Güney Afrika'nın mücadelesi ve uluslararası hukukun "bağımsızlığı"
Ahmet Varol, UAD'de alınan kararın olumlu yansımaları olmakla birlikte Güney Afrika'nın istediği ateşkes kararının alınmamış olmasındaki vahameti inceliyor.
Ahmet Varol / Yeni Akit
Uluslararası hukuk “bağımsız” mıdır?
Güney Afrika’nın, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) İsrail aleyhine soykırım suçlamasıyla dava açması siyonist vahşete tepkili bütün vicdan sahipleri tarafından takdir edildi. Arap ve İslam dünyasından hiçbir ülkenin cesaret edemediği böyle bir davayı Güney Afrika’nın açabilmesi ona ayrıcalık kazandırdı.
UAD’nin siyonist işgal rejiminin talebini reddederek davayı işleme almayı kabul etmesi ve işgal rejiminden soykırımı önlemek için gerekli tüm tedbirleri almasını istemesi olumlu bir gelişme sayılmakla birlikte tatmin edici olmaktan ve işgal rejiminin soykırım faaliyetlerini sonlandırma konusunda etkin bir fonksiyon icra etmekten uzaktır. Güney Afrika’nın istediği de sadece ihtiyati tedbir değil saldırıların derhal durdurulması için acil karar alınması idi.
İşgal rejiminin soykırım yaptığına dair nihai hükmün hemen çıkmasını, uluslararası hukuk mekanizmasının işleyiş tarzını az çok bilen hiçbir hukukçu ve politikacı beklemiyordu. Ama şu aşamada, siyonist vahşetten kaynaklanan facianın ve felaketin sonlandırılması için fiili bir sonuç doğuracak, etkin yani fonksiyonel adım atılmasına ihtiyaç vardı.
UAD işte böyle bir adım atmaktan ve siyonist işgal rejimini saldırıları kesin bir şekilde durdurmaya zorlayacak bağlayıcı bir karar almaktan çekindi. Onun yerine soykırımın tamamen durdurulması için gerekli tedbirlerin alınması işini yine siyonist işgal rejiminin insafına terk etti. Oysa siyonist işgal rejimi bizatihi suçludur ve bu konuda kendisinden insaf ve merhamet beklenebilecek karakterde değildir. Bilakis soykırımı, Gazze halkına yönelik askeri faaliyetlerinin stratejik bir boyutu olarak benimsemiş ve bu faaliyetlerinden sonuç alabilmesinin bu stratejiyi sürdürmesine bağlı olduğuna inanmaktadır. Bu durum karşısında suçun önlenmesi için suçluya durması veya tedbir alması tavsiyesinde bulunmak, ondan insafa gelmesini beklemek yersiz ve anlamsızdır. Suçlu eğer suç işlemeyi bir gaye haline getirmişse, ondan durmasını istemek değil onu durdurmak için gereken yollara başvurmak gerekir. Yani tedbirleri almayı suçludan beklemeyecek, suçluya karşı siz gerekli tedbirleri alacaksınız. Aksi takdirde aldığınız karar vakıaya, eyleme taşınamayacaktır.
UAD’nin siyonist işgal rejiminin soykırım yapmadığı yönünde karar vererek Güney Afrika’nın davasını reddetmesi ve bu konuda işgal rejimi adına savunma yapan avukatların yalanlarını nazarı itibara alması çok saçma olurdu. Çünkü suç tüm insanlığın gözleri önüne işleniyor. Dolayısıyla davayı açan tarafın iddiasını ispat için deliller toplamasına bile gerek yokken yine de içinde çok sayıda delilin yer aldığı kapsamlı bir dosyayı görsel malzemelerle de destekleyerek yargıçların önüne koydu. İşgal rejimi avukatlarının işgal rejiminden bazı yetkililerin korkunç tehditlerinin delil olarak kullanılmasına itiraz ederek, “bunların ferdi açıklamalar olduğunu, İsrail’in resmi politikası açısından bağlayıcı olmadığını” söylemeleri aslında siyonist işgal rejimini tebri etmede zorlanmalarının bir göstergesiydi. Çünkü deliller sadece bu açıklamalardan oluşmuyor, sahada bilfiil yaşananlar zaten yeterince delil oluşturuyor, söz konusu açıklamalar ise saldırılarda böylesine ırkçı ve soykırımcı bir yönteme başvurulmasının arkasında duran niyetleri açığa çıkarması sebebiyle delil teşkil ediyordu.
Bu duruma rağmen yine de UAD’nin işgal rejimini soykırımı durdurmaya zorlayacak bir karar almak yerine ihtiyati tedbirler alınmasını isteyen karar almakla yetinmesinin arkasında ise küresel güçlerin politik tavırlarının ve yönlendirmelerinin önemli bir rolü olduğunu sanıyoruz.
Bilindiği üzere “hukukun bağımsızlığı” sürekli vurgulanan ve öne çıkarılan bir prensiptir. Bu prensip uluslararası hukukta çok daha büyük bir önem kazanmaktadır. Ama fiili durum ve uluslararası yargı kurumlarının sergilediği tavırlar, küresel güçlerin siyasi tercihlerinin uluslararası hukuku etkilediğini ve hukuk temelli bağımsız bir yargılamadan söz etmenin mümkün olmadığını gözler önüne seriyor.
HABERE YORUM KAT