Gül Demirel değil… Gün de 28 Şubat değil…
Dün son haftanın gelişmelerini sıralamıştık… Bunlara bir yenisi eklendi. Albay Çiçek tutuklandıktan 19 saat sonra tahliye edildi.
O andan itibaren basında askeri yargı ile sivil yargıyı yarıştıran yazılar, haberler yer alıyor, albayın hapse girmesi ya da tahliyesi üzerine analizler yapılıyor.
Bu elbet sert kutuplaşmanın bir göstergesi…
Ancak görmek gerekir ki, albayın tutuklanması ya da serbest kalmasından daha önemli olan Ergenekon davası çerçevesinde hukuki takibata uğramasıdır. Muhtemel yeni bir iddianamede Albay Çiçek'in sanık olarak yer almaması mevcut veriler ve koşullarla pek mümkün görünmüyor.
Uzak açı analize daha uygun…
Yine o açıdan bakalım.
İlk görünüşte ortada bir asker-sivil gerginliği var. Ancak bu gerginliğin gerisinde devasa bir değişim tartışması yatıyor. Üstelik bu, uzun süredir böyle, askeri yargının görev alanının daraltılması yanında Ergenekon davası, daha geriye gidelim Çankaya'ya AK Parti'li bir siyasetçinin seçilmesi, AB'ye uyum paketleri, MGSB tartışması hemen hepsi aynı hatta oturuyor.
Saflar da pek değişmiyor.
Bir yanda asker ve ona açık destek veren bir merkez medya, öte yanda muhafazakâr bir siyasi parti ve onun değişim projelerini destekleyen farklı ve yaygın toplumsal kesimler…
Dün bir iki soru sorduk:
Sivilleşme sürecinin bu yeni aşaması derinleşebilecek mi?
Bu aşamanın yarattığı güç kavgası sorun yaratmadan dinecek mi?
İki soruya yanıtımız “evet” şeklinde…
Evet, zira bu kez iki aktör arasındaki eşitsiz bir güç yarışından öte bir durumla karşı karşıyayız.
Yürütme bir güç olarak işin içinde, yargı ve yasama da öyle…
Yargı sürecinden dün söz ettik: Özellikle Ergenekon soruşturması ve davası kapsamında açık ve geri dönüşü zor biçimde tetiklendi.
Yürütme ve yasamaya gelince, Meclis'ten geçen yasa ve anlamı ortada. Yasa değişikliği askeri kurumun haksız koruma kalkanını ortadan kaldırdığı için hem yürümekte olan tasfiye ve temizlik süreci açısından önemli, hem sembolik ve fiili açıdan sivilleşme eğilimi açısından…
Nitekim tüm dikkatler buraya yönelmiş bulunuyor, asker-sivil gerginliği tartışmaları özellikle buradan kaynaklanıyor. Başbakan, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı trafiği bu yüzden hızlanmış durumda.
Demirel ya da Sezer Cumhurbaşkanı olsaydı, yürütmenin denetleyici ayağını bu isimler kontrol etseydi, bugün ne krizden söz edilirdi ne değişimden…
Cumhurbaşkanı 1982 Anayasası'nın öngördüğünün tersine artık siyaset karşısında sadece devlet ayağını temsil etmiyor, temsil ettiği aynı zamanda siyasi alanın birleşmesini ve siyasi alanın gücünü ifade ediyor.
Cumhurbaşkanı'nın yasa değişikliğini onaylaması (ki onaylayacaktır) halinde defter ana hatlarıyla kapanır, olası bir Anayasa Mahkemesi iptali bu kez gerekli bir Anayasa değişikliğine kapı açar.
Bu durum, bir yanıyla 2007 Nisan muhtırasının neden verildiğini, bu muhtırayla ne amaçlandığını resmeder.
Ayrıca askeri yargı meselesi laiklik, beka, bütünlük gibi sistemin ideolojik iştahına yem ve malzeme yapılabilecek bir konuda da değil, kaldı ki AB gerekleri ve standartları da var devrede…
Sivilleşme bir dalga gibidir, enerji biriktirerek gelir, enerji biriktikçe büyür, gelir, gelirken vurur, giderken de…
Daha doğrusu değiştirir…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT