Gülen Medyasının Suriye Çelişkisi!
Dün Suriye muhalefetine verilen desteğin yetersizliğinden yakınanlar, bugün destek verenleri maceracılıkla suçluyorlar!
HAKSÖZ-HABER
AK Parti iktidarı ile giriştiği kavganın Gülen Cemaatini sadece iç politikada değil, dış politik konularda da farklı tutum alışlara, büyük savrulmalara götürdüğü görülmekte. Bu durumun en net görüldüğü alanlardan biri ise Suriye meselesine bakıştaki farklılaşma.
Düne kadar Suriye’de muhalifleri topyekün destekleyen bir tavır sergileyen Gülen cemaati, bir müddettir “Suriye’de girişilen macera” üzerinden Hükümeti vurmaya çalışmakta. “Silah tırları” mevzusu şüphesiz bu tutumun en keskin ucuna işaret etmişti.
Gülen medyasının Suriye konusuna ilişkin haberlerine, yorumlarına yansıyan bu tutum değişikliğinin ardında ne olduğu üzerinde kafa yormaya değer bir konu. AK Parti karşıtlığının temel faktör oluşturduğu açık olmakla birlikte, daha derin bir gerçeğin gözden kaçırılmaması gerektiği de ortada.
Şöyle ki, Gülen medyasının Suriye muhalefetine destek verdiği dönem genelde ABD ve Batılı güçlerin de Esed rejimine karşı net tavır aldıkları döneme tekabül ediyor. Fakat Suriye’de giderek Esed rejiminin tek alternatifinin İslami güçler olduğunun kesinleşmesine bağlı olarak ABD ve Batılı güçlerin tutum değiştirmesi ve Esed rejimine karşıtlığı bir kenara bırakmalarına paralel biçimde Gülen cemaatinin de tutum değiştirdiğini izleyebiliyordunuz. Kim bilir belki de AKP karşıtlığı ile ABD rotasında ilerleme tutumlarını ayrı faktörler olarak değil de, birbirine paralel gelişen, bağlantılı, irtibatlı faktörler olarak okumak konuyu daha aydınlatıcı da kılabilir.
Gülen medyasının çark edişine bir örnek teşkil etmesi açısından Zaman Gazetesi yazarlarından Abdulhamit Bilici’nin 2 yazısına dikkat çekmekte yarar görüyoruz.
A. Bilici 11 Şubat 2012 tarihinde “Kaç bin ölünce duyarlı olacağız?” başlığı altında gazetedeki köşe yazısında o günlerde Suriye’nin Humus kentinden yoğunlaşan rejimin vahşetine dikkat çekmiş ve Humus’ta işlenen insanlık suçlarına değinileceği ümidiyle Cuma namazı için gittiği bir camide yaşadığı hayal kırıklığını dile getirmiş ve şunları yazmış:
"…Ne güzel, Müslümanlar Suriye'de kardeşlerinin başına gelen felaket karşısında duyarlı" diye camiye girdim. Aynı duyarlılıkla bu katliama dikkat çekecek bir hutbe dinlerim diye düşünerek çok mu iyimser olmuştum bilmiyorum. Ama Humus yanarken, belki orada bu yüzden cuma namazı kılınamazken hutbenin konusu başka bir şey olamazdı.
Çok geçmeden toplumumuzun duyarlılığı konusunda aşırı iyimser olduğum ortaya çıktı. Adını söylemeyeceğim ama muhafazakâr bir semtteki camide hutbenin konusu meleklere imandı. Bu, Diyanet'in tavsiyesi miydi? Böyle bir içerik siyasî görüleceği için uzak mı duruluyordu? Koca Türkiye'nin başka camilerinde Suriye'deki duyarlılığı paylaşan hutbeler okundu mu bilmiyorum. Ama mesele sadece hutbeler değil, kendimden başlayarak söyleyeyim bu katliam karşısında medyamızın, sivil toplum örgütlerinin, siyasî partilerimizin gösterdiği duyarlılıktan bahsetmek mümkün mü?
