Gürsoy'a gözaltı: Bir 'Hükümet-İdare kopukluğu' daha
Murat Belge dünkü (4 Mayıs) durumu güzel toparlamış: “Türkiye'nin bugün demokratik bir toplum olduğunu söylemek, demokratik bir siyasi kültüre sahip bir toplum olduğunu söylemek mümkün değildir. Ama büsbütün antidemokratik, diktatoryal bir toplum olduğunu ileri sürmek de doğru olmaz. Direnen antidemokratik iktidar odaklarına, zaman zaman ciddi vakit kayıplarına yol açan ayak sürçmelerine rağmen, son analizde demokratikleşme yönünde yol alan bir ülke Türkiye.”
Alıntıyı epeyce uzun tuttuğumdan Belge'nin bu yönde sıraladığı nedenlerden söz edemeyeceğim. Ama bu fasılla ilgili olarak hiç değilse şu tespitini de hatırlatmak isterim: “Yaygın kanı, özellikle 28 Şubat gibi olaylarla, laik bürokrasinin (öncelikle TSK tabii) bu çizginin (MSP-RP arasındaki 'İslamcı siyasi hareket'. K.B.) radikalizmini törpülediği yolunda. Oysa bu doğru değil. (...) Bir 'törpüleyen' varsa, o bürokrasi falan değil, halk, toplumun kendisi.”
Benim de tamamen katıldığım bir tespit bu; gerçekten de, söz konusu “hareket”i Adalet ve Kalkınma Partisi'ne dönüştüren “irade” halktı, toplumun kendisiydi. Bu çerçevede şunu da açıkça söyleyebiliriz: AK Parti'nin bugüne kadar sergilediği reformcu çizgi halkın, toplumun partiyi arkadan itmesiyle gerçekleşmiştir. Demek ki partinin onu bu yola sokan, onu bu yolu tutmasına mecbur kılan arkadaki bu gücü bugün de yarın da unutmaması gerekmektedir.
Evet Türkiye demokratik bir toplum olmamasına rağmen, büsbütün antidemokratik, diktatoryal bir toplum da değil. Demokratik toplum olma yolundaki gayretler de malum. “Ama”, diyor insan, “Bir de şu gel-gitler olmasa, bir de tutturulan bu çizgide iki ileri bir geri adımlar bu derece sık atılmasa.”
Bakın mesela, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Gencay Gürsoy'un Ankara'da emniyet ekipleri tarafından sabahın köründe gözaltına alınmasının İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın canını fena halde sıktığına dair haberlere. Sadece Atalay da değil; söylendiğine göre gözaltı ile yakından ilgilenenler arasında Sağlık Bakanı da var.
Demek ki, “İdare”nin bu tasarrufu “Hükümet” cephesinde hiç mi hiç hoş karşılanmamıştır. Tamam, içinizden bazıları şimdi “Yok bir de hoş karşılanacaktı; sonuç olarak icra makamı olarak bütün bu olup bitenlerden hükümet sorumlu değil mi?” diye -haklı olarak- karşı çıkabilir. Ama biliyorsunuz; bu türden olaylar ancak, henüz demokratik olamayan ama bu yönde hiç de fena adımlar atılmayan bir ülkede çokça karşılaşılan türden gelişmelerdir. Bu durumda Gürsoy'un neredeyse bir “1 Mayıs şakası” gibi (kendi ifadesiyle) “derdest” edilmesini, ülkedeki -mutlaka düzeltilmesi gereken- “Hükümet-İdare kopukluğu”nun yeni bir örneği olarak değerlendirmek mi, yoksa bu gözaltıyı İstanbul Tabip Odası'nın olaya yönelik açıklamasıyla önümüze geldiği gibi “Prof. Dr. Gencay Gürsoy'un gözaltına alınma olayı 'Ergenekon çetesi' ? ile ilişkilendirilirse şaşırmayacağız” şeklinde bir soğuk şaka ile hepten içinden çıkılmaz bir hale dönüştürmek mi yararlı olacaktır. Tabip Odası açıklamasında “Ergenekon çetesi”nin hemen ardına yerleştirilen soru işareti (?) , bana göre, Gürsoy'un da fena halde canını sıkacak bir “çekince”dir.
İsterseniz biraz da, Taraf'tan Adnan Keskin'in toparladığı, Gürsoy'un gözaltında geçirdiği 7 saate ilişkin gözlemlerine değinelim. “Aradık bulamadık yalanı”ndan hareketle gözaltına alınan Gürsoy'un ziyaret ettirildiği Adli Tıp'taki gözlemleri çok dikkate değer şeyler.
Bir kere “sağlık kontrolü için” getirildiği Adli Tıp'ta herkes gibi kendisinden de 25 YTL istenmesi ve tahsil edilmesi. Kesilen faturada 25 YTL'nin 10 YTL'sinin “alkol testi” için alındığı belirtiliyormuş. Gürsoy bu konuda şöyle diyor: “Parasız sağlık hakkı talep ederken, adli tıp hizmetlerinin de paralı hale getirildiğini gördüm. Cüzi bir miktar değil, vatandaşların bu parayı ödemeleri zor. Ödemeyince ne olacak?”
Sahi, “ödemeyince ne olacak” acaba?
Gürsoy, muayenede kimlik sorulmadığını da söylüyor. Bu da çok şaşırtıcı tabii ki; bu “unutkanlık” gözaltında işkence-fena muamelenin üstünün örtülmesine yol açmaz mı?
“Genel sağlık muayenesi” de yok. “Bu hizmeti isteyince”, diyor Gürsoy, “Görevli 'Şikayetçi değilsiniz, buna gerek yok' dedi. Oysa şikayetim olmasa da genel sağlık kontrolünün yapılması gerekirdi.”
Bakalım olayın arkası nasıl gelecek. Bir kere daha önümüze çıkan “Hükümet-İdare kopukluğu” hiç değilse bu kere birinci dereceden sorumlu olanları harekete geçirebilecek mi?
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT