin” demeleri gerekirdi.
Ama demediler. Kendi sözlerini, kendi raporlarını yutup, Ortak Metin’deki “tehcir” mutabakatını içlerine sindirebildiler. Oy için ilkeden geçtiler ve ikisini de kaybettiler.
Erdoğan ne yaptı?
Bütün veriler sığınmacıların aleyhine iken ve “göstergeler” onları terk etmesini söylerken onlara bir tekme de o vurmadı. Hamuru göçlerle yoğrulmuş bir ülkenin kadim geleneğini çiğnemedi. Seçime iki gün kala bile oy kaybını göze alarak adaletten yana net bir duruş sergiledi. Pek çok konuda yanlışlar yapsa da bu hayati meselede sağlam durdu. En alttakilerle ilgili o ölümcül günahı işlemedi. Onları sosyal medyadaki ve siyaset arenasındaki linç kalabalığıyla beraber cüzzamlılar vadisine sürmedi.
“Birileri bunu anlamayabilir ama biz bunun idraki içindeyiz. O kardeşlerimiz evlerine, topraklarına inşallah oradaki durumlar hal yoluna girdiği zaman zaten kendileri de gidecektir. Ama biz kovamayız, onları bombaların altına gönderemeyiz” dedi. İltica eden Kürtlere ve Ahıska Türklerine olduğu gibi Araplara da sorumluluk duygusuyla yaklaştı.
Ve buna rağmen değil, belki tam da bu yüzden, kimsenin almadığı yükü alma sorumluluğunu gösterebildiğinden, ülkeyi yönetme sorumluluğu için de onay almaya bugün en yakın olan da o oldu.
Peki bu nasıl oldu? Kalenderi kıssası çarpıcı. Ama dini olmayan bir açıklaması da mümkün bu yaşananın.
İnsan bilir mi?
Göçmen karşıtı propagandanın etkisine girenler bile aslında içsel olarak doğrunun ve yanlışın ne olduğunun, kimin sorumluluk duygusuyla hareket edip kimin etmediğinin farkındaydılar. Sosyal medyada ne yazılırsa yazılsın, sanayide Suriyeli işçiyle beraber çalışan işçi, onların hangi şartlar altında hayata tutunmaya çalıştıklarını görüyordu. Tivitır ve instagram ne derse desin, Küçüksu’da sabahın erkeninde amelelerin beklediği kavşakta, evine ekmek götürmek için Halepli bir ameleyle beraber bekleyen amele onu anlıyordu.
Ve ülkede oy kullanan işçiler-ameleler, halden bilmez tuzu kuru şımarıklardan çoktu.
Kılıçdaroğlu’nun oy hakkı olmayan mülteciye bakışı, oyuna ihtiyacı olmadığında ona nasıl bakacağı hakkında gayet net fikir veriyordu. Gülücükler öpücükler kalpler güzeldi ama aynı anda bu insanları şiddetin hedefi haline getiren bir dille beraber inandırıcı olmuyordu.
Bütün bu sebeplerle nefrete oynamak kazandırmadı; muhalefet acılı insanları hedef almak gibi bir kötülüğü tercih ederek, istemeden kendisiyle ilgili çok sahici bir bilgi de vermiş oldu ve kaybetti.
İktidarın sınavı henüz bitmedi
“Suriyeli kardeşlerimiz çok büyük bir imtihandan geçiyor, Allah onların yardımcısı olsun. Biz de onlarla sınavdayız” demişti Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin.
Şimdi ikinci turundayız ve aynı “haram meyve” yeniden teklif edilecek. Bu anlamda iktidarın sınavı devam ediyor.
Sınav ama belki de o kadar zor değil.
“Ahlaki olan ile faydalı olan birbiriyle çelişmez. Siz onların çeliştiğini düşünüyorsanız faydanıza olanı yanlış tanımlıyorsunuz demektir” der Çiçero. İlahi adalet mi, kainatın üzerine kurulu olduğu değişmez bir kural mı işliyor, Karma mı, Sünnetullah mı, yoksa dinden bağımsız olarak da açıklanabilecek bir şey mi? Doğal hukukun evrensel yasası mı?
O her ne ise, hesap kitap yapmak için fazla karmaşık bir hayatta kural izleyici olmamızı öğütlüyor bize.
Bu ülkede seçim sonuçlarını eli yüreğinin üstünde “güvercin tedirginliğiyle” izleyen garipler var. Bir de ölçüp biçenler, özenli siyasal iletişim dili geliştirenler, kamuoyu araştırmaları yapanlar ve seçim kampanyaları düzenleyenler. Onlar güvercinleri ezmeyi veya umursamamayı fısıldıyorlar siyasetçilere.
Oysa belki de sadece kaybetmeyi göze alanların geçebilecekleri bir sınav bu. Hiçbirimizin ondan azade olmadığı bir sınav. Hepimizin kazanması dileğiyle
HABERE YORUM KAT