Gözlerinde bir anıt gibi yükselen imanlarıyla Filistinli kadınlar...
Peren Birsaygılı Mut, Filistinli kadınların ortaya koydukları sabır örnekliğiyle tüm insanlığa çok büyük dersler verdiğini ifade ediyor.
Peren Birsaygılı Mut / Düşünce Günlüğü
Filistinli kadınlara açık mektup
Belki de şimdiye kadar yazdığım en zor yazı olacak bu. Aslında böyle düşünerek yazmaya başladığım birkaç yazı daha olmuştu eskiden. Ancak şu anda adeta utanıyorum o zamanki hislerimden. Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Ve böyle bir günde, dört ay gibi kısa bir süre içerisinde, bütün dünyanın gözü önünde 30 binden fazla evladını kaybeden bir milletin kadınlarına birşeyler yazmaya çalışmaktan daha zoru olamazmış. Ayrılıkların zor olduğuna inanılır hep. Oysa karşı karşıya gelmek, ayrılıktan betermiş meğerse bazen. Selam vermek, hoşçakal deyip sırtını dönüp gitmekten daha acıymış kimi zaman. Ama en zoru da neymiş biliyor musunuz? Devam eden büyük bir soykırımın orta yerinde, her geçen saat bir Filistinli kadının daha şehit edildiğini ya da evladını ve eşini kendi elleriyle toprağa verdiğini bile bile yazmaya çalışmakmış…
MAĞRUR BİR BULUT GİBİ
Bir ninem vardı, anneannemin annesi. Vefat ettiğinde ben çok küçüktüm, buna rağmen onunla yaşadığımız bazı sahneler o kadar canlıdır ki hafızamda. Bembeyaz bir yazma bağlardı başına daima. Bir keresinde büyük bir yangın çıkmıştı evimizde. Ben “Önce ninemi kurtarın” diye çok ağlamışım o zaman. Ninem alevlerin içerisinde kalacak diye çok korkmuşum. Ama ninem büyük bir metanetle tespih çekiyormuş bu esnada. O tespihi kolye gibi boynuma takmak isterdim bazen. Başka bir gün de deprem olmuştu, İzmir’de çok deprem olurdu o senelerde. Herkes panikle koşuşturken, ninem ayağa kalkmaya bile gerek görmeden, oturduğu yerden kelime-i şehadet getiriyordu. “Eşhedü en la ilahe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Savaş görmüş bir kadındı, doğup büyüdüğü Aydın’ın Çamlık Köyü köyü bir dönem işgal edilmişti. Ve gavur askerlerinin – gavur askerleri ifadesi tamamen nineme aittir, aynen böyle söylerdi çünkü- kardeşi ve dayısının da aralarında olduğu onlarca müslüman erkeği içeri kapatarak, köydeki camiyi ateşe verdiklerini anlatırdı.
Bu, biz torunlarına belki de yüzlerce kez anlattığı bir hadiseydi. Ninemin sahip olduğu o büyük tevekkülün sebebini sonradan anlamıştım. Gerçekten güçlü ve inatçı bir imana sahipti. Ve bu imanın üzerindeki en belirgin tezahürlerinden birisi, savaş yıllarında adeta mağrur birer bulut gibi İslam topraklarından geçen milyonlarca başka kadın gibi her şart altında başını dimdik tutuyor ve sadece Allah’a yaslanır oluşuydu. Şimdi hayatta olsaydı da, başında beyaz yazmasıyla o seslenseydi size keşke…
Ninem, 12 Eylül darbesinden birkaç sene sonra vefat etmişti. Osmanlı döneminde doğmuştu ama vefat ettiğinde Osmanlı tarih sahnesinden çekileli yarım asrı geçmişti çoktan. Bizler ise kimi zaman böyle gerçek hikayeler, kimi zaman da masallar dinleyerek büyüyorduk. Koca bir imparatorluktan geriye kalan birkaç parça şeyin gölgesinde nefes alıp vermeye çalışarak büyümeye çalışıyorduk. Siz Filistinli kadınlar, 1917 senesinde imzalanan Balfour Deklarasyonu’nun ardından gelen Nekbe’yle ve sonrasında her gün bir parça daha eksiliyor ve eksilmenize rağmen küçülmeyip aksine büyüyorken, bizler bilmem kaç tane askeri darbenin, iç ve dış gücün, bilmem nerenin istihbarat örgütlerinin ve dalgalı dolar endekslerinin orta yerinde, rüzgar nereden eserse oraya savrulan buğday misali, sarsılarak büyüyorduk.
GÖZLERİNDE BİR ANIT GİBİ YÜKSELEN İMANLARI VARDI
Türkiye’de tek bir televizyon kanalı vardı o zaman. Saat 20.00’de akşam haberleri olurdu. Ve Filistin’de Birinci İntifada başlamıştı. Haberlerde şöyle bir sahne gördüğümü hatırlıyorum. 3-4 Siyonist asker küçük bir çocuğu aralarına almış, kolunu kırmaya çalışıyorlar ama bir türlü beceremiyorlardı zira çocuk askerlere direniyordu. Hangi Filistinli annenin evladıydı o yiğit çocuk? Ya da annesi hayatta mıydı? Bilmiyorum. Sizler… Siz Filistinli kadınlar... Kendi toprağının efendisi bir çiftçiyken, bir gecede herşeyini kaybederek mevsimlik tarım işçiliği yapmaya başlayan cefakâr babaların güzel kızları… Sizler… Yolda bulduğu otlarla çocuklarının karnını doyurmaya çalışan o fedakar anneler… Sizler… Dünyanın gördüğü en büyük zulümlerden birinin sonucunda kendi topraklarında küçücük bir alana hapsedilen ve bu dâhi kendisine büyük bir lütuf gibi sunulan o beyaz yazmalı, ağzı dualı teyzeler... Sizler, bazı kadınlar için ışıklı salonlar, pırlantalar, elmaslar, moda defileleri, diskolar ve uçakların businessclasslarından ibaret bir dünyada, her rüzgârda yerinden oynayan derme çatma çadırlardan, çamurlu sarp yollardan ve trenlerin yük kompartımanlarından bakıyordunuz gözlerimizin içine…
Ve o gözlerde bizden asla çalamayacak oldukları ne varsa, hepsinin hikayesi gizliydi aslında. İmparatorluklar çağının kapanmasının ardından değişen hayatların ve iki büyük dünya savaşıyla birlikte bir tespihin taneleri gibi etrafa saçılan milyonlarca mezartaşının ortasında adeta bir anıt gibi yükselen Filistinli kadınların sarsılmaz imanı gizliydi o gözlerde. Bu arada ilk kez 1909 senesinin 8 Mart’ında Amerika’da kutlanan Emekçi Kadınlar Günü, zamanla pek çok ülkenin gündemine girmiş ve en nihayetinde 1975 senesinde Birleşmiş Milletler tarafından da resmen tanınmıştı. 67 ve 73 Savaşları’yla binlerce Filistinli kadın daha yerinden yurdundan edildikten sonra alınan bir karardı bu. Mahmud Derviş, “Annemin ekmeğinin kokusunu özlüyorum. Ve kahvesini. Ve dokunuşunu bana… Büyüyor içimde çocukluğum günden güne” yazmıştı bir şiirinde o zamanlar. Evlatları tarafından özlenen bütün Filistinli kadınlara yazılmış bir şiirdi bu. Ekmekti özlemle eşdeğer olan. Evlatlarınızın kokusuna hasret olduğu o ekmek, sizin tertemiz ellerle pişirdiğiniz, dünyanın en helal ekmeğiydi.
BOMBALARIN KİRLETEMEDİĞİ GÜZELLİK
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Türkiye’de de kutlanıyordu artık. Ve bizler de, başımıza türlü haller gele gele büyümeye devam ediyorduk. Koca bir imparatorluğun enkazı altında, kimimiz batıya kapağı atmanın yollarını arar olmuş, kimimiz devrim hayallerine kapılmış, kimimiz de sırf başörtülü olduğumuz için üniversite kapılarında polis tarafından yerlerde sürüklenmiştik. Bölük pörçük bir haldeydik yani. “Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak” şarkısını çok severdi ninem. Aşk şarkısı olarak bilinir aslında. Ancak ninem bu şarkıyı Aydın, Çamlık Köyü’nde ateşe verilen o caminin içinde kaybettikleri için dinliyormuş. Bölük pörçüktük. İçimizde yanar ateş vardı. Ve birşeyler hep yarım kalıp duruyordu. Batıya kapağı atmak hiçbir halta yaramamıştı, beklediğimiz devrim bir türlü olmamıştı ve üniversite kapılarından da içeri alınmıyorduk.
Siz Filistinli kadınlar, insanoğlunun düşebileceği en alçakça, en zalimce hallere karşı korkusuzca savaşmaya devam ederken, bizler ise geçmişin yaralarını iyileştirmeye çalışıyorduk hâlâ. Üzerinde milyonlarca ayak izi olan bu topraklarda dinlediğimiz masallarla, gerçek hikayeleri birbirinden ayırmaya çalışıyorduk. Siz yiğitçe dövüşüyor ve şehitlerinizi defnediyorken, biz kendi gerçeklerimizle yüzleşmeye çalışıyorduk bir yandan. Seneler evvel aramıza o sınırları çizenler, bizim üzerimizde birşeyler deneyip durmuş, sizi ise katletmeye ve topraklarınızdaki işgali her geçen gün genişletmeye devam etmişti. İkinci İntifada yaklaşıyordu artık. Ve her yerde siz vardınız yine. Bazen bir şehit annesi ya da şehit eşi olarak bakmaya devam ediyordunuz gözlerimizin içine. Bazen yıkılan evinizin enkazı önünden bakıyordunuz, bazen elinizdeki taşı korkusuzca işgalcilerin üzerine fırlatırken, bazen de kefenlenmiş halde bakıyordunuz. Aramıza sınırlar çizenler, bir yandan da tektip bir güzellik algısı dayatmıştı dünyaya. Burnunuz böyle, kaşınız, dudağınız şöyle olursa güzeldiniz ancak. Oysa bizim şimdiye kadar gördüğümüz en güzel kadınlar sizdiniz. Sizin imanınızdan, tevekkülünüzden ve cesaretinizden daha güzel hiçbir şey yoktu bu dünyada. Kimin boyası, Allah’ın boyasından daha güzel olabilirdi ki? Ve en güçlü bombalar, en gelişmiş silahlar bile hiç leke düşüremiyordu bu dupduru güzelliğinize. Filistin’de siz olduğunuz sürece hayat da devam ediyordu. Ve sizin güzelliğiniz sayenizde ayakta durmaya devam eden bir Filistin vardı daima.
ACIYI ONURLA SIRTLAMIŞ KAHRAMANLAR
Bizim açımızdan büyük mağlubiyetlerle dolu bir çağ kapanmış, yeni bir çağ başlıyordu artık. Bir kez daha başlıyorduk. Ve kadınlar olarak gerçek bir davaya sahip olabilmek, bahçemizi kötü otlardan temizleyebilmek için büyük bir ipucu vardı elimizde. Dünyadan dimdik bakışlarla gelip geçen siz Filistinli kadınların ayak izlerini takip etmekti bu. Kudüslü, Hayfalı, Akkalı, Nabluslu, Ramallahlı kadınların ayak izlerini… Ve Gazzeli kadınların ayak izlerini takip etmekti. Zâlimlere, alçaklara, hırsızlara, soysuzlara, inancımıza dil uzatanlara karşı başımızı dik tutabilmek için ihtiyaç duyduğumuz tek şey sizin peşinizden gelmekti. Bizim öğretmenlerimiz sizdiniz çünkü. Bize hayatı öğretiyordunuz. Haysiyeti, namusu, Allah’ın boyasıyla güzelleşmeyi öğretiyordunuz. Ve sizden öğrendiklerimizin değerini tartacak hiçbir terazi yoktu bu dünyada. Başka hiçbirşeyle takas edilemez ya da alınıp satılamazdı bize gösterdikleriniz.
Bugün Dünya Kadınlar Günü. Siz bugün Gazze’de, 7 Ekim’den bu yana süren o büyük soykırımın orta yerinde, kadınlara senelerdir dayatılan bütün o Batılı değerlerin, bütün o kariyer, başarı ve güzellik standartlarının yüzüne tükürür gibi böylesine mağrur dururken, bizim bizi sizinle “bir” kılacak o yolda yürümek için nasıl çırpındığımızı bilseniz. Ah! Allah’tan başka kimseden korkusu olmayan, Allah’tan başka kimseye biat etmeyen ve sadece bize değil dünyanın farklı yerlerindeki milyonlarca kadına haysiyetin, şerefin ne olduğunu öğreten, acıyı onurla sırtlamış siz Gazzeli kadınlarla aynı vatanın kadınları, aynı toprakların anneleri olmak için nasıl uğraştığımızı görseniz.
VATANINIZI YİNE ÇİÇEK BAHÇESİNE ÇEVİRECEKSİNİZ
Bizim güzeller güzeli Filistinli kız çocuklarımız, kardeşlerimiz, annelerimiz, elleri öpülesi beyaz yazmalı teyzelerimiz... Zeytin ağaçlarının ve portakal bahçelerinin güzeller güzeli kadınları… En acı kayıplara rağmen vatanlarını kısa sürede tekrar çiçek bahçesine çevireceklerini bildiğimiz Filistinli kadınlar… Bizim canımız, bizim kanımız dostlarımız…
Biz bu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, dünyanın yüzüne, sizinle birlikte tükürelim istiyoruz. Sizin kahramanlığınız böylesine gösterişsiz, imanınız böylesine güçlü, tevekkülünüz böylesine sarsıcı ve öfkeniz böylesine büyükken, dünyaya birlikte haykırmak istiyoruz sizinle… Siz Filistinli kadınların hayatını rakamlara indirgeyen bütün sebeplere, bütün aldanışlara, bütün hatalara, günahlara birlikte sövelim sayalım istiyoruz…
HABERE YORUM KAT