Güç Halkların Desteğiyle Kazanılır
Bugün Türkiye önemli bir iddia içindedir. Bölgesel güç olma iddiası.
Gerçi bu biraz tartışmalı bir konudur. Bizim kanaatimize göre de doğru olan bölgesel güç olmak değil, bölgesel güç oluşturmaktır. Yani önce bölgede Müslüman halkların güçlerinin bir araya getirilmesi ve ortak değerler üzerinde ittifak kurulması suretiyle bölgesel güç oluşturmayla işe başlanması gerekir. Bu yürüyüşün uzak hedefi de tüm İslâm âleminde bir güç birliği oluşturulması olmalıdır. Başarılı bir ittifak ve güç birliği oluşturulması için de güçlerin ortak değerler üzere bir araya getirilmesi suretiyle herkesin hakkının korunacağı çatı oluşturulması gerekir. Yani yeni bir Amerika veya Sovyetler Birliği ortaya çıkarmak değil, Allah’ın insanlara verdiği hakların gözetilmesi ve koyduğu adaletin icra edilmesi prensibine dayalı bir ittifakın sağlanması suretiyle güçlerin birleştirilmesi hedeflenmelidir. Herhangi bir gücün diğerleri üzerinde hâkimiyet kurması sonuçta sömürgeciliğe, hakların korunması esasına dayalı ittifak ise gerçek anlamda bir güç birliğine götürür.
Hakların korunması, halkların korunmasını da gerektirir. Zaten günümüzde şartlar ve bakış açıları büyük ölçüde değişmiştir. Önceden baskı ve yaptırım gücüne sahip olanların işaretlerini gözetlemeye büyük ihtiyaç duyuluyordu. Ama bugün artık birinci derecede halkların değerlerini ve desteklerini dikkate almak gerekiyor. Silahın ve emperyalist politikaların tehdit gücünü kullananların etki alanları her geçen gün biraz daha daralıyor. Onların etki alanlarının daralması halkların güçlerini ve desteklerini daha fazla önemsemeyi gerektiriyor. Dolayısıyla bir bölgesel güç oluşturmaya ve böyle bir projeye öncülük etmeye niyetlenenlerin halkların desteklerini, dolayısıyla değerlerini önemsemeleri gerekir. Sömürgeci güçlerin ve onlar tarafından himaye edilenlerin ayaklarına basmama hassasiyeti gösterirken halkların desteklerini ve hassas oldukları hususları arka plana atanlar, statükonun bağımlısı olarak kalmayı tercih etmiş olurlar.
Bugün halklar Siyonist işgal gerçeğini ve Filistin halkının meşru haklarını biraz daha yakından tanımıştır. Dolayısıyla burada haksızlığa ve zulme karşı açıkça tavır koyabilmeyi, haklının yanında yer almayı bir samimiyet ölçüsü olarak görüyorlar. Fakat samimiyetin göstergesi sözleri, tepkileri, sözlü tavırları eyleme taşımaktır. Eyleme taşınmayan sözler ise tam tersi yani samimiyet üzerinde ciddi tereddütlere ve şüphelere yol açan bir izlenim oluşturur.
Öte yandan bölgesel bir güç oluşturulması için kolların sıvanması durumunda kurulacak yapının uzun vadeli olabilmesi için sağlam olması, sağlam temele dayanması gerekir. Siyonist işgal ise böyle bir yapı için ciddi tehdittir. Yüzlerce nükleer silaha sahip, savaşı ve fitneyi hayatta kalabilmesinin zorunlu aracı olarak gören bir tehdit unsurunun bünyesinde kalmasına razı olan bir bölgesel gücün sağlam temele oturduğunu, sağlam yapı oluşturduğunu söylemek asla mümkün olamaz. Böyle bir tehdit unsurunun bünyede kalmasına razı olmak hatta daha da güçlenmesine imkân sağlayacak kapılar açılmasına göz yummak onun haksızlıklarına, zulüm uygulamalarına da göz yummayı gerektirir.
Kökleşmiş ve derin bağlantıları olan bir uru bir çırpıda temizlemek ve ondan hemen kurtulmak kolay değildir elbette. Ama izlenen politikanın, sergilenen tavrın da onun bir risk olduğu gerçeğini dikkate alıcı tarzda olması ve onun saldırgan tutumuna karşı sözlü tepkileri eyleme taşıma konusunda da kararlı bir çizgi üzere kalması gerekir.
Siyonist işgal devletinin saldırgan ve kuşatmacı politikalarının önüne geçilmesi için bölgesel güç oluşturulması konusunda Türkiye’ye ciddi ümit bağlayan halkların beklentileri Siyonist saldırganlığa karşı sergilenen “One Minute” tavrının eyleme de taşınması ve onun çaktığı kazıkları daha da sağlamlaştırmasına fırsat verilmemesi yönündeydi. Fakat korsan Siyonist yönetimin OECD üyeliğine itiraz edilmemesi bu konuda tam bir hayal kırıklığına sebep olmuştur.
İKÖ gözetiminde şekillendirilen İstanbul Deklarasyonu’nun yayınlanmasının aynı günlere denk getirilmesinin işgalci Siyonistlerin OECD üyeliğine göz yumulmasını arka plana iteceğini ve halkların bunu görmezden geleceğini düşünmek yanlıştır. Filistin halkının meşru haklarıyla ilgili tavırlar sadece deklarasyonlar yayınlamasından, yazılı veya sözlü beyanatlardan ibaret kalır, öte yandan Siyonist işgalciye ihaleler verilmeye devam edilir, OECD üyeliğine göz yumularak ekonomisini güçlendirmesine fırsat verilirse mağdur edilen Filistin halkına sadece laf, işgalci Siyoniste ise mal verilmiş olur.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT