Güç Ahlakı Adalet Gerektirir...
“Bir gece ansızın gelebilirim” nakaratı ile “iktidarın asıl sahipleri” olduğunu iddia edenlerin asli görevlerine döndüğü düşüncemiz bir kez daha akamete uğradı. Darbeler tarihine başarısız da olsa ilave edeceğimiz nurtopu gibi bir darbe girişimimiz oldu!
Son dönemde Türkiye’nin yaşadığı gelişmeler ve militarizm ile girilen mücadelede elde edilen mevziler bizlere ümit vermiş, 12 Eylül ya da 28 Şubat’ların geride kaldığı zannımızı kuvvetlendirmişti.
Hükümeti devirmeye yönelik hamlelerin içeriği, postmodern darbeden, gezi parkına oradan yolsuzluk operasyonlarına doğru evrilince insan 12 Eylül’ün kopyası diyebileceğimiz bir girişime ihtimal vermiyor haliyle!
Ancak 15 Temmuz akşamı gelen mesaj ve telefonlar tuhaf birşeylerin olduğunun habercisiydi. Birşeyler oluyordu ancak kimse tam olarak farkında değildi. Arkadaşlar birbirine ne yapalım sorusunu yöneltiyor cevap ise; “durun Stk’larımızın tepkisini bekleyelim” oluyordu.
Bizler bir kardeşimizin evinde toplanmış bir mesaj, bir işaret beklerken TRT’de spiker ablamız beti benzi atmış bir vaziyette yutkunarak cuntacıların bildirisini okuyordu. 12 Eylül’ü anlatan belgesellerde izlediğimiz bu sahneyi canlı seyretmek çok tuhaf bir duygu! Birazdan Ali Rıza Binboğa çıkacak ve “devrim türküleri” söyleyecek zannediyor insan!
Yüreklerimizin sıkıştığı, dişlerimizin sıkıldığı bu ortamda kalplerimize ferahlık veren ve bizleri harekete geçiren Erdoğan’ın “Ben Başkomutan’ım, benim emrim olmadan kimse böyle bir şey yapamaz! Halkımı iradesine sahip çıkmak için meydanlara bekliyorum” cümleleri oldu.
Bu açıklama mobil telefon üzerinden birkaç tv kanalında yayınlanmış ve insanları harekete geçirmeye yetmişti. TRT’de sürekli dönen bildiride “sokağa çıkma yasağı” ilan edilmiş ancak sokaklar akın akın dolmaya başlamıştı.
O gece sabah namazına kadar 3 farklı bölgede Gaziosmanpaşa Özgür-Der’li kardeşlerimizle direnişe destek verme onuruna eriştik hamdolsun... Bayrampaşa Çevik Kuvvet, Vatan cad. Emniyet ve İBB saraçhane parkı. Bunlardan en hazini Saraçhane oldu. Darbeciler katliam yapmış ve 17 kardeşimizi şehit etmişlerdi.
Emniyetin önünde iğne atsan yere düşmeyecek kalabalık, bir yandan polise destek oluyor, diğer yandan ise sloganlar atıyordu. Her kesimden insan olmasına rağmen “tekbir” diye bağırınca meydandan gelen tek ses “Allah’u Ekber” nidasıydı. Kalabalığa slogan attıran kardeşlerimizin sesleri kısılmış ancak iradeleri dimdik ayakta duruyordu...
Bu arada gelen mesajlar İBB ve Valiliğe bizleri yönlendiriyor oradaki durumun kritik olduğu bilgisini veriyordu. Belediye yakınına geldiğimiz zaman gelen silah seslerinden sıcak çatışmaların devam etiğini anlıyorduk. Bir taraftanda ise F-16’lar alçak uçuş yaparak geçiyor, yaptıkları bir manevra ile bomba etkisi yapan bir ses çıkartarak insanları korkutup, kaçmalarını sağlamaya çalışıyordu!
Ancak kaçmadı halk, yılmadı insanlar! Ambulans yoktu. vurulan kardeşler, zabıta araçları ile götürülüyordu! İnsanlar bunu görmelerine rağmen geri adım atmadılar ve sonunda galip gelen insanlığın onuru oldu ve insanlığın onuru tankları boğdu!
Sonrasında ise meydanlardaydık! Bizler meydanda iken meydanda olmayanlar edebiyat yapmaya başlamışlardı. Biz nasıl görememiştik; “Yurtta Sulh Konseyi” bizlere Suriye’de altı yıldır yaşananları hatırlatmak için kurgulanan bir tiyatro oynamıştı.
Başkan, Padişah, Tek adam, Diktatör, Ulu Hakan, Reis Erdoğan emellerine alet etmek için bizi kullanmıştı! Biz ki; göbeğini kaşıyan, bidon kafalı, makarnaya tamah etmiş mürtecilerdik! “Uyanamadık, direnemedik, özgürleşemedik!” Ama onlar 12 Eylül’e direnmiş devrimcilerdi! Onlar ki darbeydi bizimki tiyatro!
Böyle darbe olur muydu yahu? 650 bin kişi gözaltına alınmadan, 210 bin dava açılmadan, 7 bin idam cezası istenip, 517 idam cezası verilip 50 kişi infaz edilmeden ve Erdoğan ile kabine üyeleri asılmadan! Böyle darbe olur muydu?
Böyle darbe olur muydu yahu? 171 kişi işkence ile yüzlercesi kaçarken ya da intihar ederek ölmeden, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmeden, 388 bin kişiye pasaport yasağı gelmeden, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmadan, 29 bin kişi yurtdışına mülteci olarak gitmeden! Böyle darbe olur muydu?
Böyle darbe olur muydu yahu? 30 bin kişi işten atılmadan, 3854 öğretmen, 120 öğretim görevlisi, 47 hakim ihraç edilmeden! Böyle darbe olur muydu?
Böyle darbe olur muydu yahu? 947 film yasaklanmadan, 39 ton gazete, kitap ve dergi yakılmadan, 400 gazeteci için toplam 3315 yıl 6 ay ceza verilmeden, gazeteler 300 gün yayın yapamadan, 23677 dernek kapanmadan! Böyle darbe olur muydu?
Böyle darbe olmaz tabi, kaçmazsan, korkmazsan, yılmazsan, inandığın gibi yaşarsan, onuruna sahip çıkarsan, cehd edersen, iradeni ayakta tutarsan ve bu uğurda şehit olursan darbe olmaz “girişimi” olur ve darbecileri acziyete mahkum edersin.
Bu rakamlar 12 Eylül 1980 ile 6 Kasım 1983 arasındaki darbe sürecinde yaşananların bilançosu. 1980 de Türkiye nüfusu 44 milyon 700 bin civarında neredeyse bugünün yarısı!
Hem şiddet ve baskı dozu yüksek hem de sonrasında inşaa edilen otoriter-militarist devlet yapılanması ile 12 Eylül darbesi “sürekli darbe rejimi”nin inşaasını yapmıştı.
15 Temmuz Cuntacıları Milli Güvenlik Konseyi’ne telif hakkı ödemişler midir yoksa bu sadece bir esinlenmeden mi ibarettir bilmiyoruz ancak bildiğimiz bir şey varsa bir yerlerden esen rüzgar ters esmeye başlamıştı.
15 Temmuz gecesi onuruna, inancına ve iradesine sahip çıkan kardeşlerimiz olmasaydı militarizmin “sürekli darbe rejimi” ve kutsal devlet anlayışı tekrar sahne alacaktı.
Cuntacılar; Sıkıyönetim, yargı denetimi olmayan uygulamalar, hukuk ve insan tanımayan güç ahlakı, devletin bekası için feda edilen canlar, milli güvenlik devleti formu ile devleti toplum ve bireyin karşısında tanımlayacaktı. 205 kişinin bu uğurda katledilmesinin başka bir izahı yok!
Meşru güç kullanma tekelini elinde bulunduran siyasal organizasyon olarak devlet bir kez daha bu gücün ahlakını hatırlamamıza vesile olacak bir girişimde bulundu.
Darbeler tarihi ile ünlü olan tarihimiz bu konuda bir ilki yaşayarak darbeyi halkın sivil direnişi ile engelledi.Yakın dönemde darbe planları açığa çıkartılmış ve fiiliyata geçmeden önlem alınmıştı.
Hepimizin malumu son zamanlarda ordunun modernizasyonu, silah ve teçhizat konusunda atılan adımlar sıkça gündeme gelmekte. Ürettiğimiz tank, helikopter vs. askeri araçların tanıtımı coşku ile karşılanmaktaydı. İşte bu tankların bir gün coşkun kalabalıklara döneceği bu coşku anlarında hatırlanmış mıydı acaba?
İslam güç oluşturmanın ve bu gücü kullanmanın hukukunu net olarak belirler “adalet.” Adaleti ikame etmek adına, toplumda adil bir hegemonya kurabilmek için besili atlardan bahseder.
Ancak bu besili atlar Hz. Süleyman örnekliğinde olduğu gibi, güç sarhoşluğuna kapılmamak adına gerekirse toynaklarından kesilir!
Bizi yönetenler; “olmasaydık olmazdınız” bu yüzden insana hizmet için varolduğunuzu unutmadan “adil” olun!
Adaleti temin etme iddiası her gücün savunduğu bir iddiadır. Darbeciler de bu konuda kendilerine yeterli telkini yapmışlardır muhtemelen! “Ben adaletsizliği ortadan kaldırmak adına adaletsizlik yapıyorum” der gibi!
Bu adaletsizlik kime ve nasıl yapılmaktadır? Hiç bu konuda adaletsizliğe uğrayan mazlumlara kanaatleri sorulmuş mudur? Yoksa “size rağmen sizin için varız” mantığı mı ellerindeki meşru gücü, meşru olmayan şekilde kullanma ihtiyacı hissettirmiştir!..
Kendi zanlarına galip gelenler önce kendi adaletsizliklerine çare bulsunlar!
Bazen kendimi silkeliyor ve acaba “yaşadıklarımız hayal miydi?” demekten kendimi alamıyorum. Sonra hatırlıyorum; önce içim huzur ve umutla doluyor sonra ise hüzünleniyorum; şehit olan kardeşlerimiz geliyor aklıma. Fedekarca adanmışlıklarını hatırlıyorum. Umutla ve gururla yarınlara bakmamıza sebep oldukları için minnetle yadediyorum kardeşlerimizi... Rabbimiz onları cennetine koysun bizlere de onlara komşu olacak iman versin ve Yolu bilmekle yola koyulmak arasındaki farkı bize öğreten müminlere selam olsun...
YAZIYA YORUM KAT