Muhalefetin verdiği rakamlara bakılırsa, bu satırları yazarken Suriye'de 11 ayda hayatını kaybeden insanların sayısı 8018 idi. Sadece Humus'ta ölen insanların sayısı 3265. Devletin zorluklarını, stratejik hesaplarını, BM'nin açmazlarını, süper güçlerin ikiyüzlülüklerini bir an kenara bırakıp sormamız gerekmiyor mu; birey olarak ve toplum olarak katliam skorunu izlemekten başka ne yapıyorum, ne yapıyoruz? Humuslular evlerinden dahi çıkamıyor, bize dertlerini dahi duyuramıyorsa duyarlı sivil toplum örgütlerimizin temsilcileriyle otobüse binip oraya gitsek bizi de mi bombalarlar? Oraya gidemiyorsak sınıra da mı gidemeyiz? Genç Siviller zekice eylemler ortaya koyamaz mı?
Aslında bu insanî duyarlılığın yanı sıra topa/tüfeğe, askerî müdahaleye başvurmadan yapılabilecek önemli bir iş de ülkemizde örgütlenen ama varlığıyla yokluğu belli olmayan Suriye Milli Konseyi'nin etkinliğini sağlamak. Zulme sessiz kalmak için asla mazeret değil ama kanaatimce Şam ve Halep'teki halkın, Türkiye kamuoyunun ve dünyanın hâlâ yeterince Suriye'deki değişimin yanında yer almamasının nedeni muhalefetin el ele vererek daha parlak bir Suriye vizyonu konusunda insanları ikna edememesi. Türkiye belki tek başına bir müdahale yapamaz ama ev sahipliğini üstlendiği bu konseyin derli toplu bir görüntü ve ikna edici mesajlar vermesini sağlayabilir.
Şayet 911 km ortak sınırı paylaştığımız bir yerde olup bitenlere bu kadar seyirciysek psikolojimiz lafını çok ettiğimiz bölgesel liderliğe hazır değil demektir. Buna hazır değilsek bari beklentileri bu kadar yükseltmeseydik. Ateşe bu kadar yakınken biz sessizsek Londra, New York veya Paris'in ayağa kalkmasını da beklemeyelim. Üzücü ama gerçek bu.”
Ne kadar içten, samimi ve sorumluluk bilinci yansıtan sözler değil mi? Bir vücudun azaları gibi olması gereken Müslümanların kardeşlik duygularından kaynaklanan, aynı zamanda yanı başında yaşanan vahşete karşı insani sorumluluk taşıyan bir yaklaşım içerdiği görülüyor.
Ve aynı yazarın bugün (18 Ağustos 2015) gazetesindeki köşesinde yazdığı yazıdan alıntıladığımız şu cümlelere bakın bir de! A. Bilici’nin “Akçeli İran politikası!” başlıklı yazısının ilk paragrafları:
“Türkiye'nin son dönemde dış politikada en fazla enerjisini harcadığı dosya Suriye. Geleneksel olarak başka ülkelerin içişlerine karışmayan, İttihatçı maceracılığın yol açtığı yıkımın bilinciyle hep ihtiyatlı hareket eden Türkiye, Suriye muhalefetine açık destek vererek bambaşka yola girdi.
Hesap tutsa Baas yıkılacak ve Türkiye 100 yıl sonra Ortadoğu'da yeniden söz sahibi aktör olacaktı. Hesap tutmadı. Esed yıkılmadığı gibi, ülke terör gruplarının cirit attığı bataklığa dönüştü. Her alanda ülkemize büyük faturalar çıktı…”
***
Nereden nereye değil mi?
Dün insanlık ve Müslümanlık adına yeterince destek vermemekle suçladığınız, gözler önünde yaşanan vahşete göz yumamayacağını söylediğiniz, kendisi harekete geçmeden dünyanın harekete geçmesini beklememesi gerektiği şeklinde uyardığınız hükümeti bugün maceracılıkla, ülkeye bedel ödetmekle suçluyorsunuz!
Bu adaletsizlik, bu ilkesizlik, ölçüsüzlük karşısında ne söylenebilir ki? Size sadece şunu hatırlatıyoruz: Ahiret azabı daha şiddetlidir!
HABERE YORUM KAT