Güçlünün Güçsüzü Yaşatmadığı Dünyada Vahşete Seyirci Olmak
İleri teknolojik gelişmeler, büyük ticaret anlaşmaları, güçlü kitle imha silahları, fayda-üretim-tüketim çarpıklıkları, kazanma-paylaşma adaletsizlikleri, hakikati hiçe sayan manevralar ve yüksek iletişim imkanları ile küçük bir köye dönüşen dünyamız...
Küresel istikbarın ekranları arenaya dönüştürdüğü bir dünyada hesap günü, dayanışma, merhamet, aile, kardeşlik, sabır, tahammül, kanaat, nezaket, adalet, ehliyet, liyakat, hakkaniyet gibi kavramlar her geçen gün daha da işlevsizleşiyor.
Dünyanın her köşesi zulüm ile sulanıyor. Savaşları durdursunlar diye insanlığın imdat beklediği güçlerin Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Doğu Türkistan’da katlettiği insanların, yok ettiği yuvaların çetelesini kaydediciler arş-ı alada tutuyor elbette. Allah, ilahi düsturları kuşanmış mü’minleri yeryüzüne adil hakimler yapmayı murad etmekte. Oysa kitlesel ölümler, insanlığın ortak mirası olan tevhidi tecrübeleri değersizleştiriyor. Acı katmerlenip yaşamın anlamsızlaştığı anlarda mecaller tükeniyor. Kutsal olan kaybedildikçe, inanca, ahlaka, yaşamaya dair yitirilecek bir şey kalmadıkça fıtratın sınırları zorlanıyor.
Kirletilen namusların, dökülen kanların, çiğnenen onurların, tarumar edilen yuvaların, aç-açıkta bırakılan çocukların temel müsebbibi görmezden gelinirken sosyal medya varoşlarında başıboş dolanıp kayboluyor Ademoğlu.
Tüm bu ekin ve nesil ifsadına, insanlık katliamına, namus ve emek düşmanlığına, isyan edecek olan ben, sen, o, biz, siz, onlar değil ise kim?
Dünya insanlığı büyük bunalımın eşiğinde can çekişiyor. Ne dünya savaşları, ne ekonomik krizler, ne çevre talanları, ne cinsiyet kavgaları, ne aile felaketleri, ne siyaset yolsuzlukları bu krizden bağımsız düşünülebilir. Çıkar uğruna yeryüzüne şiddet eken dünya katil biçiyor.
Dünyanın küçük bir kesiti de ülkemiz. Bir Kafdağı Anka’sına dönüşen Güçlü Türkiye(!) hayali zihinlerde. Küresel vekalet savaşlarının sınırlar çizdiği, herkesin bir diğerini köşeye sıkıştırmak için hamleler üretme peşinde koştuğu coğrafyamızda sıra bir türlü erdemli insanı, ahlaki zaafları gündemleştirmeye gelmiyor.Oysa toplumların yükseliş ve çöküşleri insan davranışlarında mündemiçtir. Tüm dünyada olduğu gibi toplumumuzda da huzur kaçırıcı vakıalar yaşanıyor. Ancak ahlaki kokuşmuşluğu örterek parça parça bu olayları konuşmak toplumsal ıslaha yönelik bir fayda üretmiyor.
Her gün yeni bir dehşet haberiyle uyanıyoruz. Paylaşılamayan menfaatler, organize çeteler, taciz gören mağdurlar, istismara uğrayan çocuklar, öldürülen kadınlar, uyuşturulan insanlık, mobbing yaşayan memurlar, akıl almaz eziyetlere maruz kalan canlılar(hayvan dahil),... üstümüze üstümüze servis edilirken kötülüğü engellemeye güç yetmiyor. Birer istatistiksel sayı yahut siyasi rant uğruna kullanılan bir slogan olmaktan öteye geçemeyen bu çirkinliklere etkin bir şekilde dur! Diyecek çıkmıyor. Bazı devlet kurumlarında bile bazı çalışanlar başka çalışanlara yahut devlet kapısına işi düşmüş bir vatandaşa değişik şekillerde şiddet, taciz uygulayabiliyor ve bu durumu yargıya taşıyabilmek ekonomik, psikolojik hatta fizyolojik güç istiyor. Güçlü olan ise mazlumu yanına yaklaştırmıyor. Kısaca insan insana göstere göstere kötülük bulaştırıyor. Duya duya, göre göre şiddet, taciz, tehdit, ölüm kanıksanıyor. Ekranlara yansımamış, yargıya taşınmamış acılar tümden yok sayılıyor. Halbuki insan eliyle kıyılan her can dünyamızdan kayıp giden bir değerdir. İnsanın insana çektirdiği büyük-küçük her acı kınanmaya, yok edilmeye mahkumdur.
Kırıkkale’de eski eşi tarafından katledilen Emine Bulut vak’asında gördüğümüz üzere kan dökmeye ahdetmiş cinnet halindeki zalimleri kayda alarak dünyaca seyrediyoruz. Olay anında katilin başına bir sandalye vurarak hiç değilse dikkatini-enerjisini bölmeye akıl edemeyen, maktulun yarasına bir tampon bastıramayan zulme duyarsızlaştırılmış dünyalıların sosyal hesaplarından(!) bir korku filmi izleyerek topluca vahşileşiyoruz. Dünyada her gün yüzlerce katliam yaşanırken herkes olay mahallini seyretmekte yahut umarsızca çekip yoluna gitmekte.
Bugün Dünyadaki kavgaların kahrını yüklenmiş bütün anaların ‘ölmek istemiyorum’ feryadı Emine Bulut’un sesiyle bir kez daha tarihe kayıt düşüyor. Bu çığlık, Suriye zindanlarından Doğu Türkistan’a, Irak’tan Arakan’a, İstanbul’dan Kudüs'e, Konya’dan Antep’e,... güçsüz bırakılmış kadınların ortak sesi olarak yankılanmakta ve hayat bulmayı beklemektedir.
Acımasızlıklarda hiçbir dahli olmayan bir masumun ‘anne ölme‘ ağıtı tüm dünyaya bir ültimatomdur bundan böyle. Fırat havzasında kurtlara(!), açık denizlerde balıklara yem olan yersiz-yurtsuz-kimsesiz ana kuzularının ağıtları insanlığın ortak felaketini hazırlamaktadır.
Mazlumun ahı ile Rabbi arasında mesafe olmadığını haber veriyor Rahmet Peygamberi. Ağalar! beyler! Analar! hanımlar! Toplumca, dünyaca çok büyük bir insanlık meselemiz var. Hemen şimdi, hiç ertelemeksizin insan olmanın tüm değerlerini konuşup kendimize, yanımıza, yöremize ilahi ölçütlerle çekidüzen vermezsek -Allah korusun-helak olmamız pek yakındır ki bu felaket yalnızca zulmedenlere değil zulme seyirci kalanlara da kuvvetle muhtemel dokunacaktır.
YAZIYA YORUM KAT